Onur Savaşı (Jagten / The Hunt):
Onur Savaşı Antalya’da izlediğim en iyi filmlerden biriydi. Uzun zamandır bir Thomas Vinterberg filmi izlememiştik, iyi oldu. Film bir anaokulu öğretmeninin çocuk tacizi ile suçlanmasını ve sonrasında en yakın arkadaşlarının gözünde bile suçlu olarak damgalanmasını anlatıyor. Vinterberg, yargının aklamasının toplumun gözünde günah keçisine dönmüşseniz sizi temize çıkarmadığını, toplu histerinin nasıl yayıldığını güzel anlatmış. Aynı zamanda filmi izlerken çocuk tacizi ile ilgili konularda mutlaka konu ile ilgili deneyimli, çocuk psikolojisinden anlayan kişilerin görev alması gerektiğini de anlıyorsunuz. Ufak bir yanlış anlama hem çocuk, hem de konunun diğer tarafındaki kişi için vahim sonuçlar doğurabilir.
Cannes’da bu film ile en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Mads Mikkelsen her zamanki gibi zaten iyi ama onu tacizle suçlayan kız olarak kilit rolü olan küçük kız Annika Wedderkopp da çok başarılı.
Konvoy (The Convoy):
Bu yıl Antalya’da saat 15’de gösterilen filmlerde genelde uyuklamış olmam ya uyku düzenimin kötülüğünü ya da o saatteki filmlerin vasatlığını gösteriyor galiba. Doğruyu söylemek gerekirse Konvoy da bu kaderi paylaştı. Film, kızını öldürmekle suçlanan, psikolojisi son derece bozuk bir askerin hırsızların peşine düşmesini anlatıyor. Çıldırmanın eşiğindeki askeri oynayan oyuncuyu beğendim ama film onun dışında çok iz bırakmadı. Neyse ki geçen sene olduğu gibi jüri büyük ödülü verip işte senin uyukladığın film böyle iyi bir film demedi.
Miras (Inheritance):
Hiam Abbass oyuncu olarak sevdiğim bir isim. Yönetmen olarak da Miras filminde hiç fena bulmadım. Film önce bir düğün, sonra hastalık nedeniyle bir araya gelen Filistinli bir ailenin hikayesini anlatıyor. Ön plandaki hikaye ailenin bir İngilizle aşk yaşayan kızları üzerine kurulu ama ailenin tüm bireyleri ince ince irdelenmiş. Hepsinin ikircikli tavırları, yaşadıkları sorunlar, bunların gelenekler ve dinle olan ilişkileri üstünde durulmuş. Bir yandan da kaçınılmaz olarak barış dönemi de olsa sürekli olarak tekrar başlamak üzere olduğu hissedilen çatışmaların baskısını hissediyorsunuz. Başarılı bir yapım. Miras gösterime girmezse önümüzdeki yıl Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali için de iyi bir seçim olabilir. Akıllarda bulunsun.
Görünmeyen:
Ali Özgentürk’ün Görünmeyen filmi Ankara’ya uğramamıştı, ben de Antalya’da yakalama fırsatı buldum. Film 1930’larda ülkemizden halk müziği örnekleri toplamak üzere çalışmalar yapan Bela Bartok’un hikayesi ve günümüze yansımaları üzerine. Vizyona girdiğinde sadece 214 seyirci toplamış. Ciddi sıkıntıları olduğu kesin ama iyi bir tanıtım kampanyası ile kesinlikle daha çok seyirci çekebilirdi. Bu arada Özgentürk film sonrasında katıldığı söyleşide nedense filmin vizyona girmediğini vurguladı (vizyona girip 214 seyirci çektiği bilgisi Box Office Türkiye sitesinden).
Filmin en büyük sorunu bugünde geçen hikayesi bence. Bu kısmın hikayesi de oyunculukları da Bela Bartok hikayesine göre çok zayıf. Genel olarak da özellikle oyunculuk stilinde bir sıkıntı var. Doğal mı olsun, gerçeküstü bir hava mı versin karar verilememiş gibi. Yine de Udo Kier’i bir yerli filmde görmek, hatta onu türkü eşliğinde oynarken izlemek bir keyifti.
Aslında oyunculuktaki sorunu dolaylı olarak Ali Özgentürk’ün de belirttiğini söylemek mümkün. Filmdeki oyuncuları överken sadece geçmiş dönemin hikayesinde yer alan oyuncuların adını andı ve bazı oyunculardan da istediğim performansı alamamış olabilirim dedi. Özgentürk ilk yazdığı senaryonun Bela Bartok ile ilgili olduğunu, bu hikaye çok ilgisini çektiği için yıllar içinde 17 kez tekrar yazdığını, sonunda bu hale geldiğini söyledi. Hatta Bartok ile ilgili dünyadaki en büyük arşivin kendisinde olduğunu tahmin ettiğini de belirtti. Bu anlamda bu proje için Özgentürk’ün hayatının projesi denebilir. Keşke daha iyi bir film ortaya çıksaymış. Son olarak filmdeki “Zeki Ökten Kıraathanesi” hoş ve duygulandıran bir ayrıntıydı. Bu ince düşünce için tebrikler.
0 Yanıt to “49. Antalya Altın Portakal İzlenimleri – 5. Gün: Onur Savaşı, Konvoy, Miras, Görünmeyen”