23 Eki 2012 için arşiv

49. Antalya Altın Portakal İzlenimleri – 7. Gün: Kayıp Çocukluk, İtaat, Savaş Cadısı, Sen ve Ben

Kayıp Çocukluk (Infancia Clandestina / Clandestine Childhood):

Kayıp Çocukluk, insanın içine işleyen bir film. Tarihin zorlu dönemlerini çocukların gözünden anlatmak filmlerde sıkça gördüğümüz bir numara. Kayıp Çocukluk da bunun iyi örneklerinden. Bu kez dönem Arjantin’deki askeri yönetim dönemi. Ana karakter Juan da direnişçi bir ailenin oğlu. Film böyle bir ortamda çocuk olmayı çok güzel anlatmış. Hikayenin eğlenceli ve hüzünlü, politik ve duygusal unsurları dengeli. İşin sadece politik yönüne bakmıyor, ilk aşkını yaşayan bir çocuğun duygularına da bizi ortak ediyor. Çocuklarla çok iyi anlaşan amca karakteri de filmin başarıyla çizilmiş karakterlerinden. Juan’ın zihninde canlandırdığı kimi şiddet sahnelerinin animasyon olarak verilmesi de iyi bir buluş. Gösterime girmesi de muhtemel olan filmi tavsiye ederim. Bu arada zamanında pembe dizilerde izlediğimiz Natalia Oreiro’yu daha olgun bir halde anne rolünde görmek de o zamandan kendisini hatırlayanlar için hoş bir deneyim olacaktır.

İtaat (Compliance):

İtaat festivalin en etkileyici filmlerinden biriydi. Yönetmen Craig Zobel bir iktidar figürünün her dediğini yapar mısınız sorusunu irdelemiş. Burada kendini telefonda polis olarak tanıtan birinin her dediğini yapan karakterler görüyoruz. Kendisini polis olarak tanıtan biri, bir fast food restoranını arıyor ve kasadaki genç kızın soygun yaptığını, onu alıkoymaları gerektiğini söylüyor. İş ilerledikçe üstünü aramalarını, çaldıklarını saklayabileceği her yere bakmalarını istiyor. Olanlar bir yerden sonra bu kadarı da olmaz dedirtiyor ama hikaye gerçekten yaşanmış bir olaydan alınmış, üstelik buna benzer 70 vaka yaşanmış Amerika’da. Filmde neler olduğunu çok açık etmeden hırsızlıkla suçlanan kızın başına son gelenleri fazla abartılı bulduğumu ve muhtemelen kurmaca olduğunu düşündüğümü söylemeliyim. Film sonrasında o son noktanın da gerçekten yaşanmış olduğunu öğrenmek daha da şaşırtıcı oldu (bilgi için Kaya Özkaracalar’a teşekkürler).

Aslında gerçekten de olay en baştan inanmakla ilgili. Bir kere inandığınız zaman size söylenenin ne kadar mantıksız olduğunun farkına varmanız çok güç olabilir. Kimi dolandırıcılık olaylarında da benzerlerini görüyoruz. Filmde hemen hemen hiç fiziksel şiddet sahnesi olmadığı ve çıplaklık sınırlı olduğu halde seyirciyi son derece rahatsız etmesi de anlamlı. Bu film de seyircilerin büyük ölçüde salonu terk ettikleri bir film oldu. Aslında işin içinde şiddetin psikolojik boyutu var ve çok iyi anlatılmış bu durum. Oyuncuları da başarılı. İzlenir.

Savaş Cadısı (Rebelle / War Witch):

Afrika’daki çocuk askerler meselesi kendi başına çok etkileyici ve önemli bir konu. Bu konudan yola çıkan filmler de genelde başarılı oluyor. Savaş Cadısı da aynı konuyu anlatan benzer filmlerden çok farklı değil belki ama iyi bir yönetmenin elinden çıktığı belli. Film, anne-babasını öldürmek zorunda bırakılan, sonra savaşta aktif olarak çarpışan, bir de üzerine hamile kalan küçük bir kızın hikayesi. Konuyu duygu sömürüsüne başvurmadan anlatması filmin erdemlerinden. Ankara’lı seyircilerin filmi yakın zamanda izleyebileceklerinin haberini verelim.

Sen ve Ben (Io e Te / Me and You):

Bernardo Bertolucci üstadımızı 9 yıl aradan sonra film çekmeye yönelttiğine göre Sen ve Ben filminin uyarlandığı roman başarılı olmalı. Film olarak ise, en iyi Bertolucci’lerden olmadığını itiraf etmeli ama yine de başarılı bulduğum bir film oldu. Başta anne-oğul arasında bir ilişki sinyaliyle La Luna’ya, sonra kardeşler arasında benzer bir durumla Dreamers’a selam çaktığı söylenebilir. Ama bu filmde ikisi de olmuyor. Yine de iki üvey kardeşin kapalı bir mekanda geçirdikleri bir haftayı anlatması ile Dreamers ile akraba sayılabilir. Sen ve Ben’in kimi zaman çok büyük prodüksiyonların altına giren Bertolucci’nin belki de en sade filmi olduğunu da söylemeli. Neredeyse tüm film bir bodrum katında ve iki kişi arasında geçiyor. Film için 72 yaşına gelen ustanın günümüz gençlerine bakışı da denebilir.

Bu arada filmin en hoş yanlarından biri de finale doğru duyduğumuz Space Oddity’nin İtalyanca versiyonu ve jenerikteki orijinal versiyonu idi. Benim için de festivalin kapanış müziği gibi oldu bu şarkı. Madem öyle 49. Altın Portakal izlenimlerinin bu son yazısını filmin o sahnesi ile bitirelim.

49. Antalya Altın Portakal İzlenimleri – 6. Gün: Öldür Beni, Kapı, Palilula Diye Bir Yer

Öldür Beni (Kill Me):

Öldür Beni, neredeyse bir alt tür oluşturacak kadar çok örneğini gördüğümüz hapisten kaçan adam-ona yardım eden çocuk filmlerinin bir yenisi. Bu tip filmlerde çocuk önce doğal olarak kaçaktan korkar, sonra ona yardım eder, zamanla ona yakınlık duymaya başlar ve ailesinden görmediği sevgiyi ondan görür. Biz de kaçağın aslında iyi bir adam olduğunu hatta bazen de aslında suçlu olmadığını öğreniriz. Burada kaçağa yardım eden karakter biraz daha büyük ama hikaye yapısı açısından çok farketmiyor. Aslında bu film, çocuğun “sana yardım ederim ama sonra beni öldüreceksin” demesi ile farklı bir yöne ilerliyor ama kısa sürede bildik sulara dönüyor. Halbuki kızın kendini öldürme isteği üzerine gidilse daha ilginç bir film ortaya çıkabilirmiş.

Kapı (The Door):

Festivalin uluslararası yarışma jüri başkanı da olan István Szabó’nun yeni filmi Kapı, biletlerin tümüyle satıldığı filmlerden biri oldu. Yer kalmamıştı aslında ama boş bir yerden filmi izlemeyi başardım. Merdivene oturmak konusunda ufak bir tartışma yaşansa da yardımcı olan festival ve sinema görevlilerine ve kendisine yer ayrılmış olduğu halde gelmeyen ve dolaylı olarak benim filmi gayet güzel bir yerden izlememe vesile olan jüri üyesine de teşekkürler.

Kapı filmini önceden izleyenlerden o kadar kötü yorumlar okumuştum ki beklentilerimi çok düşürmüştüm. Sonuç: O kadar da kötü bir film değilmiş. Hatta tam tersi, zevkle izlediğim bir film oldu benim. Film biri yazar, diğeri onun hizmetçisi iki kadın arasında zamanla gelişen dostluğu anlatıyor. Helen Mirren’ın oynadığı hizmetçi karakteri filmin odak noktası. Kendine güvenli, aksi, çevresini iplemeyen bir karakter. İşverenine bile posta koymaktan çekinmiyor. Film ilerleyip geçmişini öğrendikçe dış dünya ile arasına çektiği setin nedeni belli oluyor. Helen Mirren çok iyi ama bu kadar Macaristan kokan bir film Macarca olmalıydı diye düşünmeden geçemedim. Zaten oyuncuların büyük kısmı da Macar. Hatta çok emin olamasam da bazılarının Macarca konuşmaları üzerine İngilizce dublaj yapılmış gibi hissettim. Bu arada Szabó’nun gerçekten çok alçakgönüllü bir yönetmen olduğunu da gördük. Söyleşi boyunca oyuncuları övdü, aslında yönetmen olarak işinin çok zor olmadığını, oyuncuların çok daha zor bir iş yaptıklarını söyledi. Udo Kier için de benzer bir şey yazmıştım. Dünya sinemasında önemli bir yeri olan bu yönetmenin tarzı, ancak ülkemizde tanınan ama kendisini dev aynasında gören bazı yönetmenlere örnek olmalı diye düşünüyorum.

Palilula Diye Bir Yer (Undeva la Palilula / Somewhere in Palilula):

Palilula Diye Bir Yer, tiyatro sahnesi gibi düzenlenmiş bir köyde geçen gerçeküstü bir hikaye anlatıyor. Yeni mezun bir çocuk doktoru bir köye gönderilir ama köyde tek bir çocuk bile doğmamaktadır. Doktor zaten buraya gelirken de geçici bir iş olarak bakmaktadır, bu durumu öğrenince bu düşüncesi iyice güçlenir. Ama sonuç öyle olmaz ve doktor hayatının sonuna kadar bu köyde kalır. Biz de bu süre boyunca köyde yaşananları izleriz.

Köyün yapısı, karakterlerin orijinalliği, atmosferdeki Kusturica esintisi gayet başarılıydı. Ancak filmin 141 dakikalık süresi biraz kısalabilirdi. Bir de hissedebildiğim kadarıyla Romanya tarihine fazlaca gönderme yapıyordu. Bu tarihi daha yakından bilmek filmden alınacak keyfi arttıracaktır. Bu film benim uluslararası yarışma bölümünde favorilerimden biri idi. Hatta oy verme şansım olsa tercihimin bu filmden yana olacağını söyleyebilirim. Ne yazık ki ödül alamadı. Bu arada Antalya seyircisinin filmden çok sıkıldığını gördük. Film boyunca salondan çıkışlar devam etti. Halbuki filmin seyirciyi çekebilecek bir atmosferi de vardı. Biraz daha canlı renkler kullanılsaydı seyirciyi de elinde tutabileceğini düşünüyorum.


Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 299.501 hits
Ekim 2012
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: