28 Şub 2018 için arşiv

Berlinale 2018 İzlenimleri – 6. Gün: Inflatable Sex Doll of the Wastelands, Auto Focus, To Live and Die in L. A.

Inflatable Sex Doll of the Wastelands:

sex_doll

Bu yıl Berlinale’nin alt bölümlerinden bir tanesi, Japon sinemasının “pembe film” olarak tanımlanan filmlerine ayırılmıştı. “Pembe film” kavramının temel olarak Japon erotik sinemasını simgelediği söylenebilir. Ama türün meraklıları, pek çok alt türünün olduğunu belirtecektir. 1967 yılından gelen Inflatable Sex Doll of the Wastelands için, türün gangster filmleri ile bir karması olduğunu söyleyebiliriz. Hatta birkaç sahne olmasa, tümüyle gangster filmi bile denebilir. Kahramanımız olan özel dedektif, varlıklı bir adam tarafından, kaçırılan kız arkadaşını bulmak için tutuluyor. Ona kız arkadaşının porno sayılabilecek görüntüleri gönderilmiş. Dedektifin kız arkadaşı da yıllar önce benzer şekilde öldürülmüş. Suçlunun aynı kişi olabileceğini görünce iş kişisel bir hal de alıyor. Aslında bu özet klasik bir suç filmini işaret ediyor ama daha filmin başında dedektifin bir ağacı öldürmesi(!) ya da izlediği görüntülerin kalitesinden şikâyet etmesi karşımızda farklı bir film olduğunu gösteriyor. Film ilerledikçe, bahsedilen kadınların gerçek mi olduğu yoksa sadece şişme bebek tarzında, gerçek olmayan ama erkeklerin onlara gerçeklik yükledikleri birer seks oyuncağı mı oldukları sorusu gündeme geliyor. Final itibariyle de enteresan bir noktaya gidiyor.

Yönetmen Atsushi Yamatoya’yı daha çok Branded to Kill filminin senaryo yazarlarından biri olarak biliyoruz. Zaten kariyerini çoğunlukla senaryo yazarı olarak geçirmiş ama az sayıda yönetmenlik denemesi de var. Inflatable Sex Doll of the Wastelands, yakuza filmlerine ilgisini de gösteren, farklı senaryo yapısıyla ilgi çekici bir film. Yeni restore edilmiş bir kopyasını izlediğimize göre belki bu türde filmler gösterecek bir festivalimize uğrar. Bu arada filmin İngilizce olarak, başka başka isimlerle de tanındığını not olarak düşelim. Dutch Wife in the Desert olarak da biliniyor örneğin.

Auto Focus:

auto_focus

Festivalde Willem Dafoe’ya verilen onur ödülü kapsamındaki bölümde yer alan, izlemediğim filmlerden biri de Auto Focus idi. Paul Schrader’in 2002 yapımı bu filmi, yanlışım yoksa, ülkemizde gösterimde girmemişti. Merak ettiğim bir film olmasına rağmen ev sinemasında da denk gelmemiş. Adı her zaman Taxi Driver ve Raging Bull’un senaryo yazarı olarak anılan Schrader’in yönettiği film sayısı da az değil. Auto Focus’da gerçek ve gerçekten ilginç bir hikâyeyi anlatıyor. Film, bir dönem Hogan’s Heroes isimli bir televizyon dizisinin başrolü ile epey ünlenen, hatta Emmy adaylıkları olan Bob Crane’in hayatının bir dönemi anlatıyor. Kariyerine radyocu olarak başlamış, amatör olarak müzisyenlik yapmış ama ünü televizyon ile kazanmış. Ancak o ününü koruyamamış. Ama Schrader’in onun hayatını anlatmak için seçmesinin nedeni olan tam da video kameralar yeni yeni yayılırken, John Carpenter adlı bir arkadaşının (bildiğimiz yönetmen John Carpenter değil, isim benzerliği) vasıtası ile pek çok kadınla yaşadığı cinsel maceraları kayda alması. Beraberce bugün amatör porno olarak adlandırabileceğimiz pek çok kayıt yapmışlar. Sonradan araları bozulunca olaylar farklı noktalara gitmiş.

Olayın ilginç olduğuna şüphe yok. Schrader’in ilgisini çekmesi de şaşırtıcı değil. Ama filmin dış ses ile anlatıcısının kim olduğu dışında (ki o seçim de çok yeni bir şey değil), klasik anlamda bir biyografi izliyoruz. Özellikle karakterlerin motivasyonları çok derinlemesine verilememiş. Bunun yanında oyunculuklar son derece iyi. Doğrusu Greg Kinnear’ı çok iyi bir oyuncu olarak görmem ama burada tüm kariyerindeki en iyi performanslardan birini vermiş. Tekinsiz karakterlerin aranan oyuncusu olarak Willem Dafoe için de fazla bir şey demeye gerek yok. Her zamanki gibi iyi.

Schrader bu sıra dışı hayat hikâyesini daha farklı bir yapı ile önümüze getirse uzun yıllar konuşulacak bir film ortaya çıkabilirmiş. Bu haliyle, iyi denebilecek bir film olsa da ancak o kadar.

To Live and Die in L. A.:

to_live_and_die_in_la

Bir Willem Dafoe filmi daha. Bu sefer her şeyiyle tam bir 80’ler filmi var karşımızda. Çoğunlukla French Connection ve Exorcist’in yönetmeni olarak bildiğimiz William Friedkin, 80’lerin tam da ortasında, o yılların tüm kültürel kodlarını kullanan bir polisiye yapmış. Sınırları zorlamaktan hiç çekinmeyen, özel ajan Richard Chance (yıllar sonra CSI dizisi ile çok iyi tanıyacağımız William L. Petersen), bir operasyon sırasında ortağını kaybediyor ve intikam peşine düşüyor. Bu arada hiç istemese de yanına yeni bir ortak veriyorlar. Peşinde olduğu adam da gencecik bir Willem Dafoe’nun canlandırdığı Rick. Rick, sahte para basıp bunları piyasaya sürüyor. Birbirleriyle pek anlaşamayan ajan ikilimiz de onu takipteler.

Zorla bir arada çalışmak zorunda kalan kanun adamları klişesini pek çok filmde gördük elbette. En bilinen örneği de Cehennem Silahı serisi olabilir. Ama burada mizah dozu çok daha az ve çok daha sert bir film var karşımızda. Zaten ilk Cehennem Silahı, To Live and Die in L. A.’den iki yıl sonra çekilmiş. Bir etkilenme varsa da, ters yönde yani. To Live and Die in L. A. için çok orijinal bir film demek mümkün değil zaten. Bugünden bakınca güzel yanı da o. Yapıldığı zamanda çok ciddi olarak çekilmiş bazı sahneler, kullanılan kostümler, renkler, ışıklar bugün komik gelebiliyor. O yılların polisiye filmlerinin bir parodisi adeta ama parodi değil, gayet ciddi bir örneği.

Filmde cinsellik kullanımı da epey ilginç. Yine bir 80’ler klasiği olarak, çok alakasız yerlerde maço bir sevişme sahnesi ya da çıplaklık görmek mümkün. Fakat Friedkin, bu sahnelerde en az kadın çıplaklığı kadar erkek çıplaklığını da kullanmış. Zaman zaman homoerotizm’in sınırlarını zorlayacak bu sahneler, Petersen ve Dafoe’nun karşı karşıya geldikleri sahnede neredeyse birbirlerine aşklarını haykırmalarına kadar uzanıyor. Film boyunca süren bu alt metnin tesadüf olmadığını düşünüyorum.

Pek çok yönü ile klişelerden oluşan bu film, finali ile gerçekten şaşırtmayı başarıyor. Neticede ana akıma dâhil bir filmden bahsediyoruz ve belli kalıplara uymasını bekliyoruz. Ama finalde öyle bir numara yapıyor ki filmin değerini arttırıyor.

Neticede benim gibi yıllar öncesinden eksik bıraktığınız bir filmse, eski moda, iyi bir aksiyon filmi izlemek isterseniz tavsiye edilir ama biraz eskimiş bulabilirsiniz. Ama 80’lerin popüler kültürüne özel bir ilgi duyuyorsanız, hiç durmayın, mutlaka ama mutlaka izleyin.


Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 301.306 hits
Şubat 2018
P S Ç P C C P
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: