Berlinale 2017 İzlenimleri – 3. Gün: Bright Nights, gog, The Midwife, Maudie, Foreign Body

Helle Nächte (Bright Nights):

bright_nights

Thomas Arslan’ın yeni filmi Bright Nights, onlarca örneğini gördüğümüz bir hikâyeyi anlatıyor. Yıllarca birbirini görmemiş, bir vesile ile bir araya gelmiş bir baba oğulun birbirini keşfetme hikayesi. Buradaki vesile, Norveç’te yaşayan büyükbabanın ölmüş olması. Bu haber üzerine baba, yıllardır çok az görüştüğü oğlunu da yanına alıp Norveç’e doğru yola çıkıyor. Ancak sadece cenaze için kalmıyorlar, beraberce birkaç gün daha geçiriyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse babanın kendisi ile hesaplaşmasından tutun da oğlanın ergen atarlarına kadar her şey o kadar bildik ki, filmi izlerken ben bunu görmüştüm demekten kendinizi alamıyorsunuz. Yine de baba-oğul arasındaki kuşak farkını vurgulayan kimi diyaloglar gayet eğlenceli. Özellikle filmler ile ilgili diyaloglarına bayıldım. Yüzüklerin Efendisi, oğlan için kitabını okumanın gerekmediği müthiş bir filmken baba ise romanları biliyor elbette. Ya da babanın favori filmleri Rocky, Rumble Fish gibi tarih öncesi(!) filmler. Bu tip ayrıntılar daha fazla olsaydı filmden daha fazla keyif alırdım belki de. Yine de sıkmadan kendini izleten, finale doğru kendini toparlayan bir film olduğu söylenebilir. Çok büyük beklenti içine girmeden izlenebilecek bir film.

gog:

gog

Asıl izlemek istediğim filme bilet bulamayınca, madem retrospektif bölümüne almışlar, vardır bir hikmeti diyerek izlediğim gog, Berlinale’de en keyif aldığım keşiflerden biri olarak hafızamda kalacak sanırım. 1950’lerden, 3 boyutlu filmlerin bir eğlence malzemesi olarak revaçta olduğu o yıllardan gelen bu film, büyük bir restorasyon emeği ile karşımıza gelmiş. Biliyoruz ki, o dönemdeki 3 boyut teknolojisi bugünkünden çok farklıydı. Her göz için ayrı bir kopya üretilmesi ve bunların senkron bir şekilde oynatılması gerekiyordu. gog filminin bu kopyalarından biri bugüne ulaşamamış ama yine de film, günümüz teknolojisi ile günümüz sinemalarında oynayabilecek şekilde 3 boyutlu hale getirilmiş.

Aslında tam anlamıyla bir B-filmi denebilecek olan gog’un son derece klişe bir hikâyesi var. Bir çölün ortasında canlıları dondurup geri getirerek deneyler yapan bilim adamlarının başına gizemli kazalar gelmeye başlıyor. Örneğin hayvanları dondurdukları bölmelerde kendileri sıkışıp kalıyor ve orada ölüyorlar. Olaylar çoğalınca araştırma için dışardan bir görevli getiriliyor ve tesisin ana bilgisayarının ve onun yönettiği Gog ve Magog adlı iki robotun bu kazalardan sorumlu olduğu anlaşılıyor. Bu anlamda makinelerin insanları yönettiği bilim-kurgu filmlerinin ilk örneklerinden biri sayılabilir. B-filmlerinde sıklıkla görmeye alıştığımız kasıntı ve yapay oyunculuklar, aşırı klişe bir senaryo ve akıllara zarar diyaloglar ve durumlar (mesela, “önemli bir şeyin yok, sadece kısa süreli öldürücü bir radyasyona maruz kalmışsın”) filmi keyifle izlememize yol açtı.

Yine o yıllarda uygun bir şekilde filmin Amerikan milliyetçisi bir tarafı da var. Film ilerledikçe her şeyin perde arkasında Amerika’nın düşmanları olduğu ortaya çıkıyor. Gizli bir hayalet uçakla tüm düzeneği kontrol ediyorlar. Bu noktada, finale doğru, bugünden bakınca kan dondurucu sayılabilecek bir kehanet ortaya çıkıyor. Final, o güçlü Amerika’nın uzaya, dünyadaki her şeyi takip edebilecek bir uydu atması ile geliyor. Beklenebileceği gibi bu durum, artık bizi kimse gafil avlayamayacak diyerek gururla ve sevinçle açıklanıyor ama bu yönüyle gog’un tüm o amatörlüğü yanında bugünü çok güzel tahmin ettiğini de söyleyebiliriz.

Sage Femme (The Midwife):

midwife

Günün ilk filmi gibi, Sage Femme için de iyi film ama bunu daha önce çok fazla görmedik mi demek mümkün. İki kadının arkadaşlığını, bu arkadaşlığın onların hayatlarına etkilerini izliyoruz filmde. Aslında filmin adının Midwife (Ebe) olması karakterlerden sadece birini tanımlıyor. Catherine Frot karakterininin canlandırdığı Claire, mesleğini klasik yöntemlerle yapan bir ebe. Her şeye para gözüyle bakan modern tıp merkezleri onu rahatsız ediyor. Yetişkin bir oğlu var ama yalnız yaşıyor. Bir gün bir telefon alıyor. Çocukluğundan tanıdığı, babasının eski metresi Béatrice onunla tekrar görüşmek istiyor. Catherine Deneuve’ün her zamanki karizmasını yansıttığı Béatrice karakteri ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ yaşama bağlı, çevresinin ne düşündüğünü değil kendisini önemseyen özgür ruhlu bir karakter. Bu iki kadın bir süre sonra birlikte yaşamaya ve iyi arkadaş olmaya başlıyorlar. Aynı dönemde Claire de yeni bir erkek arkadaş ediniyor.

Yönetmen ve senaryo yazarı Martin Provost, hikâyesini anlatırken kendisini geri planda tutan bir anlayış benimsemiş. Başarılı iki oyuncuya (hatta erkek arkadaşı canlandıran Olivier Gourmet’yi de sayarsak üç) meydanı bırakarak onların kendilerini göstermelerine fırsat tanımış. İzlemesi keyifli ama çok iz bırakacak bir film olduğunu söylemek yanlış olur.

Maudie:

maudie

Maudie, beklenmedik bir yerden çıkan bir sanatçının gerçek yaşam öyküsü. Film, Kanadalı sanatçı Maud Lewis’in hayatını anlatıyor. Maud çocukluğundan beri romatoid artrit hastalığı ile pençeleşiyor. Yürüyüşünde bozukluk var, vücut yapısı da çok narin ve ufak tefek. Anne ve babasının ölümğnden sonra abisi evlerini satılığa çıkarıyor ve Maud’u teyzesi ile yaşamaya zorluyor. Ancak Maud, o ufak tefek yapısından beklenmeyecek kadar inatçı bir kişilik. Kafasına ne koyduysa yapıyor. Evden ayrılmak için, tek başına ufak bir evde yaşamakta olan bir balıkçının temizlikçi ilanına başvuruyor. Son derece aksi bir adam olan balıkçı, tek başvuran Maud olunca onu kabul ediyor. Aslında her zaman olduğu gibi erkek seçim yaptığını zannediyor ama asıl seçimi yapan Maud. İkili arasındaki ilişki gün geçtikçe başka bir noktaya doğru evrilirken Maud evin her köşesini resimlerle doldurmaya başlıyor ve bu resimler pek çok kişinin ilgisini çekiyor.

Konusundan da anlaşılmıştır sanırım, Maudie tipik bir biyografi aslında. Ama doğru adımlar atarak ilerleyen bir biyografi. Hemen her zaman başarılı bulduğum Sally Hawkins, yine çok iyi. Üstelik bu kez benzeri rollerin verdiği avantajı da kullanarak ödül için oynamış adeta. Sürekli olarak etrafta homurdanan adam olarak gezen Ethan Hawke da ilk anlarda biraz komik dursa da başarılı bir performans sergiliyor. Filmi benzerleri arasında öne çıkaran unsuru ise bu iki karakter arasındaki ilişkinin gelişimini çok iyi vermiş olması. Balıkçının yavaş yavaş yelkenleri suya indirmesi, her ne kadar kendisinin patron olduğunu düşünse de evi yönetenin Maud olması, giderek her konuda birbirlerinin destekçileri olmaları çok iyi verilmiş. Hikâyenin, bir sanatçının yükselişi kısmı ise biraz fazla tipik ama Maud’un aslında ne kadar ünlü olduğunu hiçbir zaman tam olarak anlayamaması biraz da işin trajik yönü.

Jassad Gharib (Foreign Body):

foreign_body

Berlin’de de olsa çok adı duyulmayan filmler biraz boş salonlara oynayabiliyor. Foreign Body de böyle bir filmdi (boş derken, yine de salonun yarısı doluydu). İtiraf edeyim ki ben de Hiam Abbass’ın ismini görünce bu filmi seçmiştim. Tüm dünyada yaşanan gelişmeler düşünülürse son yıllarda sinemanın da göçmenlere daha fazla eğilmesi şaşırtıcı değil. Foreign Body de bu filmlerden biri. Tunus’tan Fransa’ya kaçan Samia, hem ülkedeki durumdan, hem de ailesinin baskısından uzaklaşmaya çalışıyor. Daha önce Fransa’ya yerleşmiş olan eski arkadaşı Imed’i buluyor. Imed her ne kadar ona yardım etse de abisinin arkadaşı olması Samia üzerindeki baskının devam etmesine yol açıyor. Samia da oturma ya da çalışma izni olmasa da başka bir iş aramaya başlıyor. Tesadüfler onu yardımcı arayan dul bir kadının yanına götürüyor. O da yıllar önce Fransa’ya yerleşmiş bir göçmen aslında. Gelişen olaylar bu üç kişiyi farklı bir ilişki içine sürüklüyor.

Yönetmen ve senaryo yazarı Raja Amari, özellikle kadın karakterlerin durumlarını ve arayışlarını incelikli bir senaryo ile karşımıza getiriyor. Farklı açılardan da olsa her iki kadın da bir anlamda kendi özgürlüklerini arıyorlar. Hikâyede işin içine cinsel çekim de giriyor ama Amari bu sahnelerde işi çok ileri götürmek istememiş belli ki. Böyle bir hareket filmin ana eksenini de farklı bir yere kaydırabilirdi zaten. Filmin en büyük gücü ise oyuncularından geliyor. Hiam Abbass zaten iyi performanslarına her zaman alışık olduğumuz bir isim. Daha önceden tanımadığımız Sarra Hannachi ise ilerde adını daha sık duyacağımız bir oyuncu olabilir.

0 Yanıt to “Berlinale 2017 İzlenimleri – 3. Gün: Bright Nights, gog, The Midwife, Maudie, Foreign Body”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 301.151 hits
Şubat 2017
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: