Filmekimi Ankara 2014 İzlenimleri – 1. Gün: Pasolini, Whiplash

Pasolini:

Pasolini

Farklı alanlarda ünlü olan insanların hayatları sinemada pek çok kez karşımıza çıkıyor. Bu kez sırada Pasolini var. Ancak Abel Ferrara, Pasolini’yi ele alırken daha klasik biyografilerde olduğu gibi yönetmenin hayatını, çocukluğundan ölümüne kadar izleme yoluna gitmemiş. Sadece hayatının son dönemini anlatmış. Bu nedenle Pasolini’yi tanımayan birisi için filmin birçok yeri anlamsız gelebilir. Hoş sinema meraklıları dışında Pasolini filmine giden çok kişi de bulamayız herhalde.

Ferrara’nın ilk başarısı oyuncu seçiminde. Willem Dafoe fiziksel olarak çok iyi bir Pasolini olmanın yanında rolün içini de doldurmuş. Bir süredir çoğunlukla Hollywood filmlerinde yan rollerde hatta neredeyse konuk oyuncu gibi gördüğümüz (örn: The Fault in Our Stars), onlarda da otomatiğe bağlamış gibi duran Dafoe, bu kez kendine göre bir rol bulmuş. Filmin başında İngilizce konuşması rahatsız edici olsa da zamanla ona da alışıyorsunuz.

Ferrara, Pasolini’yi anlatırken onun gerçek sözlerinden, yazılarından ve yarım kalan projesinden yola çıkmış. Filmde Pasolini’nin düşüncelerini en açık şekilde gördüğümüz anlar bir gazeteciyle yaptığı söyleşi. Filmin sonundaki yazılardan anladığımız kadarıyla buradaki cümleler Pasolini’nin kendi sözleri. 40 yıl önce söylenen sözler olduğu halde günümüzde hala geçerliliğini koruyan sözler bunlar. Zaten büyük ihtimalle bu yüzden filmde aynen kullanılmış olmalı.

Filmin diğer bir odak noktası ise Pasolini’nin yarım kalan projesi. Burada Ferrara bu projenin kimi kısımlarını Pasolini’nin tarzına sadık kalarak çekme yoluna gitmiş. Burada Pasolini’nin kâğıda döktüklerini film içinde film mantığı ile izliyoruz ve keşke ondan yeni filmler de izleyebilseydik diyoruz.

Pasolini’nin gündelik hayatında ailesi ve dostları ile olan ilişkileri ise filmin zayıf karnı. Bu kısımlar yeterince derinleşemiyor ve Maria de Medeiros’un canlandırdığı Laura Betti bile onun hayatına ufaktan dokunan tipler olarak kalıyor. Belki bir tek annesinin hatırı sayılır bir yer kapladığını söyleyebiliriz.

Neticede dört dörtlük bir film olmasa da Filmekimi’nin Ankara ayağına iyi bir başlangıç oldu Pasolini.

Whiplash:

Whiplash

Sert ama altın kalpli öğretmen öyküleri sinemanın çok sevdiği, ısıtıp ısıtıp önümüze sürdüğü öyküler. Çoğunlukla sporla ilgili filmlerde görüyoruz bunları ama müzik ve dans filmlerinde de görmek mümkün. Hatta aynı hikâyenin çeşitlemelerini polisiye filmlerde ya da savaş filmlerinde bile görmek mümkün. Whiplash’in de hikâyesi ana hatlarıyla bu kalıbı takip ediyor gibi gözüküyor. Gelmiş geçmiş en iyi davulcular arasına girmek isteyen konservatuar öğrencisi genç Andrew, sertliği ile ün salmış ama çok iyi bir öğretmen olduğu da bilinen Fletcher’ın orkestrasına giriyor ve olaylar gelişiyor. Doğrusu filmin özetinden ve fragmanından belli olan bu girişten sonra Whiplash’den beklentim iyi oynanmış ama klasik bir sert öğretmen hikâyesiydi. Temelde öyle aslında ama senaryo, karakterleri oldukça uç noktalara sürüklediği gibi doğru yerlerde doğru hamleleri yaparak filmi üst seviyeye çıkartıyor.

Fletcher filmin en başından beri kendisine korku ile bakılan bir figür. Öğrencileri ile çok kısa anlarda yakınlaşsa da tüm eğitim anlayışı korkutma, aşağılama ve psikolojik baskı kurma üzerine kurulu. Bir noktadan sonra Fletcher’ın bunları gerçekten öğrencilerini motive etmek için mi yaptığını yoksa o bahaneyle içindeki psikopatı mı ortaya çıkardığını çözemiyorsunuz. Bir ara film bunun yanıtını veriyor gibi gözükse de finale doğru tekrar sizi kararsız bırakacak bir hamle yapıyor. J.K. Simmons, ağzından çıkan cümlelerin yarısı ırkçı ve homofobik küfürler olan bu karakteri müthiş bir başarıyla canlandırmış. İlk anlarda bu küfürler komik gelse de zamanda perde karşısında sizi de gerim gerim geriyor. Oscar adaylığı şimdiden kesin, alması da muhtemeldir. Karşısında yer alan Miles Teller da kötü değil, özellikle bateri setinin başında fiziksel olarak da kendinden çok şey vermiş ama Simmons her anlamda eziyor geçiyor genç meslektaşını.

Filmin başarılı noktalarından biri de klişelerden mümkün olduğu kadar kaçınmış olması. Bu tür filmlerin olmazsa olmazlarından baba-oğul ilişkisi ya da gönül meseleleri bu filmde de var. Nedir genel beklenti? Filmin başında ailesi ile sorunlu ilişkileri olan genç finalde bu ilişkileri de toparlar. Ayrıca yine filmin başında ya çok çekingendir ve hiçbir kızla ilişkisi yoktur ya da daldan dala konmaktadır, finalde öğretmeninin de tavsiyeleri ile kalbini kaptırdığı kızla kalıcı bir ilişkiye doğru ilerler. Ne olduğunu söylemek olmaz şimdi ama filmde her iki ilişki de bu klişelere uygun gelişmiyor diyelim.

Son olarak filmdeki müzik ve görüntülerin uyumuna dikkat çekmek lazım. Hikaye gerektirdiği için filmde pek çok caz parçası dinliyoruz, hatta bazılarını defalarca. Bu parçaların çalınması ve provası sırasında perdede gördüğümüz görüntülerin müzikle uyumu çok iyi. Bu anlamda filmin kurgusunu yapan Tom Cross’a da şapka çıkarmak lazım.

Whiplash sinemaseverler dışında konservatuar öğrencilerinin hatta sanatın her dalıyla uğraşanların da görmesi gereken bir film. Yetenek bir yere yere kadar, esas olan kan ve gözyaşı mesajını da veriyor (kelimenin tam anlamıyla).

0 Yanıt to “Filmekimi Ankara 2014 İzlenimleri – 1. Gün: Pasolini, Whiplash”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 301.032 hits
Ekim 2014
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: