22 Eki 2014 için arşiv

Filmekimi Ankara 2014 İzlenimleri – 3. Gün: Timbuktu, Turist, Beyaz Tanrı, Geronimo

Timbuktu:

Timbuktu

Timbuktu, radikal İslamcıların iktidarı ele geçirdiklerinde neler yapabileceklerini anlatan bir film. Varsayımlara dayanan bir film de değil üstelik. Timbuktu gibi pek çok yerde şeriat yasaları öne sürülerek pek çok şeyin yasaklandığını biliyoruz (müzik ve futbol da buna dâhil). Kadınların şeriata uygun giyinmesi zorunlu tutulduğu gibi (ne iş yaparlarsa yapsınlar eldiven giymeleri de bu kurallardan biri) erkeklerin kıyafetlerine de müdahale ediliyor. Yakın zamanda İŞİD’den de biliyoruz ki kuralları uygulamayanlara uygulanan ceza da çoğunlukla ölüm oluyor. Afrika sinemasının önemli isimlerinden Abderrahmane Sissako da bu konuya dikkat çekmek istemiş.

Timbuktu için kötü film diyemem belki ama mesaj kaygısı sinema kaygısının önüne geçmiş diyebilirim. Sissako, bölgedeki halkın zaten yakından bildiği, bizim gibi olaya biraz daha aşina olanların ise ne noktaya gidebileceğini tahmin ettiği gelişmeleri, durumun çok farkında olmayan geniş kitlelere anlatmak istemiş belli ki. Sadece radikal islamın ne noktaya varacağını göstermekle de kalmamış, gerçek İslam bu değil demek için radikallerin karşısına aklıselim bir din adamını da koymuş ve bir tartışma açmış. Bu uzun tartışmalar da filmin mesaj kaygısı güçlü yanını destekliyor. Ama durumun bizim açımızdan bilmediğimiz ya da tahmin etmediğimiz bir şey içerdiğini söylemek güç.

Kimi yan karakterlerin hikâyelerinin de yeterince geliştirilmediğini söylemek mümkün. Yine de filmin biraz oryantalist bir hava içerse de gayet iyi çekilmiş bir yapım olduğunu söylemek lazım. Özellikle futbol sahnesindeki sinema duygusunu da unutmamak lazım. Bu hava tüm filme yayılsa ortaya çok daha iyi bir yapım çıkacakmış.

Turist (Force Majeure):

Turist (Force Majeure)

Turist yurtdışı festivallerde gösterildiğinden beri hakkında hep olumlu yorumlar duyduğumuz bir filmdi. Filmekimi’nin de en iyi filmlerinden biri olmasını bekliyorduk. Bu yüzden beklenti yüksekti. Farklı filmlerle ilgili defalarca yazdığım gibi beklentinin yüksek olması bazen filmden keyif almanızı engelliyor. Turist için bu durum geçerli olmadı. Karşımızda gerçekten yüksek beklentiyi karşılayacak son derece iyi bir film var.

Her ne kadar filme ilgili iyi yorumları takip etsem de filmin konusu ile ilgili mümkün olduğunca az şey öğrenmeye çalışmıştım (bu şekilde düşünenlerin zaten şu anda bu yazıyı okumadığını düşünerek aşağıda biraz detay vereceğim). Bu nedenle filmle ilgili basit özetler dışında görsel olarak en büyük bilgim, buraya da aldığım çığ sahnesi idi. Bu sahneden yola çıkarak filmin ana temasının bir doğal afet karşısında bir ailenin kurtulma çabası ve kendileri ile hesaplaşmaları olacağını düşünüyordum. Ancak daha filmin ilk 15-20 dakikasında anladığımız üzere yönetmen Östlund, karakterlerini hiçbir zaman gerçek bir ölüm tehlikesi ile yüz yüze getirmiyor. Gördüğümüz çığ sahnesi, karakterlerimizin kış tatillerini geçirmek üzere kaldıkları otelde planlı olarak yapılmış bir atraksiyon. Sadece planlanandan biraz daha ileri gidiyor. Filmin başında gayet yapay durduğu özellikle vurgulanan anne, baba ve iki çocuktan oluşan mutlu aile tablosuna ilk görünür darbe de ölümle burun buruna geldiğini düşünen baba karakterinin yaptığı hareket ile geliyor. Tomas üzerinde hiç düşünmeden tümüyle anlık verdiği bir kararla (hatta karar da değil, kendini koruma içgüdüsüyle) karısı ve çocuklarını masada bırakarak tek başına kaçmaya çalışıyor. Ortada gerçek bir ölüm tehlikesi olmadığı için bu hareketin görünürde bir olumsuz etkisi olmuyor ama karısı Ebba’nın durumdan hiç hoşnut olmadığı hemen belli oluyor.

Turist anlık bir karardan yola çıkarak özelde bir ilişkinin anatomisine hatta genelde erkeklik halinin sorgulanmasına giden çok sağlam bir film. Özellikle Tomas-Ebba çiftinin tartışmasına arkadaşları Harry ve Vera da dâhil olduğu andan itibaren olay çok daha genel bir hal alıyor. Harry’nin arkadaşını korumamak için öne sürdüğü son derece saçma bahaneler adeta bir erkek dayanışmasının göstergesi gibi. Sanki arkadaşlarının tartışmasında erkek yenilirse kendisi de yenik sayılacak. Yönetmen Östlund birkaç yan karakter dışında neredeyse tümüyle bu dört karakter arasında geçen hikâyede insanı her an diken üzerinde tutan bir atmosfer yaratmayı başarmış. İşin ilginci bu sahnelerin içine bazen kahkahalarla güldürecek bir mizahı katmayı da ihmal etmemiş. Örneğin sinirlerin yay gibi gerildiği bir anı öyle bir şekilde kesmiş ki insanın gülerken sinirleri de bozuluyor. Ayrıca, film senaryo ve oyunculuktaki başarısının yanında görsel olarak da son derece başarılı. Karakterlerin adeta bir boşluğun ortasında kendileri ile baş başa kaldıkları bembeyaz dağ başı ya da kalabalığın ortasında yalnız kalınan otel gibi mekânlar da incelikli düşünülmüş.

Turist’teki meselenin çok benzerini başka bir filmde gördüğümüzü de hatırlatmadan geçmeyelim. Geçen yıl vizyona da giren Yalnız Gezegen, benzer bir konuyu daha sessiz ve içe dönük bir sinema ile anlatmayı seçiyordu. Turist benzer bir çıkış noktasından çok daha olgun bir sinema çıkarmış.

Yılın en iyi filmleri listelerine girmesi şaşırtıcı olmayacak olan Turist’in bizim açımızdan bir olumsuz tarafı olabilir. İsveç başarılı bir Oscar kampanyası düzenlerse Yabancı Dilde En İyi Film dalında Kış Uykusu’nun en büyük rakibinin Turist olması muhtemeldir.

Beyaz Tanrı (Fehér Isten / White God):

Beyaz Tanrı (Fehér Isten / White God)

Beyaz Tanrı aslında hikâyesinin genel kalıplarını iyi bildiğimiz bir film ama ilerledikçe festivalin en etkileyici filmlerinden biri olmayı başarıyor. Filmimiz anne babaları ayrı 13 yaşındaki Lili ve köpeği Hagen’in annesi şehir dışına çıktığında çok da iyi anlaşmadıkları babası ile birlikte yaşamak zorunda kalması ile başlıyor. Babası zaten köpeği sevmezken bir de yeni çıkan bir yasa nedeniyle köpeği bir hayvan barınağına vermeye karar verince köpeğin sokakta kalması ile o ana kadar başkahramanımız kız gibi görünürken bir anda köpeği izlemeye başlıyoruz. Filmin bundan sonrasını kabaca Hagen’in Lili’ye ulaşma çabası olarak özetleyebiliriz. Sokağa bırakılan köpeğin eve dönme çabası ilk başlarda karşımızda daha gerçekçi yapıda bir Disney filmi var izlenimi verse de film ilerledikçe hikâye farklı noktalara varıyor. Köpeklerin birleşip insanlara zarar vermesi, belirgin bir şekilde sürekli olarak ezilen ve dışlanan bir sınıfın düzene başkaldırmasını anımsatıyor.

Filmin alt metni dışında en önemli özelliği onlarca köpekle çekilen çok başarılı sahneler. İnsan, yönetmenin pek çok sahneyi nasıl bu kadar iyi çektiğini gerçekten merak ediyor. Kimse kusura bakmasın, filmin başrolündeki köpek kardeşler filmin tüm oyuncularından hatta sırf bu filmle kısıtlamayalım, pek çok oyuncudan iyi. Özellikle kalabalık sahnelerde tüm köpekler harika işler çıkarmış. Yine de ne kadar eğitimli olursa olsunlar o kalabalık sahnelerde oynayan bir oyuncu olmaktan çekinirdim açıkçası. Her ne kadar filmin sonundaki yazılarda hayvanlara zarar verilmediği açıkça belirtilse de bu tip filmlerde bu konu hep tartışma yaratır. Bu açıdan da filmi dikkatle izleyince bir köpek dövüşü sahnesi dışında kafalarda soru işareti yaratacak hiçbir sahne olmadığını düşünüyorum. Köpeklere uygulanan şiddet hep kadraj dışında yer alıyor. O köpek dövüşü sahnesinde de köpeklerin aslında birbirleri ile oyun oynadıklarını düşünüyorum.

Filmin muhteşem giriş ve final sahneleri olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Merkeze köpeği aldıktan sonra küçük kız Lili’nin hikâyesinin çok geri planda kalmasını da eleştirilecek bir nokta olarak verebiliriz. Bir de, filmin adının niye Beyaz Tanrı olduğunu tam olarak anlamadığımı söylemeliyim. Köpekten bahsediyorsak rengi beyaz değil, İnternet’ten gelen bir yorumda olduğu gibi Beyaz Tanrı aslında Lili ise hikâyede bu kadar geri planda kalan bir karakteri filmin adında kullanmak da çok anlamlı değil. Bir görüş de beyaz adamın her zaman ötekileştiren olduğundan hareketle yapılmış bir gönderme olduğu yönünde. Görüldüğü gibi bu konuda fikirler muhtelif.

Geronimo:

Geronimo

Hemen her filminde çingeneleri ana karakter olarak kullanan ve filmine bol bol müzik yedirmeyi de ihmal etmeyen Tony Gatlif yeni filminde de bu özelliklerinden vazgeçmemiş. Hatta bu kez kimi sahnelerde belirgin şekilde müzikal filme göz kırpıyor. Genç bir çiftin büyük bir hasretle buluşması ile açılan filmimiz için modern bir West Side Story tanımlaması yapmak yanlış olmaz. Daha geriye gidersek Romeo & Juliet de diyebiliriz ama işin içinde müzikal olduğuna göre West Side Story daha makul bir benzetme.

Daha ilk sahnede genç kızın üzerinde gelinlik olduğunu gördüğümüz için onun düğünden kaçtığını da anlayabiliyoruz. Bizim için filmi ilgi çekici kılan unsurlardan biri de kızın Türk olması. Zaten hikâyenin geri kalanı çingene ve Türk ailelerin kaçan gençleri bulup karşı tarafa dersleri vermek istemeleri üzerine kurulu. İki aile arasındaki dengeyi sağlayabilecek tek kişi ise filme adını da veren Geronimo. Geronimo, kendisi de zorlu bir çocukluk geçirmiş olan artık orta yaşlara yaklaşmış bir kadın. Yıllardır mahallenin farklı kökenden olan gençlerinin suça karışmaması için çabalayıp duruyor. Kadın olmasına ve kırılgan fiziğine rağmen bölgedeki aileler arasında saygı duyulan bir konum edinmeyi de başarmış. Aslında filme adını veren karakter Geronimo olmasına rağmen onun hakkında çok fazla bir bilgi edinemiyoruz. Geçmişinde onun da ıslahevinde olduğu ve annesini faşistlerin öldürdüğü bilgileri cümle arasında kulağımıza çalışan bilgiler.

Doğrusu filmin konusunun da çok farklı bir şey içerdiğini söylememiz zor ama Gatlif zaten bildik kalıplar üzerinde çok değişiklik yapmayı tercih etmemiş. Yine de ufak bir spoiler vereceğim ama bir yerde işin içine ülser giriyor ki artık bunu da yapma diye perdeye doğru bağırmak geldi içimden. Hikâyenin bir tragedyaya doğru gittiğini anlıyoruz ama bunun için başka yollar da bulunabilirdi. Üstelik Gatlif final hakkındaki fikrini de son anda değiştirmiş adeta.

Filmin en iyi yanları ise bir Gatlif filminden beklenebileceği gibi müzikler ve danslar. Bu kez klasik çingene müziğinden biraz uzak duran Gatlif daha çok hip-hop, flamenko ve ağıtlar kullanmış. Karşılıklı iki taraftan biri Türkler olunca doğal olarak bize yakın melodiler de var. Hatta bir kavga/dans sahnesinde bir anda giren bir müzik var ki, hadi şimdi yazmayayım, sürpriz olsun ama salonda bir anda gülüşmelere yol açsa da sahneye çok iyi oturmuş bir müzikti.

Neticede izlenmeyecek bir film değil, hatta bizimle olan bağlantısından dolayı vizyona da girebilir ama Gatlif’in çok daha iyi filmleri gördüğümüzü söylememiz gerek.


Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 299.428 hits
Ekim 2014
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: