Hayvan Cenneti (Le Paradis Des Bêtes / Beast Paradise):
Hayvan Cenneti kadına karşı şiddetin gelişmiş ülkelerde de uç noktalara kadar varabildiğini çarpıcı bir şekilde gösteren bir yapım. Dominique ve Cathy iki çocukları ile birlikte yaşayan bir çift. Filmin en başında da gördüğümüz üzere Dominique her fırsatta karısını aldatan bir adam olsa da bir yandan da karısının herhangi bir erkekle en ufak bir konuşmasından bile bambaşka sonuçlar çıkarabilen kıskançlıkta bir adam. Zaten bu yüzden karısının çalışmasına da hiç izin vermemiş. Geçirdiği kıskançlık nöbetlerinde de karısını sık sık dövüyor. Sonrasında ise gerçekten de bu yaptığına üzülüyor ama bu üzüntünün bir faydası yok, bir gün sonra aynı şeyi bir kez daha yapabiliyor. Cathy artık dayanamayıp evini terk ettiğinde ise işler daha da kötü bir hale geliyor ve Dominique bu kez karısını hastanelik edene kadar dövüp çocukları da kaçırıyor.
Filmde Dominique bir yandan çok sorunlu bir tip olarak çizilmiş ama karısı ve çocuklarını sevdiğini de görüyorsunuz. Zaten asıl sorun bu hastalıklı sevgi duygusunda. Onun gerçekten sevdiği bu insanlara yaptıklarına sağlıklı bir insanın akıl sır erdirmesi mümkün değil ama ne yazık ki bu gibi durumlar hemen her gün yaşadığımız olaylar. İşin ilginci filmde Dominique’in ablası da çok sorunlu bir karakter olarak çizilmiş. Çok kısa bir ara bahsedilip geçiyor ama onların da çocukluklarının pek iyi geçmediği ortada.
Film boyunca Stefano Cassetti’nin başarılı performansını izliyoruz. Karakterini korkunç bir canavar gibi çizmeyip gidiş gelişlerini verebilmesi başarılı olmuş. Ayrıca iki çocuk oyuncu da gayet iyiler. Yine de film benzerini izlediğimiz diğer yapımların yanında çok yukarda bir yerde durmuyor. Örneğin yıllar önce galiba yine ilk kez Uçan Süpürge’de izlediğimiz Gözlerimi de Al çok daha iyi bir filmdi. Yine de özellikle finalde yarattığı duygu yoğunluğu ile izlemeye değer bir film.
Benim Çocuğum:
Can Candan’ın yönettiği Benim Çocuğum son dönemin en çok adı anılan belgesellerinden biriydi. Sezon biterken Uçan Süpürge sayesinde bu filmi de izleyebilmiş olduk. Filmde çocukları gay, lezbiyen ya da trans olan ailelerle tanışıyoruz. Filmin başında uzun bir süre her bir anne ve baba tek tek çocuklarının durumları ile karşılaşmanın nasıl bir deneyim olduğunu anlatıyor. Bazıları durumu hemen kabul etmiş, bazıları çocuklarının durumunu önceden fark ettikleri halde bunu kendilerini itiraf etmeye bile çekinmişler. Bazıları bu durumu sürekli olarak gizlemeye çalışırken, bazıları da en baştan herkesin gözü önünde benim çocuğum böyle deme cesaretini göstermiş. Ama geldikleri noktada her biri çocuklarına destek oluyorlar. Filmin ilerleyen kısımlarında ise ailelerin beraberce yaptıkları işleri görüyoruz. Bu ailelerin her birinin Listag (LGBTT Aileleri İstanbul Grubu) bünyesinde bir araya geldiğini, aileler arasında düzenli olarak toplantılar düzenlediklerini, yeni ailelere yardımcı olduklarını görüyoruz. Bunun dışında meclise gidip LGBTT hakları için yürüttükleri çalışmalar, katıldıkları eylemler de filmde izlediğimiz olaylar arasında.
Film boyunca ailelerin çocuklara destek olmasının ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Ne olursa olsun bir şekilde geleneksel düşünce yapısı ile yetişmiş olan anne babaların ne kadar açık fikirli olursa olsun çocuklarının eşcinsel ya da trans olduğunu öğrendiklerinde ilk anda şok geçirmesi normal ama önemli olan bu şoku çabuk atlatıp, durumun gayet normal olduğunun farkına varıp çocuklarını desteklemek. Film tümüyle bunu vurguladığı için filmde çocuklarını kabul etmeyen, hatta onları reddeden ailelere yer verilmemesi bir eksiklik olarak düşünülmemeli. Ancak neredeyse tümüyle Listag kapsamında kalınması ailelerin kapalı ve birbirine benzer bir çevreden gelmesi sonucunu doğurmuş. Keşke daha muhafazakar çevreden gelip çocuklarının durumunu kabullenip ona destek olan ailelere de yer verilseymiş.
Yine de Benim Çocuğum gayet başarılı ve etkileyici bir belgesel. Finalde ana fikrini şu şekilde verdiğini söyleyebiliriz: “Benim oğlum ya da benim kızım değil, ne olursa olsun benim çocuğum.”
Bu arada filmin önümüzdeki sonbaharda vizyona girmesi için çalışmalar devam etmekteymiş. Ben peşin peşin tavsiyemi yapayım, gün geldiğinde tekrar öneririz.
Rağmen 3:
Festivalin bu yılki teması olan “Rağmen” başlığı altındaki bu bölümde bir belgesel, bir de kısa film izledik.
Aslan Kadınlar (Løvekvinner / Lion Women), İran’da şahın devrildiği günlerden beri kadınların özgürlük ve demokrasi için verdiği mücadeleyi anlatarak İran’daki kadınların önde gelen isimlere yapılan söyleşilere yer veriyor. Elbette bu mücadele dikkatle izlenmesi ve desteklenmesi gereken bir mücadele. Ancak bu belgeseli fazlasıyla taraflı buldum. Özellikle Ahmedinejad yönetimine karşı çok belirgin olarak muhalif bir tutumu var filmin. Bir belgesel yaparken tarafsız olunması gerektiğini savunacak değilim. Elbette bir fikriniz vardır ve bunu savunursunuz ama bunu yaparken fazla tek taraflı gözükünce filmin savunduğu görüşleri destekleseniz bile çok inandırıcı bulamıyorsunuz ve bir karşı propaganda filminden farkı kalmıyor. Örneğin Ahmedinejad’a karşı, zamanında şaha karşı yapılan devrime benzer bir devrimin ayak seslerinin duyulduğu argümanı çok inandırıcı gelmedi bana. Bu eleştiriyi getirirken filmin sonunda resmi yetkililerle de söyleşiler yapılmak istendiğini ama bunun kabul görmediği notunun olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Bu söyleşi talepleri kabul edilse film bu kadar tek taraflı olmazdı belki de.
Bu bölümde yer alan kısa film ise RAE adını taşıyordu. Bir kadın sığınma evinde geçen bu kısa filmin sabah izlediğimiz Hayvan Cenneti filmi sonrası Belçika’dan gelen bu kısa film de kadına karşı şiddetin dünyanın her yerinde bir sorun olduğunu gösteriyordu.
… Adına (W imie… / In the Name Of …):
Bu yıl festivaldeki Polonya filmi sayısı epey çok. Polonya sinemasını seven bir seyirci olarak bundan şikayetçi değilim. … Adına filmi de her kadar beklentilerimi tam olarak karşılamasa da belli bir düzeyin üzerinde bulduğum bir film oldu.
Filmde Polonya’nın küçük bir köyünde çalışmaya başlayan bir rahiple tanışıyoruz. Rahip Adam, köyde pek çok işe yardımcı oluyor, asıl önemlisi sorunlu çocuklar için bir merkez oluşturuyor ve onları topluma kazandırmak için çalışmalar yapıyor. Köy halkı rahibi seviyor ve destekliyor ancak zaman geçtikçe yavaş yavaş rahibin kendine bile itiraf etmekte zorlandığı duyguları açığa çıkıyor ve olaylar değişmeye başlıyor. Köyden bir kadının kendisi ile birlikte olma talebini reddettikten sonra erkeklere karşı duyduğu ilgi giderek kendini hissettirmeye başlıyor.
Filmin olumlu tarafı, eşcinsel bir rahibi anlatırken bunu taciz meselesi gibi klişe bir yola saparak yapmaması. Rahip Adam söz konusu gençlik merkezini açarken amacı genç erkeklere yakın olmak değil. Öyle olsa çok basit bir çözüm olurdu zaten. Film daha çok rahibin yalnızlık, yalnız bırakılmışlık ve suçluluk duygularına odaklanıyor. Görsel yapısını da iyi kurduğu söylenebilir ancak filmin bütününde de bir eksiklik duygusu hissettiğimi söylemeliyim. Senaryo daha sağlam olsa film de çok daha iyi olabilirdi.
Yaz (Del Lado del Verano / The Summer Side):
Antonia San Juan’ı Almodovar’ın Annem Hakkında Her Şey filmi ile tanıyoruz çoğunlukla. Çeşitli İspanyol filmlerinde de karşımıza çıkmışlığı vardır. Yönetmen olarak imza attığı bu ikinci uzun metraj filminde Almodovar’dan etkilendiğini söylemek yanlış olmaz sanırım. Filme genel olarak light Almodovar demek mümkün.
Filmin hikâyesi genç bir kadın olan Tana’nın çevresinde ilerliyor. Açılışta Tana’nın babası ölünce aile karışıyor. Aile tipik bir kalabalık İspanyol ailesi, her birinin farklı dertleri olan çok sayıda çocuk, oğlunun ölümünden ve başına gelen her şeyden gelinini sorumlu tutan cadı bir kaynana, birbirini çekemeyen teyzeler ve daha niceleri. Film de bunların her birine ve sorunlarına ufak da olsa vakit ayırmayı başarmış. Antonia San Juan, filminin 100 dakikalık süresinde bir ailede yaşanabilecek aklınıza gelebilecek hemen her konuya değinmiş. Aldatmadan eşcinselliğe, alkol ve uyuşturucu probleminden aşk hikayesine kadar her şey var filmde. Böyle olunca da bu temalar üzerinde çok derinleşemeden sadece bir değinmiş olarak geçmiş kalmış. Ama bir yandan da film çok keyifli ve eğlenceli. Özellikle Antonia San Juan’ın kendisinin canlandırdığı nefes alamadan konuşan karakteri görmek lazım. Keyifli ama çabuk unutulacak bir 100 dakika geçirmek için ideal.
Bu arada film başladıktan 10-15 dakika sonra gelip birkaç koltuk yanıma oturan, filmde geçen neredeyse her cümle sonrası kahkaha atan ama film bitmeden 10-15 dakika önce de kalkıp giden abladan bahsetmeden geçemeyeceğim. En azından film kadar ilginçti…
0 Yanıt to “Uçan Süpürge İzlenimleri 2013 – 3. Gün: Hayvan Cenneti, Benim Çocuğum, Rağmen 3, … Adına, Yaz”