16 Mar 2010 için arşiv

Ankara Film Festivali 2010 İzlenimleri – 5.Gün: Kırmızı Adamların Toprağı, Estamira, Nisan Gözyaşları, Emma Blank’in Son Günleri, Öteki Yaka

Kırmızı Adamların Toprağı (La Terra Degli Uomini Rossi / BirdWatchers):
Brezilya’nın egzotik güzelliklerini görmek için tura çıkan Avrupalılar bir tekne ile nehri geçerken bir grup yerli ile karşılaşırlar. İlginç makyajları ve yarı çıplak görüntüleri ile bu yerliler uzaktan onları incelemektedir. Sonra bir takım sesler çıkarıp Avrupalılara doğru mızraklarını atarlar (ama bu tehdit edici bir durum değildir, mızraklar aslında epey uzağa atılmıştır). Avrupalılar gittikten sonra yerliler de ormanın içine doğru ilerlerler. Burada bir araç onları beklemektedir. Aracın başındaki kadından bir miktar para alıp t-shirtleri giyip evlerine doğru yola çıkarlar. Her şey Avrupalıların turu için yapılmış bir göz boyamadan ibarettir aslında.

Bu güzel girişle başlayan Kırmızı Adamların Toprağı, Brezilya’daki yerlilerin yaşamına götürüyor bizi. Buradaki yerliler modern çağın gereklerine uygun bir yaşam sürmektedirler ama sadece kendilerine ayrılan korunaklı bölgede yaşamalarına izin verilmiştir. Bu bölge dışına çıkıp bir yerleşim yeri kurmaları yasaklanmıştır. Bu bölge dışındaki dükkanların büyük bir kısmı yerlilere satış bile yapmamaktadır. Ancak yerlilerin barınmalarına izin verilen topraklar onların atalarının toprağı değildir. Daha verimli bu topraklar Brezilyalı para babalarının elindedir. Ama atalarının topraklarında yaşamak isteyen bir grup yerli ile beyaz adamın çatışması kaçınılmazdır.

Film aslında çerçevesini çok büyütmeden zengin bir aile ile onların topraklarının yakına yerleşen bir grup yerli arasındaki gerilim dozu giderek artan ilişkilere odaklanıyor. Bir yandan da yerlilerden şaman olma yolunda giden bir gençle zengin ailenin kızı arasındaki yakınlaşmaya tanık oluyoruz. Belirgin şekilde yerlilerden tarafta olan film gayet doğal bir anlatım ve aksamayan bir sinema dili tutturmuş. Ortalamanın üzerinde bir film.

Estamira:
İşte sadık festival seyircilerini ikiye bölen bir film. Onlarca ödülü olan bu filmden beklentiler epey yüksekti. Filmin sonunda konuştuğumda gördüm ki festival takipçilerinin bir kısmı filmden büyülenmiş, bir kısmı ise çok sıkılmış, salonu yarısında terketmiş ya da sonuna kadar beklese de beklediğini bulamamıştı. Doğrusu ben salonu terketmesem de çok sıkılan grup arasında yer alıyorum.

Ne anlatıyor peki bu film. Bir belgesel esasen. Uzunca yıllardır Brezilya’nın çöplük alanlarından birinde yaşayan ve burada çalışan 63 yaşındaki Estamira adlı bir kadınla yapılan söyleşilerden ve günlük hayatında onu takip eden kameranın tesbit ettiği görüntülerden oluşuyor film. Çok güçlü bir karakter Estamira. Belirleyici bir özelliği de şizofren olması. Böyle bir kadınla tanışan bir belgeselcinin onu bir filme dahil etme çabasını anlamak kolay. Gerçekten duruşu ve konuşmaları ile sizi etkileyecek bir kadın. Yönetmen Marcos Prado da belli ki kadından çok etkilenmiş ve onunla yaptığı söyleşilerin hiç bir anını atmaya kıyamamış adeta. Sonuçta ortaya 121 dakikalık bir film çıkmış ki filmin temel sorunu da bu bence. Eldeki materyalden 30-50 dakika arasında orta metraj bir film çıksaymış gayet güzel olurmuş ama bu şekilde sürekli aynı temalar üzerinde dönüp dolaşılıyor.

Nisan Gözyaşları (Käsky / Tears of April):
Nisan Gözyaşları, 1918’deki Fin iç savaşının bitiminde galip gelen Beyazlar ve yenilen Kızıllar arasında yaşananları bir kaç karakter üzerinden anlatıyor. Kızıllar arasında pek çok kadın da var ve filmin başında bir grup kadının mahkemeye çıkarılmak üzere nakil edilmelerini görüyoruz ve bu sırada aralarından birine kazanan taraftaki askerlerin tek tek tecavüz ettiklerini görüyoruz. Görmüyoruz ama diğer kadınlara da aynı şeyin yapıldığını tahmin etmek güç değil. İşleri bittikten sonra da nakil işiyle uğraşmak istemeyen ve zaten kadınların suçlu bulunup ölüm cezasına çarptırılacağından emin olan askerlerin lideri (ki büyük ihtimalle gerçekten de mahkemenin sonucu böyle olacaktı) onları kaçmış gibi göstererek hepsini öldürüyor.

Bu olaylar sırasında diğer askerlere karşı çıkan, tecavüzün yanlış olduğunu düşünen, adil bir mahkemeye inanan Aaro Harjula isimli bir asker de var içlerinde. Bu asker kadınlardan birinin ölmediğini farkediyor (ki filmin ana karakterlerinden biri olduğu için en başta tecavüze uğradığını gördüğümüz kadın da bu) ve kendi başına onu yargılanacağı yere götürmek üzere yola çıkıyor. Bu arada kadın defalarca kaçma teşebbüsünde bulunuyor ve bunlardan birinin sonucunda kendilerini bir adada buluyorlar. Bu arada aralarında bir yakınlaşma da oluyor. Ama burada uzun süre kalmıyorlar ve Harjula halen adını bilmediği kadını askeri savcıya teslim ediyor. Bu noktada filmdeki en ilginç ve belki de biraz abartılı olan karakterlerden askeri savcı Emil de hikayeye dahil oluyor ve sivilde şair olan ama savaşta ölüm emirlerine imza atan bu karakter filmin akışını epey değiştiriyor.

Karakterler arasındaki ilişkiler, tüm bir hikaye yapısı çok başarılı bir şekilde oluşturulmuş. Belki askerle kızın yakınlaşması biraz hızlı bulunabilir ama eğreti de durmuyor film içinde. Bu arada filmin kimi ayrıntıları da son derece başarılı. Mesela asker, kızla beraber olmayı istemezken bunu gerçekten yanlış olduğunu düşündüğü için yapıyor. Yoksa gerçekten de bu güzel kızdan etkilenmemek mümkün değil, üstelik o da bulunduğu durumdan kurtulmak için cinselliğini kullanmaktan çekinmeyen bir karakter. Böyle anlardan birinde kızla birlikte olmayan askerin dışarı çıkıp mastürbasyon yapması ince ve başarılı bir detaydı.

Seanryonun başarısı dışında filmdeki görüntüler, müzik kullanımı gibi yan unsurlar da son derece başarılıydı. Festivalin öne çıkan filmlerinden biri oldu benim için.

Emma Blank’in Son Günleri (De laatste dagen van Emma Blank / The Last Days of Emma Blank):
Çok yakında ölmesi beklenen evsahibesi Emma Blank ve ne kadar saçma olursa olsun onun her dediğini yapmak için uğraşan uşakları. Belli ki kadının bir an önce ölmesini bekliyorlar ve bu ölümün sonucunda kendilerine önemli bir para kalacağını düşünüyorlar, başka türlü bu eziyete dayanılmaz çünkü. Bir de evin Theo adlı bir köpeği var. Bir saniye. Bu köpek aslında bir insan(!). Evet, belli ki o da o mirastan payını bekleyerek köpek rolü yapıyor. Ama rolüne de pek sadık. Emma Blank bakmazken bile rolüne devam ediyor.

Gayet enteresan bu kara komedi ilerledikçe evsahibesi ve uşaklar arasında gözle görünenden fazlası olduğunu farketmeye başlıyoruz ve farklı akrabalık ilişkileri ortaya çıkmaya başlıyor ve tek rol yapanın Theo olmadığını görüyoruz. Uşaklık yapmak da bir rol olabilir mesela. Hikayenin bir noktasında olaylar bir anda değişiyor ve film ciddi bir dönüşüm geçiriyor. Ne olduğunu açık etmeyelim bu olayın.

Emma Blank’in Son Günleri, gerçekten iyi yazılmış ve iyi oynanmış bir film. Keyifle de izleniyor ama oluşturulan karakterler, onlar arasındaki ilişkiler ortaya çok daha iyi bir film çıkabileceğinin ipuçlarını veriyor. Büyük bir potansiyeli çok iyi değerlendirememiş bir film diyebiliriz.

Öteki Yaka (Gagma Napiri / The Other Bank):
Henüz küçücükken Abazya’dan ayrılmak zorunda kalan, annesi ile yaşayan Tedo, annesinin hayatlarını sürdürebilmek için yaptığı işten rahatsızdır ve annesinin işini bırakması için ufak tefek suçlar işlemektedir. Henüz 12 yaşındaki Tedo başına gelenlerin ve öğrendiklerinin yönlendirmesi ile Abazya’da geride bıraktıklarını babasını bulmak üzere tek başına bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta pek çok farklı karakterle karşılaşır.

Bu kısa özetten anlaşılabileceği gibi Öteki Yaka’ya belli bir yerden sonra bir yol filmi demek yanlış olmaz. Filmin Gürcistan’ın geldiği noktadan ve yaşadığı çatışmalardan rahatsız bir yönetmenin elinden çıktığı da açık. Zaten film sonundaki söyleşide de yönetmen buna vurgu yaptı. Filmin kilit noktalarından biri de küçük oyuncu Tedo’nun performansı (gerçek adı da Tedo). Yönetmenin uzun aramaları sonrasında tesadüfen karşısına çıkmış ve yaşadığı dağ köyünden hiç ayrılmamış bir çocuktan bu performansı alabilmek gerçekten büyük başarı.

Film olarak da sağlam bir film Öteki Yaka. İzlenmeye değer kesinlikle ama bir ülkenin durumunu ya da yaşanan bir sorunu bir çocuk üzerinden anlatma olayı o kadar çok yapıldı ki bunu bir tür olarak kabul edersek bu tür içinde öne çıkacak bir özelliği olmadığını da kabul etmek lazım.


Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 301.306 hits
Mart 2010
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: