Altın Koza 2013 İzlenimleri – 1. Gün: Cereyansız, Bela, Hayuta ve Berl

Sinema Manyakları olarak bu yıl ilk kez Adana’da Altın Koza’yı takipteyiz. Böylece Ankara’daki festivaller ve Altın Portakal dışında bir festivali daha listemize katıyoruz. Yine çoğunlukla vizyonda izleme şansımız olmayan filmleri seçmeye çalışacağım sanırım. Vizyona girecek ama çok merak ettiğimiz kimi filmleri de araya sıkıştırırız herhalde. İşte ilk gün izlediğim üç film:

Cereyansız (Powerless):

Cereyansız, Kanpur’da yaşanan enerji problemine olayın iki farklı tarafından bakan bir belgesel. Hindistan’ın dericilikle uğraşan ve birçok atölyenin bulunduğu bu bölgesinde bazen 16 saate yakın elektrik kesintileri oluyor. Bu kesintilerden kurtulmak için atölyeler jeneratör ile çalışmak durumunda, bu da hava kirliliğine neden oluyor. Bölge halkı bu durumun çözümünü kaçak elektrik kullanmakta bulmuş. Küçük çocuklar bile nasıl elektrik çekileceğini biliyorlar ama bu konuda efsaneleşmiş bir isim var. Loha Singh, en zor yerlerden bile elektrik çekebiliyor. Film onun karşısına bölgenin elektrik dağıtım şirketine yeni ataman bir yönetici olan Ritu Maheshwari’yi getiriyor. Bu göreve atanan ilk kadın olarak Maheshwari’nin ilk işi bölge halkının gözünde firmanın imajını düzeltme çalışmaları oluyor. İlk başlarda başarılı gibi gözükse de zamanla olaylar değişiyor. Film de bu iki kişiliği yaklaşık bir yıl boyunca izliyor.

Filmin izleğini kapitalist şirkete karşı kahraman kaçakçı temasına oturtmak çok kolay olabilirdi ama film iki tarafın da haklı yönlerini göz önüne seriyor. Zengin mahallelere kesintisiz elektrik sağlanırken fakir mahallerin bundan yoksun kalması, bu insanların elektrik fiyatlarının yüksekliği nedeniyle zaten ödemekte zorluk çekmeleri işin bir boyutu iken dağıtımcı firma da aslında kaçak kullanımın bu sorunlara yol açtığı iddiasında. Herkes kendi açısından haklı yani. Zaten filmin bir yıl sonunda geldiği noktada da iki taraf açısından da pek fazla bir şey değişmediğini görüyoruz. Yönetmenler de bir haber belgeseli çekme niyetiyle olayı iyi bir şekilde belgelemişler ama daha ötesi de pek yok doğrusu.

Bela (La Plaga / The Plague):

Bela son dönemlerde sıkça gördüğümüz belgesel ile kurmacanın iç içe geçtiği filmlerden. Film, İspanya’nın kırsal bölgelerinde yaşayan 5 kişinin (ki kendilerini oynuyorlar) birbirleri ile çok az kesişen hikâyelerini anlatıyor. En fazla kesişen hikâyelerin bir bakımevinde çalışan hemşire ve burada kalmak zorunda kalan yaşlı kadın arasında geçtiğini söyleyebiliriz. Bunun yanında 20 yıldır her gün aynı yere gidip müşteri bekleyen yaşlı fahişe karakteri de oldukça ilginç ve hüzünlü. Diğer karakterler de bölgedeki çiftliklerde çalışmaktalar. Yönetmen Neus Ballús bu karakterler üzerinden hem bölgenin bir portresini çiziyor, hem de orada yaşayanların ruh haline bizi ortak ediyor. Özellikle yalnızlık ve çıkışsızlık duygusu hâkim ve bu seyirciye de geçiyor. Bu anlamda başarılı bir film denebilir ama durağan temposunun izlemeyi zorlaştırdığını da söylemeli.

Belgeselcilikten gelen yönetmen ilk önce bu filmi de belgesel olarak çekmek istemiş, ancak karakterler ile tanışınca onları filmin bir parçası yapıp kendilerini oynatmanın daha ilginç olacağına karar vermiş. Bir belgesel olarak kalsa büyük ihtimalle yöre halkının yaşadıklarını bu kadar yakından hissedemezdik. Ancak yine de filmin biraz daha başı sonu olan bir öyküye dayanmasını da tercih ederdim sanırım.

Hayuta ve Berl (Hayuta and Berl / Epilogue):

Hayuta ve Berl (ki filmin diğer adı olan Epilog daha iyi bence), hayatlarının son dönemindeki iki yaşlı insanı anlatmasıyla hemen Amour‘u akla getiriyor. Bu da filmin aleyhine işliyor aslında. Amour o kadar iyi bir film ki Hayuta ve Berl de gayet iyi bir film olmasına rağmen gölgede kalabiliyor. Filme kendi başına bağımsız bir film olarak bakarsak, bu iki insanın artık kendi dönemlerinin geçtiğini hüzünle hissetmeleri çok iyi verilmiş. Aslında yaşlarına göre halen aktifler, yavaş da olsa, zor da olsa istediklerini yerine getirebiliyorlar ama dünyanın temposu içinde onlara yer yok artık. İyice bir kenara, bir köşeye itilmişler. Bu anlamda sadece çiftin sadece yaşı değil sol hatta sosyalist geçmişleri de önemli. Özellikle adam halen o görüşlere inanıyor, hatta yaşına rağmen hala ülkesi için iyi olacağına inandığı bir hareket örgütlemeye çalışıyor. Ancak radyoda bundan bahsettiğinde o sadece bir sonraki şarkıya geçene kadar muhabbet edilebilecek bir kişilik. Bu konudaki kitapları satmaya çalıştığında ise kitapçı artık bunları kimsenin okumadığını söylüyor. Bu şekilde filmde gençlerin o düşünceyi modası geçmiş bulmaları da vurgulanıyor. Yine de film boyunca onların halinden anlayan gençlerin de olmasını bir umut ışığı olarak algılayabiliriz. Sosyal hizmetler görevlisi onlara yardım ettiğini sanırken aslında aşağıladığının farkında değil ama eczanede, giyim dükkanında ve pizzacıda çalışan gençler onların halinden gerçekten anlıyorlar.

Böyle bir filmde başrol oyuncularına büyük iş düşüyor ve Yosef Carmon ve Rivka Gur gerçekten de çok başarılı. Yine bir kıyaslama yapacak olursak Amour’daki Trintignant-Riva çiftini aratmıyorlar. Aslında bu filmin temposu da oldukça yavaş ama yönetmen Amir Manor’un filmin temposunu ana karakterlerinin temposuna eşlediği söylenebilir. Bu yüzden filmin teması içinde bu tempo yavaşlığı tam da yerli yerine oturuyor. Genel olarak filmin fazlaca hüzünlü olmasını bir kusur olarak sayabiliriz belki. Duygu sömürüsü yaptığını söyleyemem ama tam da sınırda kalıyor.

0 Yanıt to “Altın Koza 2013 İzlenimleri – 1. Gün: Cereyansız, Bela, Hayuta ve Berl”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 300.972 hits
Eylül 2013
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: