19 Mar 2010 için arşiv

Ankara Film Festivali 2010 İzlenimleri – 8.Gün: Kanlı Taht, Arkabahçe

Kanlı Taht (Kumonosu-jô / Throne of Blood):
Festivalin bitmesine kısa bir süre kala bir Akira Kurosawa filmini daha beyazperdede izleme fırsatı bulduk. Tıpkı bir önceki gün izlediğimiz Yojimbo gibi daha önce izlenmiş olsa da tekrar keyifle izlenen filmlerdendi Kanlı Taht. Kurosawa bir kez daha batılı bir kaynaktan yola çıkarak onu Japonya topraklarına uyarlıyor. Bu kez Shakespeare’in Macbeth’i söz konusu eser.

Shakespeare’in en iyi metinlerinden biri sayılan ve insan ruhundaki hırsı çok başarılı şekilde betimleyen, vicdan azabı ve suçluluk duygusunun insanın peşini bırakmamasını anlatan bu metin o kadar güçlü ki Kurosawa ana izlek içinde çok fazla bir değişiklik yapmıyor aslında. Ama Shakespeare’de esas güçlü olan doğal olarak kelimelerken burada kelimelerin yerini görsellik alıyor. Öyle ki bazı sahnelerde konuşmaya bile gerek kalmıyor. Mesela Kurosawa’nın favori oyuncusu Toshirô Mifune’nin canlandırdığı Washizu’nun (Macbeth olarak okuyunuz) karısı tarafından cinayete ikna edildiği sahne bir harika. Mifune yakından tanıdığımız o hareketli vücut diliyle huzursuz bir şekilde oradan oraya koştururken karısı sabit bir şekilde hiç hareketsiz oturuyor, öyle ki konuştuğunda ağzı bile hareket etmiyor neredeyse. Adeta orada şeytani bir varlık gibi duruyor. Hatta o da vicdan azabını hissetmeye başlayana kadar film boyunca duruşu bu şekilde. Diğer bazı Macbeth uyarlamalarındaki cinsellik yüklü Leydi Macbeth yorumlarının tersine daha ürpertici bir yaklaşım.

Tabii ki bir de finaldeki efsanevi ölüm sahnesi (ki burası orijinal metinden biraz farklı gelişiyor). Bu sahne ile ilgili yeni öğrendiğim bir bilgi. Mifune’nin yüzündeki korku ifadesinin yakalanabilmesi için bu sahnede tecrübeli okçular tarafından atılan gerçek oklar kullanılmış (tabii ki en son ok dışında). Ciddi bir risk ama sonuç çok başarılı. Ayrıca film sırasında Mifune’nin muhafızları oynayan oyunculardan birini ciddi şekilde yaraladığı da biliniyor, üstelik koruma tedbiri alındığı halde. Çünkü o sahnelerde de gerçek kılıçlar kullanılmış.

Kanlı Taht, Shakespeare-Kurosawa birlikteliğinin çok iyi bir örneği ama daha da iyisi için bir Kral Lear uyarlaması olarak Ran’ı da mutlaka görmeli.

Arkabahçe (El Traspatio / Backyard):
Meksika’da ve bölgedeki diğer ülkelerde cinsel suçlara maruz kalıp öldürülen pek çok kadın olduğunu biliyoruz, pek çok kadın da kayıp ilan ediliyor. Arkabahçe de bu konuyu merkezine alan bir polisiye. İki hikaye üzerinden yürüyor film. Bir tarafta bölgeye yeni tayin olmuş bir kadın polisin olayları soruşturmasını izliyoruz, bir yandan da yine bölgeye yeni gelmiş ve uluslararası bir fabrikada ucuz işgücü olarak çalışmaya başlayan bir genç kızın hayatına tanıklık ediyoruz. Kaçınılmaz olarak bir yerlerde kesişiyor bu iki hikaye.

Doğrusu hikayenin Hollywood polisiye filmlerinden biraz daha farklı geliştiği söylenebilir ama benzerleri arasında çok da öne çıkan bir özelliği yok. Eski festivallerden birinde çok benzer bir film izlemiştik. Şu an adını hatırlayamadığım o film de benzer bir konu anlatıyordu (öldürülen ve kaybolan kadınların sayısı gerçekten ciddi seviyelerde olunca aynı konuda birden fazla film çıkmasına şaşırmamak gerek). Orada da kurbanlar ucuz işçi olarak çalışan kadınlardı çoğunlukla ve bu sefer belli otobüslere binen kadınlar öldürülüyordu. O film daha çok etkilemişti beni.


Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 301.306 hits
Mart 2010
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: