Kevser (Kausar):
Kevser için tam anlamıyla bir kadın filmi demek yanlış olmaz. Bu Kazak filminin yönetmeni ve yapımcısı kadın. Konu olarak da bir hastanede doğum yapmak üzere olan kadınları anlatıyor. Ana karakter 15 yaşında tecavüze uğrayarak hamile kalan Aynur. Ancak film her biri farklı hikayelere sahip diğer kadınlara da yeterli zamanı ayırıyor ve toplumun farklı kesimlerinden farklı şekillerde hamile kalan kadınlar ile geniş bir panorama çizmeyi amaçlıyor. Fikir iyi belki ama karşımızdaki çok da iyi bir film değil. Hem yönetmenlik, hem de oyunculuklarda belli amatörlükler göze çarpıyor. Kimi rüya sahneleri de çok iyi çekilmemiş. Belli ki yönetmen henüz yolun çok başında. Bu arada bu yıl festival filmlerine epey ilgi vardı ama bu film çok boş kaldı. Hani neredeyse söyleşi için gelen film ekibi seyirciden daha kalabalıktı. Zaten söyleşi de çok kısa sürdü.
Kraliçe (Queen):
Kraliçe, İran-Irak savaşının son günlerinde İran cephesinden bir kaç arkadaşın yaşadıklarını anlatıyor. Başarılı ve görkemli sahneleriyle sahneleriyle dikkat çeken film, hüzünlü bir senaryoya da sahip. Kendi adıma başında dikkatimi kaybedince sonrasından da çok keyif alamadığım bir film oldu. Kimi yerlerine de anlam veremedim. Mesela ateşkes sonrası yaşanan büyük çatışmanın nedenini anlayamadım. Her festivalde yorgunluktan güme giden 1-2 film oluyor. Kraliçe de o kategoride oldu benim için.
Ayı (Khers / The Bear):
Günün ikinci İran filmi Ayı yine İran-Irak savaşı ile bağlantılı bir hikayeyi anlatıyordu. Bu kez savaşta öldüğü zannedilen ama yıllar sonra geri dönen bir adamın hikayesi konu ediliyor. Adam kayıpken karısı tekrar evlenmiş, her ne kadar eşiyle sorunlar yaşasa da ondan çocukları da olmuştur. Yıllar sonra adam geri gelince işler değişir. Ne de olsa kadın hala onu seviyordur ama çocuklar nedeniyle yeni kocasını da terk etmesi zordur. Yasalar da yeni kocasının tarafında gibi gözükmektedir.
Birbirinden çok farklı iki adam. Her ikisi de kendi açılarından haklılar ve onların arasında kalan kadın iyi bir hikaye oluşturmuş. Oyunculuklarda da bir aksama olmayınca ortaya iyi bir film çıkmış. Özellikle ikinci koca bir yandan üzüntü bir yandan öfke patlamaları yaşayan psikolojisi ile iyi çizilmiş ve iyi oynanmış bir karakter. Ancak filmin finali daha iyi çözülebilirdi, yine de uluslararası yarışmanın iyi sayılabilecek filmlerinden.
Bu arada filmle ilgili söyleşiye gelen yönetmen ana dili olmayan ve çok hakim olmadığı İngilizce’den çevrilmek zorunda kalınınca bir “Lost In Translation” durumu yaşadık. Söyleşiden aklımda kalanlar salonda pek çok kişinin aklında olan, karakterlerden birinin neden hapse girmiş olduğunu sorusu oldu. İran yasalarının farklılığından dolayı olduğunu öğrendik. Bir de dün de belirttiğim gibi bir kez daha yabancı yönetmenlerin tanıdıkları Türk yönetmen olarak Nuri Bilge Ceylan dediklerini duyduk. Hoş bu defa Semih Kaplanoğlu’nun adı da anıldı. Hakkını yemeyelim, yönetmen en sevdiği Türk filminin Yol olduğunu da ekledi.
Turksib:
Altın Portakal’ın Pelikülün İzinde bölümünde sessiz filmleri canlı müzik eşliğinde gösterme uygulaması bu yıl da devam ediyor. Bu yıl 1929 yapımı Turksib belgeseli canlı müzik eşliğinde gösterildi. Film o yıllarda inşa edilen Türkistan-Sibirya demiryolunun yapılış sürecini ele alıyor. Aslında halen kullanılmakta olan bu demiryolunun yapımını yüceltmek için yapılmış bir propaganda filmi karşımızdaki ama iyi bir film. Önce yerel halkın taşımacılık yaparken doğayla mücadelerini anlatarak demiryolunun gerekliliğini vurguluyor, sonra inşaat sürecini gösteriyor. Özellikle doğa ile mücadeleye ayrılmış kısım son derece etkileyici idi. Her ne kadar bir kısmı önceden kaydedilmiş olsa da filme eşlik eden canlı müzik de hiç fena sayılmazdı.
Akkyz’ı izleseydiniz Kevser’e çok güzel bile diyebilirdiniz. Halbuki geçmiş yıllarda güzel Kazak filmleri izlemiştik. Akkyz tam bir acemilik örneği idi, yapımcısı da salondaydı, biter bitmez salon boşaldı kadının adına üzüldüm doğrusu:)