Bu yıl uluslararası uzun metrajlı film yarışmasında 6 film izleme fırsatı buldum:
Suskun Ruhlar (Ovsyanki / Silent Souls):
İki yakın arkadaş uzun bir yolculuğa çıkarlar. Aralarından birinin karısı ölmüştür ve onu geleneklerine uygun bir şekilde toprağa vermek istemektedirler. Bu yolculuk boyunca iki arkadaş pek çok şey paylaşırlar. Başarılı bir hikayesi olsa da Suskun Ruhlar’ın temel özelliği bizi hiç bilmediğimiz bir kültürün ritüelleri ile tanıştırması. Rusya’da yaşayan Merya adlı topluluğun pek çok ilginç geleneği olduğunu görüyoruz film boyunca. Ancak bu gelenekleri bilenler de filmden zevk alacaklardır. Çünkü son derece başarılı çekilmiş sahneleri var. Örneğin kadının defnedilmek üzere hazırlanırken baştan aşağı temizlenip süslendiği tek planlık sahne görülmeye değer bir sahneydi. Doğrusu Suskun Ruhlar ödüllerde de pay sahibi olabileceğini düşündüğüm bir filmdi. Ama olmadı. Yine de sadece festivallerde görülebilecek bu film, başka bir festivalde yakalanırsa kaçırmamalı.
Gökkuşağının Yankısı (Sui Yuet San Tau / Echoes of the Rainbow):
1960’ların sonlarında İngiliz himayesindeki Hong-Kong. 4 kişilik bir aile olan Law ailesi. Yuvasına her şeyden çok değer veren ayakkabıcı bir baba, güçlü bir karaktere sahip otoriter bir anne, hem derslerinde başarılı hem başarılı bir sporcu olan ve herkesin hayran olduğu bir oğul ve ara sıra çevreden bir şeyler aşıran, dışarıdan kendini soyutlamak istediğinde kafasına bir cam fanus geçirip etrafta dolaşan bir ufaklık. Film boyunca bu ailenin kimi zaman eğlenceli, kimi zaman trajik hayatına ailenin en küçüğü “Big Ears”ın gözünden tanıklık ederken bir yandan da dönemin küçük bir panoramasını görüyoruz. Gayet iyi çekilmiş bir popüler film örneği ama keşke finaline doğru giderek duygu sömürüsü tarafına kaymasaymış.
İzlendikten sonra iz bırakacak bir film değil Gökkuşağının Yankısı ama film sonrasında yapımcı ile yapılan söyleşide filmin yönetmen/senaryo yazarı Alex Law için ayrı bir önemi olduğunu öğrendik. Dikkat edilirse yönetmen ve filmdeki ailenin soyadı aynı. Zaten filmi bakış açısından izlediğimiz “Big Ears” yönetmenin ta kendisi imiş ve filmin büyük kısmı da onun anılarına dayanıyormuş.
Tumen Nehri (Dooman River):
Filme adını veren Tumen Nehri, Kuzey Kore ve Çin arasındaki sınırı oluşturuyor. Kuzey Koreli pek çok insan para kazanmak ümidiyle bu sınırı geçip Çin’de kendilerine bir şans yaratmaya çalışıyorlar. Tıpkı dünyanın pek çok yerindeki benzer öykülerde olduğu gibi bu durum hüzünlü hikayelere yol açıyor. Bu filmde de bu sınır noktasında yolları birbiriyle kesişen üç çocuğun hikayesini görüyoruz. Hasta kardeşine bakabilmek için Çin’e geçen küçük bir çocuk, orada arkadaş olduğu Çinli bir çocuk ve onun dilsiz ablası. Filmin hikayesi bu üçlü etrafında şekilleniyor. Yarışmada en iyi film ödülünü de paylaşan filmlerden biri olan Tumen Nehri için kötü bir film demek mümkün değil ama kişisel olarak çok içine giremediğim ve beni çok etkilemeyen bir film olduğunu söylemem lazım. Kimi zaman çocuklar üzerinden sosyal bir durumun anlatılması olayını biraz kolaya kaçmak olarak buluyorum. Doğrusu bu film için de benzer bir durum geçerli oldu benim için. Yine de bu tip filmleri sevenler izlemeli elbette.
Hitler Hollywood’da (Hitler à Hollywood / Hitler in Hollywood):
Festivalin ya da yarışmanın en iyi filmi değil belki ama bir sinemaseverin mutlaka hoşlanacağı bir film Hitler Hollywood’da. Filmde Pulp Fiction ile tanıdığımız Maria de Medeiros, bir belgesel çekerken Luis Aramchek adlı bir yönetmenin 1939’da çektiği ama bugün kaybolmuş bir filmin bazı görüntülerine ulaşır ve bu filmin izini sürerken işin içine Hitler’in de girdiği gizemli olayların perdesini indirmeye başlar. Kimi gerçek karakterlerin kullanıldığı kurmaca bir film bu. Hikaye olarak gerçekmiş gibi yapsa da görsel açıdan kurmaca bir filmde olduğumuzu sürekli olarak hissettiriyor. Zaten filmin sonunda yapılan söyleşide yönetmen Frédéric Sojcher de filmin başrol oyuncularının fazlasıyla renkli, arka planın ise neredeyse siyah/beyaz gözükmesinin nedeninin bu olduğunu açıkça söyledi. Filmin asıl derdi sürükleyici bir hikayeyi anlatırken Amerikan Sineması ile Avrupa Sinemasını karşı karşıya getirmek. Zaten pek çok Avrupalı yönetmen ve oyuncu da filmde kendilerini canlandırarak katkı vermişler. Aslında gösterime girse meraklısının ilgi gösterebileceği başarılı bir film, izlenmeli.
Vittorio Meydanı’nında Bir Asansörde Medeniyetler Çatışması (Scontro di Civiltà per un Ascensore a Piazza Vittorio / Clash of Civilization Over an Elevator in Piazza Vittorio):
Sadece adları ile ilk anda ilgi çeken kimi filmler vardır. Bu uzun isimli film de onlardan biriydi. Belki de bu yüzden festivalde yer alan yabancı filmler arasında en çok izlenenlerden biri oldu. Ama sonuç da hiç de hayal kırıklığı değildi neyse ki. Filmde Vittorio Meydanı’nda yer alan bir apartmanda yaşayan bir grup insanla tanışıyoruz. İçlerinde İtalyanlar olduğu gibi hatta onlardan daha da fazla, farklı farklı ülkelerden gelip İtalya’da ikamet eden insanlar var. Aralarında hem kişiliklerinden hem de milliyetlerinden doğan bazı çekişmeler varken bazen sıkı dostluklar hatta aşklar doğduğu da oluyor. Filmin başında bir süre karakterleri tanıyoruz, sonrasında aralarından birinin ölümü ile hikaye iyice şekillenmeye başlıyor. İyi yazılmış hikayesi ve başarılı karakterleri ile (bu karakterlerden İranlı Nurit’i Serra Yılmaz’ın canlandırdığını da ekleyelim) benim için uluslararası yarışmanın en iyi filmi idi. Tabii ki izlediklerim arasında (bu aradan gençlik jürisinin değerlendirmesinin de bu yönde olduğunu eklemeliyim).
Ateşkes (Waffenstillstand / Ceasefire):
Ateşkes, Irak’ta 24 saatlik bir ateşkes sürecinde Felluce’ye yardım götürmek isteyen beş kişilik bir grubu konu ediyor. Grupta iki gazetecinin olması, benzer savaşlarda gazetecilerin hikayelerini anlatan kimi Amerikan filmlerini akla getiriyor doğrusu. Zaten film de hareketli Amerikan aksiyon filmlerini andırıyor sıklıkla. Elbette ele aldığı konu, dönem ve mekan nedeniyle politik dokunuşları da var ama bunların üzerinde çok fazla da durmuyor. Açıkçası politik sosları da olan iyi bir aksiyon filminden daha öteye gitmediğini düşündüğüm bu filmin en iyi yönetmen ödülünü alması şaşırttı beni kendi adıma.
Bu filmlerin yanında yarışmaya Türkiye’den katılan Denizden Gelen filmini vizyona girdiğinde izlemiştim. Nesli Çölgeçen’in bu yeni filminin çok da başarılı olmadığını söylemekle yetineyim.
0 Yanıt to “Antalya Altın Portakal 2010 İzlenimleri – Uluslararası Yarışma: Suskun Ruhlar, Gökkuşağının Yankısı, Tumen Nehri, Hitler Hollywood’da, Vittorio Meydanı’nda Bir Asansörde Medeniyetler Çatışması, Ateşkes”