17 Eki 2013 için arşiv

Altın Portakal 2013 İzlenimleri – 1. Gün: Geçmiş, Theseus’un Gemisi, Köksüz, Meleklerin Coşkusu, Biz Birliğiz: Hacktivistlerin Hikayesi

50. Antalya Altın Portakal Film Festivali geçtiğimiz hafta sona erdi. Ödüller dağıtıldı, kimi ödüller tartışmalar yarattı, ulusal yarışma filmleri üzerine yazılan kimi yazılar apayrı tartışmalar yarattı, genellikle yarışmaya katılan 10 filmden çoğunluğundan memnun kalınmadığı söylendi ama festivalin ulusal yarışma dışında kalan kısımlarında gösterilen filmlerinden pek bahsedilmedi. Hâlbuki bir kısmı Filmekimi ile ortak olan, bir kısmı ise sadece Altın Portakal programında yer alan bu filmler arasında çok iyileri vardı. Bu filmler hakkında yazarak bir boşluğu doldurabilirim sanıyorum. Arada elbette ulusal yarışmada izlediğim filmlerle ilgili yorumlar da olacak. Aslında festival sırasında Twitter’dan beni takip edenler için görüşlerimi yazmıştım ama günde beş film izlemekten buraya aktarmaya vakit kalmamıştı. Filmlerle ilgili daha derli toplu ve genişletilmiş yorumlara ilk günden başlayalım. Festival biteli bir hafta olmuş diyenler olabilir ama ne de olsa filmler eskimez. Hem zaten söz konusu filmlerin büyük kısmı vizyon takvimlerini bekler durumdalar.

Geçmiş (Le Passé / The Past):

Geçmiş festivale çok güzel bir başlangıç oldu. Asgar Farhadi kimi açılardan Bir Ayrılık‘a benzemekle birlikte yine sağlam bir film çıkarmış. Hikâyenin omurgasında yine bir ayrılık var aslında. Ahmed (Ali Mosaffa), Fransız eşi Marie’den (Bérénice Bejo) boşanmak üzere İran’dan Fransa’ya dönüyor ve onun eski eşlerinden olan çocukları ve yeni sevgilisinin oğlu ile beraber yaşamaya başlıyor. Ahmed ve Marie arasında geçeceğini düşündüğümüz hikâye işin içine Marie’nin yeni sevgilisi Samir (Tahar Rahim) ve onun komadaki karısı ile ilgili mesele de girdikçe derinlik kazanmaya başlıyor. Farhadi bir kez daha çok iyi bir senaryoya imza atmış. Karakterlerinin sırlarını yavaş yavaş ortaya çıkardığı, katman katman açılan senaryosu çok başarılı.

Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Bérénice Bejo ve diğer oyunculara da diyecek yok. Asghar Farhadi ve Ali Mosaffa ile film sonrasında bir söyleşi yapıldı. Söyleşide Farhadi’nin de belirttiği gibi film ayrıntıların çok önemli olduğu bir yapım ve bu ayrıntıları vermekte oyuncular da gayet iyi. Bir anlık bir bakışın ya da gözlerini kaçırmanın, huzursuzca yan yana oturuşun anlamları film ilerledikçe daha iyi anlaşılıyor. Dünyaca tanınmış, Oscar dâhil onlarca ödül almış biri olarak Farhadi’nin tavırlarını ayrıca takdir ettim, hiç ben çok büyük yönetmenim havasında değildi, tam tersi çok alçakgönüllü bir tavır sergiledi.

Filmin İran’ın bu yıl en iyi yabancı film dalında Oscar’a gönderdiği film olduğunu da ekleyelim. Bir Ayrılık ile bu ödülü almasalardı bir şansları olabilirdi ama bu kadar yakın aralıklarla İran’a ikinci Oscar’ın gitmesi zor görünüyor. Yine de bir senaryo adaylığı bekliyorum. Bérénice Bejo’nun da adaylık şansı var. İran açısındansa, neredeyse tümü Fransızca olan bir filmi seçmek ilginç ve cesur bir tercih doğrusu.

Bir not olarak belirtmeden geçemeyeceğim. Filmi izlemeden önce Marie’nin kızı Lucie rolündeki Pauline Burlet’in Marion Cotillard’a çok benzediğine yönelik yorumlar okumuştum. Gerçekten haklılarmış. Aslıda belli ki tesadüf de değil bu durum. Çünkü Marie rolünü önce Marion Cotillard oynayacakmış ama zamanlar uyuşmayınca vazgeçilmiş ve Bérénice Bejo rolü almış. Kötü de olmamış ama Cotillard ve Burlet’i anne-kız olarak görmek ilginç olurmuş.

Bu arada filmin muhtemel vizyon tarihi 31 Ocak 2014.

Theseus’un Gemisi (Ship of Theseus):

Bazen çok iyi eleştiriler almış bir filmden umduğunuzu bulamıyorsunuz. Theseus’un Gemisi de böyle oldu benim için. Film birbiri ile bağlantıları uzun süre anlaşılmayan üç hikâyeden oluşuyor. Üç orta metrajlı film bile denebilir. İlk hikâye olan görme engelliyken güzel fotoğraflar çekip sergiler açarken tedavi görüp görmeye başladıktan sonra çekemeyen sanatçı hikâyesi başarılıydı. Hem görsel hem de düşünsel açıdan filmin en iyi bölümü buydu kanımca. Ama açık söylemeliyim keşiş ve borsacı hikâyeleri pek ilgimi çekmediği gibi bu bölümlerde dikkatim de çok dağıldı. Filmi de gereğinden uzun ve dağınık buldum. Yine de görsel yapısı sağlam, ilginç bir film olduğunu söylemeli. Festival çevrelerinde seveni de az değil.

Filme adını veren Theseus paradoksundan bahsetmeden de geçmeyelim. Üzerine düşünmesi hak ediyor çünkü (ki zaten yıllar boyunca pek çok düşünür de konu hakkında fikirler belirtmiş). Soru şu: Zaman içinde parçaları eskidikçe sürekli yenilenerek neticede tüm parçaları değişmiş bir gemi hala aynı gemi sayılır mı, yoksa karşımızdaki yeni bir gemi midir?

Köksüz:

Köksüz bu yıl Adana Altın Koza’da en çok övgü alan filmlerden biriydi. Altın Portakal’a da Uluslararası Yarışma’nın Türkiye temsilcisi olarak katıldı. Filmin anne, iki kızı ve bir oğlundan oluşan bir aile üzerinden akan hikayesi gerçekten başarılı. Ailenin her bir karakterinin sorunları üzerinde durulurken ana çatışmayı büyük kız ve anne arasında kurmuş. Ailenin oğlunun, arkadaşlarından birinin annesi ile yaşadığı kaçamak da çok yapmacık durabilecekken oyuncuların da başarısı ile hiç sakil durmamış. Sadece bu ilişkinin gereğinden biraz fazla uzun sürdüğünü düşündüğümü söyleyebilirim. Senaryosunda ufak tefek sorunları olsa da aldığı övgüleri hak eden, başarılı bir ilk film. Özellikle kurduğu gerçekçi karakterler ve en gencinden en deneyimlisine tüm oyuncuları dikkat çekiyor. Dertleri ve anlattığı esas mesele çok farklı ama aile meselesini didiklemesi açısından Çoğunluk filmini de hatırlattı yer yer. Yılsonuna doğru gösterime de girmesi beklenen Köksüz’ü vizyonda seyircisiz bırakmayın derim.

Filmin sonrasında anneyi oynayan Lale Başar ve arkadaşın annesini oynayan Mihriban Er ile bir söyleşi vardı. Söyleşiden seyircinin genel olarak filmi sevdiğini gördüğümüzü söyleyebiliriz. Özellikle Lale Başar’ın ve söyleşide olmayan Ahu Türkpençe’nin oyunculukları övgü topladı. Ayrıca filmde anne-oğlu oynayan Lale Başar ve Savaş Alp Başar’ın gerçekte de anne-oğul olduğunu öğrenmemiz de söyleşinin ilginç noktalarından biriydi (isimlerden çok net anlaşılıyormuş tabii ki de dikkat etmemişiz).

Meleklerin Coşkusu (Tenshi no Kôkotsu / Ecstasy of the Angels):

Meleklerin Coşkusu geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz, adını sıkça duyduğum ama çok az filmini izlediğim (ki yüzden fazla filmi var) Kôji Wakamatsu’nun bir filmi olarak festivalin merak ettiğim filmlerinden biriydi. Festival kataloğunda deneysel bir film olduğu belirtiliyordu, açık söylemeli, gerçekten tuhaf bir film. Film Japonya’da Amerikan ordusundan silah çalan devrimci bir grubun birbirine düşmesini anlatıyor. Bunu yaparken de bolca cinsellik ve şiddet kullanıyor. Filmin büyük kısmındaki konuşmalar çıplak erkek ve kadınlar arasında geçiyor. Bu nedenle filmi istismar sineması kategorisine almak mümkün belki ama çekilen sahneler de seyirciyi heyecanlandırayım amacı da gütmüyor aslında. Filmdeki devrimci grubun kod adları da ilginç. Grubun ana ismi Yıl iken tüm bölümlerin ve kişilerin kodları mevsim, ay ve günlerden oluşuyor. Elemanların birbirlerinden sürekli olarak Eylül’ün Perşembe’si, Şubat’ın Cuma’sı gibi bahsetmeleri epeyce kafa karışıklığına neden oldu bende. Neticede filmi beğenip beğenmeme konusunda ortada kaldım, ama salonun yarısından çoğunun filmi bırakıp gittiğini söylemeli. Yine de Kôji Wakamatsu’dan birkaç film daha izlemek isterim doğrusu.

Biz Birliğiz: Hacktivistlerin Hikayesi (We Are Legion: The Story of the Hacktivists):

!f’de kaçırdığım Biz Birliğiz’i Altın Portakal’da yakalamak güzeldi. Biz Birliğiz, kendilerini hacktivist olarak tanımlayan Anonymous grubu hakkında gayet iyi bir belgesel. Grubun esasen çok da politik tabanlı fikirden yola çıkarak oluşmadığını ama zamanla buna evrildiğini ve belli başlı aktivitelerini iyi anlatmış. Özellikle kendilerini Anonymous olarak tanımlamaya başlamadan önce hareketin oluşmaya başladığı siteler (özellikle 4chan’dan bahsediliyor) ve topluca yaptıkları kimi sanal eylemlerden bahsediliyor. Belgeselin önemli noktalarından biri de kimi Anonymous üyelerinin kimliklerini açıkça ortaya koyarak konuşmaları. Hoş bunlar çoğunlukla zaten ifşa olmuş, bazı eylemlerden dolayı gözaltına alınmış üyeler. Bir kısmı ise halen gizli kalmayı tercih ediyorlar. Neticede Biz Birliğiz konuya ilgi duyanların izlemesi gereken bir belgesel.

Bu arada Anonymous ile kimi açılardan benzer yerlerde duran, politik duruş gibi kimi açılardan ise epey farklı olan bizdeki Redhack ile ilgili Red belgeselini de benzer bir yapım olarak hatırlatmakta hatta linkini de vermekte fayda var.


Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 299.551 hits
Ekim 2013
P S Ç P C C P
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: