Audre Lorde: Berlin Yılları, 1984-1992 (Audre Lorde – Die Berliner Jahre 1984-1992 / Audre Lorde: The Berlin Years 1984-1992):
Belgesellere önemli bir yer ayıran KuirFest’te izlediğimiz filmlerinden biri lezbiyen şair Audre Lorde’nin Almanya’da geçen yıllarını anlatan filmdi. Bilmediğimiz bir ismi tanımak için iyi bir fırsattı ama bir yerden sonra kendini tekrarlayan bir yapım hissi verdi. Lorde’nin özellikle siyahi Alman kadınların bilinçlenmesine etkisi önemli, film de buna fazlaca vurgu yapmış. 79 dakikalık film, rahatlıkla 20 dakika falan kısaltılabilirmiş açıkçası.
Bana Bir Daha Bak (Olhe Pra Mim de Novo / Look at Me Again):
Bana Bir Daha Bak orta karar bir belgeseldi. Brezilyalı bir trans erkeğin yaşantısını anlatan film aralara başka hikayeler de yerleştiriyordu. Açıkçası o hikayeler hem ana hikayeyi hem de temayı dağıtıyordu. Aslında ana hikaye de çok ilginç değildi açıkçası. Asıl çatışma noktası filmin sonuna saklanan Syllvio’nun kızı ile buluşması idi. O kısımda da kızı ne kadar anlayışsızmış demekten öteye gidemiyoruz. Benzer şekilde bu belgeselin süresi de yaklaşık 40 dakikaya inebilirmiş.
Ben, Sen, O…:
Yerli kısa belgesellerden Ben, Sen, O, iki trans bireyin çocuklarından beri yaşadıklarını kendi ağızlarından anlatıyordu. Çoğunlukla duyduğumuz hikayelerden çok farklı değildi hikayeleri belki ama cesurca anlatmaları önemliydi. Özellikle dinle ilişkileri ve birinin girdiği tarikatte yaşadıkları ibretlik olaylardı.
Hala:
Bir diğer yerli kısa belgesel olan Hala filminde, kadın kıyafetleri giyip makyaj yaptığı halde doğduğu köyde kendini kabul ettiren İhsan konu ediliyordu. İhsan bir süre sonra “İhsan Hala” olarak anılmaya başlanmış ve köyün bir parçası olmuş. Tavuk yetiştiriyor, evlere temizliğe gidiyor vs. Önce muhafazakar olarak kabul edilen bir çevrede ne kadar güzel bir olay diyorsunuz ama işin içinde bir dram da var. İhsan’ın kendini kabul ettirmesi çok da kolay olmamış elbette. Cinsiyet değiştirme ameliyatını aslında istiyor gibi ama bu ameliyatı olursa aynı süreci tekrar yaşayacağını, bu sefer tümüyle kadın olarak görüleceği için köyün kadınlarının kocalarını ondan kıskanacağını düşünüyor. Yine de kabul etmek lazım, köyde büyük şehirde alabileceği pek çok tepkiyi de almadan, belki de daha mutlu yaşıyor İhsan Hala.
Marina Abramoviç: Sanatçı Aramızda (Marina Abramovic: The Artist Is Present):
Marina Abramović: Sanatçı Aramızda belgeseli festivalin beni en fazla etkileyen filmlerinden biri oldu. Filmin belgesel olarak değeri tartışılabilir belki ama Marina Abramović gibi bir kişiliği bize tanıtması etkileyici olması için yeterliydi. Filme adını veren Sanatçı Aramızda gösterisi Abramović’in 2010 yılında yaptığı bir gösteri. Bu gösteride Abramović, 3 ay boyunca günde 7.5 saat, haftada 6 gün bir sandalyade oturuyor, seyirciler de tek tek onun karşısına. Ayrıca bir yandan da genç sanatçılar, Abramović’in geçmiş yıllarda gerçekleştirdiği performansları tekrarlıyorlar. Film, New York Modern Sanatlar Müzesi’ndeki bu gösterinin hazırlanma sürecini anlatırken Abramović’in hayatına da bakıyor. 3 ay boyunca bunu yapmak çok güç belki ama onun yıllar yılı yaptığı pek çok gösteri daha da zor ve tartışmalı olmuş. Bir performans sanatçısı olarak sanatında hep vücudunu kullanmış. Özellikle bir dönem sevgilisi olan Ulay ile yaptıkları ilginç. Mesela çıplak şekilde birbirlerine doğru yürüyüp çarpışıyorlar ya da duvara çarpıyorlar. Gün sonunda tüm vücutları morluklar içinde kalıyor. Bir diğerinde hiç hareketsiz bir şekilde karşılıklı oturuyorlar, sonunda Ulay hastaneye kaldırılıyor. Performansların bir başkasında ikisi çıplak olarak karşılıklı duruyor, sergiye girmek isteyenler ise aralarındaki ufacık boşluktan geçmek zorunda. Abramović’in tek başına yaptığı en ilginç gösterilerden birinde ise seyircilere çeşitli objeler veriliyor ve bunları onun üzerinde serbestçe kullanabilecekleri söylenyor. Bu objeler arasında gül, bal gibi daha zararsız şeyler olduğu gibi makas, kırbaç, silah ve bir adet kurşun da var. Belgesel tüm bu gösterilerin eşliğinde sanat kavramı üzerine düşünmemizi sağladı. Bir yandan da burada o performanslar olsa ne olurdu dedik.
Pişman Olanlar (Ångrarna / Regretters):
Pişman Olanlar anlatımı ile olmasa da konusuyla ilgi çekici bir belgeseldi. Mikael ve Orlando erkek olarak dünyaya gelmişler, sonra cinsiyet değiştirme ameliyatı olmuşlar ama bundan da pişman olmuşlar. Biri tekrar ameliyat olarak tekrar kendisine bir penis taktırmış, diğeri de o yolda. Filmde bu iki kişinin bunun nedenlerini konuşup tartışmalarını izliyoruz. Cinsel kimlikler üzerine zihin açıcı bir filmdi ama sadece iki kişi ile sınırlı kalmasa daha iyi olabilirdi. Ayrıca gösterim sonrasında cinsiyet değiştirme operasyonları ile ilgili bir de panel vardı ama ona katılama fırsatı bulamadım.
Saklambaç (Chuppan Chupai / Hide and Seek):
Pakistan’da yaşayan bir grup LGBT bireyi ile yapılan söyleşilerden oluşan Saklambaç adlı belgesel yine konu aldığı bölge açısından ilgiye değer bir yapımdı. Belgesel olarak ne kadar başarılı olduğu tartışılır ama Pakistan’daki durumu anlatması açısından önemliydi. Belli ki Pakistan’da transseksüeller belli bir kabul görmüş ama eşcinsel erkek ya da kadın olmak hala kabul edilemez bir durum. Zaten film sonrasında yapılan söyleşide Pakistan’da transseksüellerin artık televizyonda program dahi yapabildikleri (ilginç bir not; filmin iki yönetmeninden biri, iki gündür Türk kanallarını özellikle Show Tv’yi izlediğini, bu açıdan Türkiye ile Pakistan’ın benzediğini söyledi), kanunen kabul gördükleri söylendi. Hatta eskiden bu bireylere kimlik bile verilmezken şu anda cinsiyet hanesine 3. cins yazılmak suretiyle kimlik verilmeye de başlanmış. Bir ilginç not daha. Yönetmenlerden birinin ailesi bile onun böyle bir film çektiğini bilmiyormuş.
Vito:
Vito, sinemada eşcinsellerin ne şekilde temsil edildiğini araştıran The Celluloid Closet kitabının yazarı Vito Russo’nun hayatını anlatıyor. Başarılı ve etkileyici bir belgesel olduğunu söylemek mümkün. Temelde üç bölümden oluştuğu söylenebilir. İlk bölüm Vito’nun çocukluğu ve gençliğini anlatan klasik bir belgesel yapısındaydı. Eşcinselliğini ne şekilde yaşadığını, ailesi ile ilişkileri gibi konular anlatılıyordu. İkinci bölüm The Celluloid Closet dönemini anlatıyordu. Filmin bu bölümlerinde belgesel Vito’nun hayatından uzaklaşıp kitapta anlatılanlara odaklanıyor. Bu kısım adeta The Celluloid Closet filminin kısa bir bölümü gibiydi. Bu vesileyle o belgeseli de fena halde tavsiye ederim. Belgeselin 3. kısmı ise Vito’nun AIDS ile savaşına ayrılmış, kaçınılmaz olarak duygusal bir bölümdü. Film Vito’nun hayatına odaklandığı için ölümüyle bitiyordu ama film bittiğinde bir-iki satırla da olsa AIDS’le mücadele sürecinin günümüzde geldiği durum hakkında bilgi verilse iyi olabilirdi. Vito genel olarak festivalin iyi filmlerinden biri olarak aklımızda kalacak.
0 Yanıt to “KuirFest 2013 İzlenimleri – Belgeseller: Audre Lorde Berlin Yılları 1984-1992, Bana Bir Daha Bak, Ben Sen O, Hala, Marina Abramoviç Sanatçı Aramızda, Pişman Olanlar, Saklambaç, Vito”