Yurtiçindeki festivallerin belli başlılarına uzun zamandır katılıyorum. Bir süredir kendi kendime artık yurtdışında da bazı festivallere katılmanın vakti geldi demiştim. İlk adımı Berlinale 2017 ile attım. Festival 9 Şubat’ta başlasa da ben 12 Şubat’tan itibaren Berlin’deyim. Ayağımın tozuyla izlediğim ilk filmler ile ilgili kısa kısa izlenimlerimi paylaşayım (illa yarışma filmlerini izlemek gibi bir takıntım yok, içimden ne gelir, programıma ne uyarsa artık).
La Reina de España (The Queen of Spain):
Türkiye’deki festivallerde film seçmek için önceden yazılan eleştirilere, filmin aldığı ödüllere bakmak faydalı oluyor. Filmlerin büyük kısmının Dünya ya da Avrupa prömiyerlerinin yapıldığı Berlinale gibi festivallerde ise böyle bir şansımız yok. O halde yurtdışı bir festivalde ilk filmimde, güvenli sulardan ayrılmayıp bildiğim isimleri ziyaret edeyim istedim. Fernando Trueba, yıllar sonra, yanına Penélope Cruz’u da alıp The Girl of Your Dreams’in devamı niteliğinde bir film çekmiş (20 yıla yakın zaman geçtiğine inanmak mümkün değil). İlk filmin kahramanı Macarena Granada, aradan geçen yıllarda Hollywood’a gitmiş ve tüm dünyanın tanıdığı bir star olmuş. Bir dönem filminde İspanya Kraliçesi Isabella’yı canlandırmak üzere ülkesine dönüyor ve burada eski dostları ve aşkı ile karşılaşıyor.
Film bir yandan Franco dönemindeki İspanya’yı anlatırken bir yandan da dönemin sinemasını anlatan bir komedi yapısı kuruyor. Film içindeki filmin çekimlerinde dönemin sinema dünyasına yapılan pek çok gönderme var. Örneğin, filmdeki yönetmenin açıkça John Ford’u temsil ettiğine şüphe yok. Filmin komedi unsuru da daha çok film çekimleri kısmında karşımıza çıkıyor. Evet, bunlardan bazıları gerçekten güldürüyor ama çok da doyurucu olamıyor. Hele ki eşcinsellikle ilgili bazı espriler var ki onlar çok fena. Ancak herhangi bir kaba komedine karşımıza çıkabilecek düzeyde ne yazık ki.
Filmin Franco dönemi anlatısına gelince, orada da kısmi bir başarı olduğu söylenebilir. Kahramanlarımız o baskıyı üzerlerinde çok fazla hissetmiyorlar aslında. Ancak belki de tüm filmin en keyifli anı, bir diktatör ile (burada örneğimiz Franco elbette), bir film yıldızının karşı karşıya geldiği final sahnesi. Yine de o ana kadar geçen 128 dakika için değer mi, tartışılır.
Alien:
Takip ettiğim ilk Berlinale’de retrospektif bölümünün bilim-kurgu filmlere ayrılmış olması bir tesadüf olamaz. Özel olarak ilgi duyduğum bu türün en iyi örneklerini sinemada izleme fırsatını kaçıramazdım. Bu kapsamda izlediğim ilk film Ridley Scott’ın 1979 tarihli başyapıtı Alien oldu. Elbette film hakkında yıllardır o kadar fazla yazıldı, çizildi ki erdemlerini burada tek tek sayacak değilim. Yoksa Scott’ın gerilimi yavaş yavaş tırmandırması, muhteşem set tasarımları, kullanılan ışık-gölge oyunları, H.R. Giger’in çığır açan yaratık tasarımı, Sigourney Weaver’ın film süresince yan karakterden ana karaktere evrilmesi ve bir kuşağın beyazperde aşklarından biri olması gibi unsurlar ve daha niceleri hakkında paragraflarca yazı yazılabilir. Yine de ufak bir not düşeyim. 70’ler ve 80’lerdeki bilim kurgularda karşımıza çıkan, bugüne göre eski bir teknolojiyi temsil eden unsurların, türün ruhunu daha iyi yakaladığını düşünüyorum. Günümüzde bir bilim kurgu filmi yaptığınızda o dokunmatik ekranlar, kusursuz hologramlar vs. o distopik ortamı yaratmıyor. Hâlbuki Alien gibi filmlerin atmosfer yaratabilmek için biraz daha eskimiş/eski kalmış teknolojiye ihtiyaçları var. Benzer şeyler filmin mekanik özel efektleri için de geçerli. Evet, bugünden bakınca bazıları komik bile gözükebiliyor ama tümüyle yapaylık akan bilgisayar efektlerine tercih ederim yine de (gerçek hissi veren bilgisayar efektleri de var elbette, onlar istisna).
Benim için önemli olan, bu klasiği sinema perdesinde izleme şansıydı. Doğrusunu söylemek gerekirse bu durum öyle bir haz verdi ki, tarifi yok. Alien’ı neden sinema tarihinin en iyi filmleri arasına neden dâhil ettiğimi bir kez daha anladım. Böyle filmleri evde ne kadar izlerseniz izleyin, sinemada izlemenin tadı bir başka (ki çok da büyük olmayan bir salonda izledik, daha büyük bir salon, filmi bambaşka bir noktaya taşıyabilirdi). Teşekkürler Berlinale.
0 Yanıt to “Berlinale 2017 İzlenimleri – 1. Gün: The Queen of Spain, Alien”