Islah Sınıfı (Klass Korrektsii / Corrections Class):
Çeşitli fiziksel rahatsızlıkları olan gençler için kurulmuş bir sınıf çevresinde yaşananları anlatan Islah Sınıfı, yeni gelen bir öğrencinin sınıf üzerindeki etkileri ile iyi bir başlangıç yapıyor. Film boyunca özürlü gençleri eksik bir birey olarak görenlerin sadece uzak çevredekiler değil, öğretmenleri ve aileleri de olduğunu görüyoruz. Hatta bazı ailelere göre onların cinsellik yaşamaya bile hakları yok. Zaten bacakları tutmayan ya da sadece boyu kısa olan gençlerin bu sınıfa dahil edilmesini anlamak güç. Öğrenme zorluğu olsa kabul edilebilir ama belki de onlar “normal” sınıftakilerden daha hızlı öğreniyor.
Okulun bazı şeyleri sadece göstermelik olarak yapması da filmin içine yedirilmiş. Filmin belli bir bölümünde arka planda tekerlekli sandalye için rampa yapıldığını görüyoruz. Nihayet rampa bittiğinde hiçbir işe yaramadığı ortaya çıkıyor. Yerden 10-15 santim yukarda olunca tekerlekli sandalye oraya çıkamıyor çünkü. Ama lafa gelince size rampa yaptık deniyor işte.
Böyle bir ortamda filizlenen bir ilk aşk ve bunun arkadaşlık ortamına etkisi de filme başarılı bir şekilde yansımış. Filmin iyi yanlarından biri olarak genç oyuncuların başarılı performanslarını da övmek lazım. Ama finale doğru yaşanan şiddet olayı o ana kadar tanıdığımız karakterlerin özellikle bazılarından hiç beklemediğimiz bir hareket. Karakter ile hiç uyumlu değil. Çarpıcı bir final için zorlama olarak yazılmış bir sahne gibi.
İki Gün, Bir Gece (Deux Jours, Une Nuit / Two Days, One Night):
Bilen bilir. Festivallerde genellikle sonradan vizyona gireceğini beklediğim filmleri pek izlemem. Ama Dardenne kardeşlerin İki Gün, Bir Gece filmleri programıma uyunca bir istisna yaptım. Zaten konusunu duyduğum andan beri merak ettiğim bir filmdi. Patronunuz size, fazla param yok, ya şu arkadaşını işten çıkartacağım ya da senin ikramiyeni keseceğim, hangisini yapacağıma da sen karar vereceksin derse ne yaparsınız sorusu düşündürücü. Açık konuşalım, böyle bir sorunun kolay bir cevabı yok. İşe karşı taraftan bakarsak sizin hakkınızda böyle bir konuda oylama yapılması durumu da zor. Böyle bir durumda kendinizi dilenci gibi hissetmeden arkadaşlarınıza benim işte kalmam için ikramiyenden vazgeçer misin demek de en az o kadar sıkıntılı. İşte Dardenne kardeşler her zamanki tarzları ile bu ikilem içindeki karakterleri tüm doğallığıyla anlatıyor.
Tipik bir Dardenne üslubu ile kameranın bir an bile yalnız bırakmadığı Sandra (Marion Cotillard) tüm film boyunca iş arkadaşlarını tek tek ziyaret edip onlardan ikramiyelerinden vazgeçmelerini istiyor. Aslında Dardenne kardeşlerin tarzları için Marion Cotillard kadar tanınmış bir oyuncu ile çalışmak önemli bir risk. Oyuncunun tanınmışlığı karakterin önüne geçerse Sandra karakteri yerine Cotillard’ı izliyor oluruz. Ama Cotillard bu işin altından kalkmayı, kendini karakter içinde eritmeyi başarmış. Diğer oyuncuların önemli bir kısmı ise Dardenne’lerin, ekibi topluyoruz, gelin bakalım diye çağırdığı, onların filmlerinde görmeye alışık olduğumuz isimler. Zaten bu tarza alışıklar. İşin ilginci filmde sürekli olarak aynı şey oluyor aslında ama bu çok fazla bir tekrar duygusu yaratmıyor. En iyi Dardenne’lerden biri değil belki (Rosetta hala daha etkili bir film mesela) ama kesinlikle izlenmeli.
Cesaret (Difret):
Cesaret, Etiyopya’da evlenmek için kendisini kaçırıp tecavüz eden adamı vuran 14 yaşında bir kızın hukuk mücadelesini anlatıyor. Ülkede, özellikle kırsal kesimde, kızın rızası olmasa bile beğendiğin kızı kaçırmak ve onunla evlenmek bir gelenek haline gelmiş. Kız ergenliğe girmişse yaşının da çok önemi yok. Bu nedenle kızın yaptığı hareketin cezası da ölüm olarak görünüyor. Neyse ki idealist bir avukat ona yardım ediyor.
Gerçek bir olaydan alınan bu hikâye Etiyopya’daki kadın hakları hareketi için önemli bir yer tutuyor belli ki ama sinemasının iyi olduğunu söylemek güç. Kendini bu davaya adayan idealist kadın avukat başta olmak üzere tüm karakterlerin ne yapacağı, hikâyenin nasıl gelişeceği filmin en başından belli. Bunun dışında senaryoda da açıkta kalan çok nokta var. Yönetmen de hikâyesini anlatırken genel olarak bildik yolları kullanmış, farklı alternatifler denememiş. Ama film sinemasal yanından çok içeriği ve mesajı ön planda tutularak çekilmiş zaten. Angelina Jolie de tam bu nedenden filmin yapımcılardan biri belli ki. Etiyopya sinemasının bu dördüncü uzun metrajlı filmi, bizim bazı bölgelerimizde yaşananlarla da ortaklıklar içermesi nedeniyle izlenebilir ama çok şey beklememek lazım.
Çıkış (Cesta Ven / The Way Out):
Çıkış, Çek Cumhuriyeti’nde yaşayan Roman bir çiftin hayata tutunma mücadelesini anlatıyor. Belgesel kökenli olan yönetmen Petr Václav, ikisi de işsiz olan bu çifti anlatırken gerçekçi ve başarılı bir anlatım tutturmuş. Bir kaç yerde klişelere sapacakmış gibi gözükse de çok çabuk toparlıyor, hatta bununla dalga geçiyor. Örneğin bir hırsızlık meselesi var ki film o yönde ilerlerse örneğini çok gördüğümüz, yoksulluktan kurtulmak için yasa dışı yollarla para kazanmaya çalışan ama eline yüzüne bulaştıranlar hikâyesine dönüşebilirdi. Ya da finale yakın bir şey oluyor ki, ben içimden “hayır, böyle bitirme işte” derken ana karakterimizin “böyle ölsek çok saçma olur, değil mi” demesi hoşuma giden bir ayrıntı oldu. Yönetmen gerçeklik dışına çıkmadan, karakterlerin ufak gibi gözüken sorunlarının tek tek çıkışsızlığı büyüten yeni bir tuğla olduğunu gösteriyor. İzlenebilecek bir film, yine de günün dördüncü filmi olmasının ve filmin atmosferinin ağırlığının da etkisi olabilir ama sonlara doğru filmin biraz yorduğunu ve dikkatimi vermekte zorlandığımı da söylemeliyim.
0 Yanıt to “Altın Koza 2014 İzlenimleri – 2. Gün: Islah Sınıfı, İki Gün, Bir Gece, Cesaret, Çıkış”