Aşk:
Haneke filmleri ile bizi öyle ya da böyle sinema salonlarındaki koltuklarımıza mıhlamaya devam ediyor. Aşk filminde yine darmadağın olduk. Aslında Aşk, Haneke’nin tanıdığımız tarzında bir film değil. Çok daha klasik bir sineması var, karakterleri de pek sıradışı sayılmaz. Ayrıca Haneke, filmlerinde genelde seyirci ile arasına bir mesafe koyardı bu kez doğrudan filmin içinde, iki yaşlı insanla beraber yaşıyoruz. Filmin konusunu hemen herkes biliyordur artık. Yaşlı bir çiftten biri hastalanınca diğerinin ona bakma çabalarını ve ölüme doğru giden zamanı izliyoruz. Çiftin arasında geçenler dışında, kızları ve hemşireler ile olan ufak diyaloglar üzerine bile uzun uzun konuşmak mümkün. Belki de festival yoğunluğu geçtikten sonra film üzerine daha detaylı yazmak gerekecek. Jean-Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva ve Haneke’nin çok sevdiği Isabelle Huppert de çok çok iyiler. Film genel olarak çok iyi ama yine de itiraf edeyim, Haneke’nin ilk dönem filmleri ile Cache‘sini hala daha çok seviyorum sanırım.
Bu arada ülkemizdeki her festivalde kapalı gişe oynayan, biletleri çok çabuk tükenen bu filmin vizyondaki seyirci sayısını çok merak ediyorum. Sırf bilet bulamadım diye üzülenler alsa epey bir seyirci çekmesi lazım. İlgi sadece festival olunca mı oluyor göreceğiz.
Bu arada tam da bu satırları yazarken aldığım bir haber. Aşk filmi Avrupa Film Ödülleri’nde en iyi film, yönetmen, erkek oyuncu ve kadın oyuncu ödüllerini aldı. Oscar yoldadır diyorum ayrıca Emmanuelle Riva da aday olsa ne de güzel olur.
No:
No filminde yönetmen Pablo Larraín, Şili’de Pinochet iktidarının devam edip etmeyeceği ile ilgili yapılan referanduma çeviriyor kamerasını. Aslında bu süreçte genel olarak yaşananlardan çok Hayır kampanyasını yürütenlerin yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Kampanyayı bir reklamcıya teslim edince o da işi politik altyapısından biraz uzaklaştırıp Hayır oyunu bir ürün gibi pazarlamaya yöneliyor. Hatta en başlarda tanıtım için gösterdiği reklamda doğrudan kendisinin bir kola markası için yaptığı reklamdaki görüntüleri kullanıyor. Film bu süreci iyi anlatmış aslında ama belli ki referandumda Şili’nin içinden ve dışından başka faktörlerin de önemli rolleri var. Yoksa bir reklam kampanyası ile koca diktatörlüğü devirmek pek mümkün gözükmüyor. İşin o taraflarına eğilmemek bir eksiklik olmuş.
Yönetmen tüm filmi o günlerin televizyonlarında izliyoruz gibi çekmiş (hafif bozulmuş bir VHS kaset kalitesinde göüntüleri vardı). Açıkçası filmin bir bölümü böyle olsa çok sıkıntı yoktu ama pürüzsüz görüntüleri olan, eski filmleri bile restorasyonla HD kalitesinde izlediğimiz bir dönemde tüm filmin böyle olması beni rahatsız etti.
Domuzların Kralı:
Domuzların Kralı, şu ana kadar festivalin en büyük sürprizi oldu benim için. Festival sonunda da haftanın en iyilerinden diyeceğimden eminim. İki eski arkadaşın yıllar sonra biraraya gelip yıllar önce ortaokulda yaşadıklarını hatırlamalarını anlatan bu animasyon çok etkili. Yoğun bir şiddet içeren yapım, festival kataloğunda yazdığı gibi kesinlikle çocuklara yönelik değil. İnsanın içindeki canavarın nasıl ortaya çıkabildiği gösteren film yoğun bir sınıf çatışması da getiriyor karşımıza. Daha ortaokul çağında bu yoğun sınıf çatışması içinde olan çocukların yaşadıkları tüm hayatlarını etkiliyor. Dünyaya da gayet umutsuz bir bakış atan film kanlı canlı bir film olsaydı bir kaç sahnesinin seyri çok zor olurdu. Animasyon olarak bile bazı seyircileri rahatsız edecektir ama kesinlikle tavsiye edilir. Bu arada alışkanlıktan ortaokul diyorum ama yaklaşık 15 yaşındaki çocukların yaşadıklarından bahsediyoruz burada.
2000 Yılında 25 Yaşında Olacak Jonas:
Tuncel Kurtiz’in seçtikleri arasında olan 2000 Yılında 25 Yaşında Olacak Jonas günün sert filmlerinden sonra bir nefes aldırdı. Kendilerini artık sürdürmek zorunda oldukları hayat mücadelesi içinde bulan 68 kuşağını anlatan film gayet de politik ama suratı asık değil. Bir yandan ideallerinden uzaklaşmayan ama bir şekilde de mecburen sistemin çarkları içine girmiş olan bu insanlar yine de bir değişim yaratmaya çalışıyor. Özellikle filmdeki tarih dersleri çok ilgi çekici. Zaten filmin tümü ince göndermelerle dolu. Bir önceki filmin aksine umudu da elden bırakmıyor. Jonas’ın 2000 yılında, 25 yaşında içinde olacağı dünyanın daha iyi olacağı umut ediliyor. Şimdi doğruya doğru, Jonas’la yaşıt olan biri olarak diyebilirim ki, temel meseleleri düşünürsek çok da bir şey değişmemiş o günden bu yana ama bu yine de ufak ufak değiştirme çabalarını bırakmak için bir neden değil. Belki de 2035 yılında 25 yaşında olacak çocukları daha iyi bir gelecek bekliyor.
0 Yanıt to “Gezici Festival İzlenimleri – 2. Gün: Aşk, No, Domuzların Kralı, 2000 Yılında 25 Yaşında Olacak Jonas”