Filmekimi Ankara 2013 İzlenimleri – 2. Gün: Kırık Çember, Bir Hurdacının Hayatı, The Canyons, Locke

Kırık Çember (The Broken Circle Breakdown):

Belçika’nın Oscar adayı Kırık Çember, hafiften duygu sömürüsüne kaydığı anlar olsa da gayet iyi ve çok etkileyici bir film. Filmin konusu itibariyle duygu sömürüsüne kayması da affedilebilir. Sonuçta filmin başkarakterleri Elise ve Didier’ın beklenmeyen bir hamilelik sonrası çok sevdikleri kızları Maybelle’ın hastalanmasını ve sonrasında gelişen olayları anlatıyor film. Filmin başında karı-kocayı kızlarının hasta yatağı başında görsek de yönetmen Felix Van Groeningen filmi zamanda ileri/geri giden bir yapıda kurmuş. Böyle yapınca da hüzün ile neşeyi dengelemeyi başarmış. Hastalık süreci ne kadar üzücüyse çiftin ilk tanışmalarından hastalığı öğrendikleri noktaya kadar giden süreç de o kadar neşeli. Ayrıca film boyunca sürekli zaman geçişleri olsa da yönetmen bu olayı da iyi çözmüş, hiçbir kafa karışıklığına yol açmıyor.

Filmin müzikleri de soundtrackini almayı düşündürecek kadar başarılı. Zaten filmin içinde müzik önemli bir yer tutuyor.  Didier’ın bir müzik grubu var. Elise de onunla tanıştıktan bir süre sonra bu gruba dâhil oluyor. Film boyunca bu gruptan pek çok şarkı dinliyoruz. Hemen hepsi de filmin konusuyla da ilintili bir yandan. Kırık Çember bir Amerikan filmi olsaydı bu filmden bir iki tane Oscar adayı şarkı çıkar derdim. Aslında şarkılar İngilizce olduğuna göre hala şansı olabilir.

Filmin çatışma noktalarından biri de Didier’ın ateist, Elise’in ise dindar olması. İşin içine hastalık ve ölüm temaları girince birbirini çok seven bu iki insanın olaya yaklaşımı da farklı oluyor elbette. Filmin hüznü ve öfkesi o kadar gerçek ki yönetmen ya da yazarının hayatında gerçekten buna benzer bir olay var mı acaba diye düşündüm. Özellikle kök hücre araştırma çalışmalarının yapılmasını engelleyen köktendincilere karşı ciddi bir muhalefeti, daha ötesi öfkesi var filmin. Filmin bir yerinde hiç konu ile ilgili yokken 11 Eylül saldırıları ile ilgili haberi ve George W. Bush’un saldırılar sonrası açıklamasını görüyoruz. Önce anlam veremedim buna ama film ilerleyip Bush’un kök hücre çalışmalarına karşı açıklamaları ile bağlanınca anlamlı hale geldi.

Başrol oyuncuları da iyi bir çift olmuşlar. Özellikle Elise’i canlandıran Veerle Baetens’a hem oyunculuk, hem şarkıcılık, hem de güzellik açısından hayran kaldım. Tüm vücudunu dolduran dövmeleri ile son derece zarif ve güzeldi (sanırım bu film için yapılmış geçici dövmeler). Didier’ı canlandıran Johan Heldenbergh ise zaten filmin uyarlandığı tiyatro oyununun yazarlarından biri, sanırım tiyatroda da aynı rolü oynamış. Bu yüzden metne çok hâkim. Belki de öfkesini bu kadar gerçek bulmamın nedeni de budur.

Son olarak filmden örnek bir şarkı (bu arada İnternet’te filmin içinde geçen tüm şarkıların kliplerini bulmak mümkün ama bazıları arka planda çok kilit sahnelerle geldikleri için spoiler almaktan hoşlanmayanlar dikkat etmeli):

Bir Hurdacının Hayatı (Epizoda u Zivotu Beraca Zeljeza / An Episode in the Life of an Iron Picker):

Belgesel ve kurmaca arasındaki sınırı bulanıklaştıran filmler epey rağbet görüyor son yıllarda ama sevdiğim pek az örneğini gördüm (mesela İki Dil Bir Bavul). Danis Tanovic’in yeni filmi Bir Hurdacının Hayatı da başroldeki karakterlerin kendilerini oynadığı bu tip bir film ve yine bana hitap etmedi. Film zorluklarla dolu yoksul bir yaşamı, kimsenin önemsemediği insanları tüm gerçekliğiyle veriyor ama bunu yaparken sinema duygusunu ne kadar veriyor, tartışılır. Filmdeki karakterlerin gerçekliğine girebilirseniz çevrelerinde adeta görünmez olarak dolaşan bu ailenin dramı sizi etkileyebilir elbette ama sanırım katıksız bir belgeseli tercih edebilirdim. Bu arada filmin Bosna Hersek’in Oscar adayı olduğunu da ekleyelim.

The Canyons:

The Canyons Filmekimi’nin kötü eleştiriler alan filmlerinden biriydi. Bu sefer bu eleştirilere katılacağım ne yazık ki. Bildiğin kötü film olmuş. Filmekimi kapsamında gösterilen filmlerden 21’ini izlemişim. Rahatlıkla en dibe koyabilirim. Ortada erotik film-noir tadında bir şeyler var ama ne erotik tarafı iyi ne noir tarafı. Hayatlarını türlü seks oyunları ile geçiren yapımcı ve onun oyuncu olmaya çabalayan kız arkadaşı çevresinde dönen hikâye 90’ların kırmızı noktalı televizyon filmlerinden hallice. Oyuncular biraz daha iyi olsa belki biraz fark ederdi ama o da olamayınca film de Paul Schrader hanesine eksi bir puan daha oluyor. Yazar Bret Easton Ellis için de öyle elbette. Yine de filmde onun favori temalarının izlerini sürmek mümkün. Lindsay Lohan da bu filmi kendisi için yeni bir fırsat olarak görmüş belli ki ama kimi eleştirmenlerin film kötü ama Lohan iyi şeklindeki yorumlarına katılamayacağım, o da en az film kadar kötü. Filmin en iyi oyuncusu esasen yönetmen olan ve nereden bu filme dâhil olduğunu çözemediğim Gus Van Sant diyeyim, siz anlayın. Muhtemelen Paul Schrader’i kıramadı bir şekilde. Bu arada Schrader’in de hala Taxi Driver ve Raging Bull’un senaristi etiketinin ekmeğini yemesi de ilginç, aradan 40 yıla yakın zaman geçmiş. Elbette çok iyi senaryolardı ama onları başyapıt yapanın Martin Scorsese olduğu yıllar geçtikçe daha iyi anlaşıldı.

Başroldeki James Deen’i film boyunca nerden hatırlıyorum diye düşünüp İnternet’te ufak bir arama yapınca porno oyuncusu olduğunu görmemin üstünde fazla durmasam iyi olacak galiba… Bu arada porno oyuncularını filmde oynatma olayına karşı olmadığımı söylemeden geçmeyeyim yine de. Catherine Breillat’ın iki filminde Rocco’yu gayet iyi kullandığını, Steven Soderbergh’in The Girlfriend Experience’de Sasha Grey’den hiç fena olmayan bir oyunculuk performansı aldığını unutmamak lazım. Aslında çok uzağa da gitmeye gerek yok, Fatih Akın sayesinde Sibel Kekilli’nin içinde de çok başarılı bir oyuncu yattığını da görmüş olduk. Ama bu filmde James Deen’de kesinlikle iyi oyuncu kumaşı olmadığını görüyoruz, porno sektöründe kendisini ünlü yapan özelliklerinin de bu film için bir önemi yok (lütfen çıplak olarak dolaştığı tek bir sahneyi örnek göstermeyin, son birkaç haftada izlediğimiz filmlerde oyunculuk yeteneği çok daha yüksek olan isimlerin çok daha cesur sahnelerde oynadığını gördük). O zaman filme onu seçmek de gereksiz olmuş.

Locke:

Filmekimi’ne son anda dâhil olan Locke güzel bir sürpriz oldu. 23:15 seansı diye salonu boş bırakan Ankaralılar pişman olabilirler. Film tek mekanda (bir araba), neredeyse gerçek zamanda geçiyor ve perdede tek bir oyuncu görüyoruz. Bir nevi Buried. Yönetmen Steven Knight ve oyuncu Tom Hardy’nin aldığı risk daha büyük ama. Buried adamın sağ kurtulup kurtulamayacağı üzerine kurulu idi ve bu soru filmin sonuna kadar gerilim duygusu yaratıyordu. Burada ise Locke’nin hayatında çok kötü şeyler olurken, o arabayı durdurup çıkmak ya da geri dönmek tamamen karakterin kendi ahlaki kararı. Çünkü karşımızdaki karakter çok bağlı olduğu işini ve sevdiği ailesini bırakıp bir gecelik bir ilişkiden olan çocuğunun doğumuna yetişmeye çalışıyor. Ortada onun açısından bir ölüm kalım meselesi yok yani, yolun herhangi bir yerinde fikrinden vazgeçip işine ve evine dönebilir. Onu engelleyen tek şey vicdanı. Bu tarz bir filmde akıcılığı sağlamak zor ama çok iyi üstesinden gelinmiş. Sadece telefondan duyduğumuz çeşitli karakterlerle yaşanan diyaloglar gayet sağlam. Bir de Locke’nin kendi kendine girdiği monologlar var ki, sanki onlar olmasa daha iyi olacaktı. Bu monologlar sayesinde karakterin çocuğuna sahip çıkma ihtiyacının kendi babası ile yaşadıklarından kaynaklandığını öğreniyoruz ama böyle bir açıklama yapılmasına da çok gerek yokmuş aslında.

0 Yanıt to “Filmekimi Ankara 2013 İzlenimleri – 2. Gün: Kırık Çember, Bir Hurdacının Hayatı, The Canyons, Locke”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 299.426 hits
Ekim 2013
P S Ç P C C P
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: