Düşler Diyarı:
Bazen filmler hakkında önceden çok şey duymak iyi olmuyor. Düşler Diyarı da benim için bu filmlerden biri oldu sanırım. Büyük bir kasırganın vurduğu doğada bir kız çocuğunu anlatırken bir yanı ile çok gerçekçi, bir yanı ile de gayet fantastik olan bu filmin kötü olduğunu söyleyemem. Hatta tam tersi gayet iyi bir film ama çok daha fazla çarpılacağımı düşünmüştüm, olmadı. Ama hakkını teslim edelim, genç yönetmen Benh Zeitlin gerçekten hikayesini görüntü ve müziğin uyumu ile başarılı bir şekilde anlatmış. Sinemada takip edilmesi gereken yeni bir soluk olabilir gerçekten. Ama daha da önemlisi Cimcime (Hushpuppy) rolünde Quvenzhané Wallis. O kadar doğal bir oyunla kendine güvenli küçük kızı canlandırmış ki en genç Oscar adayına hazır olun derim. İşin ilginç tarafı bu kadar hareketli ve cıvıl cıvıl bir filmin bir tiyatro oyunundan uyarlama olması. Yazmasa tahmin edemezdim.
Bu arada Quvenzhané Wallis’in bir sonraki filmine de dikkat çekelim. Twelve Years A Slave adlı filmin yönetmeni Steve McQueen, oyuncuları ise Michael Fassbender, Brad Pitt ve Benedict Cumberbatch. Üstelik bu filmde babası olarak müthiş oynayan Dwight Henry de filmin kadrosunda.
Devir:
Derviş Zaim’in farklı denemelerinden hoşlanıyorum aslında ama her zaman aynı derecede iyi sonuç vermiyor. Belgesel tadında başlayıp kurmacaya dönen Devir için de yarım bir başarı diyebilirim en fazla. Bu arada Ahmet Boyacıoğlu filmden önce çıkıp belgesel olmadığını belirtme ihtiyacı hissetti. Film Burdur bölgesinde her yıl düzenlenen bir koyun yarışını fona alarak geleneksel değerler ile modern dünyanın çeklişkisini vurgulamak istemiş. Ama sanki tüm film, finaldeki av sahnesi için çekimiş gibiydi. Böyle olunca da bir kısa film yeterli olabilirdi dedirtti. Yine de Derviş Zaim’in kendilerini oynayan yöre insanlarını gayet iyi kullandığını söylemek lazım. Bir kaç an dışında falso vermiyorlar. Bu filmden önce 6 yaşında bir kızın ve normalde fırıncılık yapan birinin performanslarını görünce insan çok etkilenmiyor yine de.
Temizlikçi:
Temizlikçi filmi, yukarıda da yer alan, bir masanın iki yanındaki adam ve kafasında karton bir kutu geçirmiş çocuk imajı ile dikkatimi çekmişti. Bu karton kutunun nedeni, tüm şehri etkileyen ölümcül salgından çocuğun bu şekilde kurtulacağını düşünmesi. Daha doğrusu adamın çocuğu buna ikna etmesi. Temizlikçi için Hollywood’da pek çok örneğini gördüğümüz disütopya filmlerinin antitezi diyebiliriz. Tüm şehri yoketmeye doğru giden salgını karmaşa, yağmalama ve terör görüntüleri ile değil, boş AVM’ler ve terkedilmiş evlerle anlatıyor. Ölenlerin arkasından mekanı temizleyen ana karakterimiz Eusebio da bu anlayışa uygun şekilde sessiz sakin işini yapan bir adam. Birgün temizlik yaptığı evlerden birinde bir çocukla karşılaşınca dışarıyla iletişim kurmaya başlıyor. Aslında bu ilişki iyi işlenmiş ama bu tarz, bir çocukla karşılaşınca hayata bakışı değişen karakterlerini o kadar çok izledik ki. Her ne kadar bazen fazlaca minimalist olsa da yönetmen Adrian Saba’nın hikayesine yaklaşma tarzını beğendim. Keşke filmin ana yapısını biraz daha orijinal bir şekilde kursaymış.
0 Yanıt to “Gezici Festival 2012 İzlenimleri – 7. Gün: Düşler Diyarı, Devir, Temizlikçi”