18 Eki 2013 için arşiv

Altın Portakal 2013 İzlenimleri – 2. Gün: Son Adım, Sadece Aşıklar Hayatta Kalır, Bizim de Günümüz Gelecek, Kutlama, La Paz

Son Adım (Pele Akher / The Last Step):

Festivalin ilk gününde izlediğimiz Geçmiş‘de Ali Mosaffa’yı oyuncu olarak takdir etmiştik, Son Adım ile yönetmen ve senaryo yazarı olarak da hiç fena değilmiş dedik. Filmin ölü bir adamın ağzından anlatılan yapısı ilk anda Sunset Bulvarı gibi filmleri akla getiriyor. Ancak filmin sonunda yazdığı ve sonrasındaki söyleşide de belirtildiği gibi asıl esin kaynakları Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü ve James Joyce’un Ölüler kitapları. Filmin önemli unsurlarından biri de olayların sırasının önemsenmeden anlatılması. Daha filmin başında ölü olan karakterimiz olayların sırasını tam olarak hatırlayamadığını söyleyerek seyirciyi bu şekilde bir anlatım tarzına hazırlıyor. Yine de bu kronolojiye uymayan anlatım seyircinin filmi anlaması açısından riskli iken Mosaffa’nın zamanlar ve mekânlar arası geçişleri akıllıca kurması ile sıkıntı yaratmadan ilerliyor. Belli sahne ve replikler var ki, film içinde birkaç kez tekrarlanıyorlar. Ancak bu sahne ve replikler her gördüğümüzde farklı bir anlam kazanıyor ki bu da filmin diğer bir artısı. Ölen karakterimizin eşinin bir sinema oyuncusu olması nedeniyle başta onun hayatına dair olduğunu sandığımız bir sahnenin aslında filmde geçen bir sahne olduğunu anlayabiliyoruz örneğin. Neticede hiç beklentim yokken gayet memnun ayrıldığım bir film oldu Son Adım.

Filmin yönetmeni, senaryo yazarı ve başrol oyuncusu Ali Mosaffa ile diğer başrol oyuncusu ve Leila Hatami’nin katıldığı söyleşi de işin artısı oldu (IMDB’den doğrulayamadım ama film sonundaki yazılarda doğru okuduysam Leila Hatami aynı zamanda filmin sanat yönetmeni). Ali Mosaffa ve Leila Hatami’nin evli olduklarını bilmiyordum. Söyleşide çifti beraberce görmek de güzeldi. Leila Hatami’nin söyleşide çok geri planda kalması biraz erkek baskın bir aile izlenimi verdi ama neyse dedikodu yapmayalım şimdi… Yine de bir magazin notu daha. Leila Hatami’yi iyi bir oyuncu olduğu kadar güzel bir kadın olarak da biliriz, yakından da gerçekten hayran bıraktığını eklemeden geçemeyeceğim.

Söyleşide filmin esin kaynaklarından bahsedildiği gibi Ali Mosaffa şaka yollu olarak filmde en ucuz başrol oyuncusu olarak kendisini bulduğu için oynadığını da söyledi. Aslında başka oyuncularla da deneme çekimleri yapılmış ama istediği sonucu alamayınca, planlanan çekim tarihleri de yaklaşınca kendisi oynamaya karar vermiş. Her ne kadar Geçmiş sonrası uluslararası alanda oyuncu olarak daha çok tanınacağını düşünmek yanlış olmasa da Mosaffa bundan sonra yönetmenliğe daha fazla ağırlık verecekmiş gibi bir izlenim verdi. Ayrıca filmdeki çiftin İran’ın daha modern mahallerinde ve evlerinde yaşaması gerekirken neden eski mahallelerde yaşadıkları sorusuna da İran’da yeni yapılan binaların çirkin ve ruhsuz olduğu, bu yüzden filminde eski evleri göstermek istediği şeklinde yanıt verdi. Türkiye’de bu durumun nasıl olduğunu bilmediğini söylediğinde üzülerek bizde de durumun bu olduğunu belirttik. Bunun dışında bu tip söyleşilerin değişmez sorusu olan Türk sinemasından kimleri tanıyorsunuz sorusuna da bir süredir hemen her yabancı yönetmende olduğu gibi Nuri Bilge Ceylan adını verdi ve Bir Zamanlar Anadolu’da filmini izlediğini söyledi. Ayrıca Zeki Demirkubuz’un adını hatırlayamasa da Yeraltı’nı da izlemiş. Keşke söyleşinin son sorusu Kıvanç Tatlıtuğ’u tanıyor musunuz olmasaydı tabii…

Sadece Aşıklar Hayatta Kalır (Only Lovers Left Alive):

Only Lovers Left Alive‘ı Adana Altın Koza’da izlemiştim. Program uygun olunca Antalya’da ikinci kez izleme fırsatı buldum. Aynı şeyleri yeniden yazmaktansa meraklısı için linkini vereyim: https://sinemamanyaklari.com/2013/09/27/altin-koza-2013-izlenimleri-6-gun-sadece-asiklar-hayatta-kalir-ucan-baliklarin-yazi/

Bu arada Jarmusch’un bu yeni filmine Altın Koza ve Altın Portakal dışında Filmekimi Ankara’da denk geldim (üçüncü kez izlemedim ama). Her üçünde de salon tıklım tıklım doluydu ve izlemek isteyip dışarda kalan da çok kişi vardı. Jarmusch filmleri genelde gösterime girmiyor (en azından 90’lardan beri gösterime giren bir Jarmusch filmi hatırlamıyorum kendi adıma) ama bu kez Türkiye hakları satın alınmış, gösterim tarihi bile belli olmuş. Bu yazının yazıldığı tarih itibariyle vizyon tarihi 14 Şubat 2014 olarak gözüküyor (kaynak: http://www.boxofficeturkiye.com/). Belki tarihi değişir ama M3 Film vizyona sokmamak gibi bir karar almaz sanırım.

Bizim de Günümüz Gelecek (Notre Jour Viendra / Our Day Will Come):

Hakkında çok iyi eleştiriler duymamıştık ama Costa-Gavras’ın oğludur, iyi bir film yapmıştır diye ümitle gittik ama Romain Gavras’ın Bizim de Günümüz Gelecek filmi olmamış hakikaten. Film sürekli dışlanan genç bir adamın kendisi de sorunlu olan bir psikologda baba figürünü bulmasıyla başlıyor ve gelişiyor. Bu ikilinin dışlanma nedenleri ve ortak noktaları kızıl saçlı olmaları. Düz mantıkla baktığınızda gayet saçma bir dışlanma nedeni ama Gavras’ın bilinçli olarak böyle saçma bir nedeni kullandığı açık. Belli ki herhangi bir nedenle, sırf farklı oldukları için dışlanan insanlar için de uydurulan nedenlerin aynı derecede saçma olduğuna dair bir metafor olarak kullanmış. Buraya kadar filmde bir sorun yok. Fakat baba figürü olan Vincent Cassel’in kendisinden defalarca izlediğimiz, artık rüyada bile oynayabileceği psikopat adam tiplemesi devreye girince film zıvanadan çıkıyor. Film bunu yaparken bir eleştiri getirse, altta bir anlam oluştursa tamam da ben onu da bulamadım. Böyle olunca iş anlamsız bir şiddete dönüyor.

Kutlama (Jubilee):

Jubilee için ne demeli bilmiyorum. Derek Jarman’ın ilk dönem filmlerinden biri olan Jubilee festivalin en zorlayıcı ve kafa karıştırıcı filmlerinden biriydi. Filmi tanımlamak için punk kültürü ile yoğrulmuş anarşist bir zaman yolcuğu filmi diyebiliriz belki. Ama işin içinde Shakespeare de var, medya eleştirisi de. Filmi sinema perdesinde izlemekten gayet memnun kalmakla birlikte Jarman bir kısmını anladığım ama çoğunu kavrayamadığım o kadar çok konuya değinmiş ki anlatmak istediklerinin herhalde küçük bir yüzdesini kavrayabildim. Yine de filmi tam olarak kavrayamadığımı belirtsem de en az bir kere izlenmesi gereken bir film. Çok sevecek olmanız da mümkün.

Jarman adı geçince hep söylediğim bir şey var. Blue‘yu gösterecek delikanlı bir festival arıyorum. Merakım, filmin sonunda salonda kaç kişi kalacağı… (yıllar önce sanırım İstanbul ve Ankara’da gösterilmiş ve epey de izleyeni olmuş aslında)

La Paz:

Günün son filmi olarak diğer salondaki Gloria yerine La Paz’ı seçerken yanlış bir karar verdiğimi biliyordum aslında ama Gloria‘yı başka bir yerde yakalarım diye umuyorum. Hastaneden taburcu olurken gördüğümüz Liso’nun sonraki hayatını anlatan La Paz kötü bir film değil belki ama öne çıkan bir tarafı da yok. Film Liso’nun annesi anneannesi ve hizmetçileri ile olan ilişkileri üzerinden yol alıyor. Filmin geneli ve başrolde Lisandro Rodríguez’in performansı boşlukta kalmışlık ve amaçsızlık duygusunu iyi veriyor aslında ama film bir türlü tatmin edici bir noktaya varmıyor kanımca. Filmde gerekli olmadığını düşündüğüm çok şey de vardı. Mesela filmin bölümlere ayrılmış olması ya da film içinde ayrı bir hikâye oluşturan silah meselesinin gelişimi çok anlamlı gelmedi bana. Sonuçta da festivalin çok iz bırakmayan filmlerinden biri olarak kaldı.


Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 299.428 hits
Ekim 2013
P S Ç P C C P
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: