Kısa İyidir 1:
Gezici Festival’in kısa film seçkilerini sevdiğimi her zaman söylüyorum. Kısa İyidir bölümünün ilk seçkisindeki filmler de güzeldi. Filmlerden kısaca bahsetmek gerekirse, Pervane (Parvaneh), Afgan ve İsviçreli iki genç kızın dostluğu üzerine hoş ama fazla klişe bir filmdi. Hurdalık (Junkyard), iki çocukluk arkadaşının yıllar sonra bambaşka bir koşulda karşılaşmalarını anlayan başarılı bir animasyondu. İspanya yapımı Kelime Hazinesi (Vocabulario / Vacabulary) yine iki farklı kültürden (bu sefer bir İspanyol ve bir Çinli) insanı karşı karşıya getiriyor. İlk filmin aksine bu sefer daha yüksek bir yaş grubundan, birbilerinin dillerine bile yabancı iki insan. Alis Gökte (Alice in the Sky), insanları ve hayvanları adeta hipnotize edici bir dans koreografisi içinde gösteren bir deneysel filmdi. Kahve Vakti (Elvakaffe / Coffee Time), bir grup yaşlı kadının cinsellik üzerine sohbetlerini karşımıza getiriyordu. Hem eğlenceli, hem düşündürücüydü. Film sırasında fark edemedim ama türü katalogda belgesel olarak geçtiğine göre sanırım film gerçekten de bu kadınların kendi aralarındaki gerçek konuşmalarını yansıtıyordu. Ayının Gecesi (La Nuit de L’ours / The Night of the Bear), gerçek bir yemekte kaydedilen bir konuşmayı hayvanlar arasında geçen bir animasyona dönüştüren ilginç bir kısa filmdi.
Bir örnek olarak seçkideki kısa filmlerden Alis Gökte’yi paylaşayım (aynı zamanda video klip imiş):
Dünya Bizim Değil (A World Not Ours):
Dijital kameraların yaygınlaşması belgesel kavramının farklı bir noktaya gelmesine yol açmakta bir kaç senedir. Çok daha kişisel hikâyeler, çok daha “gerçek” çekimlerle filmlere yansıtılabiliyor. “Sıradan insanlar” kendi hikâyelerini filme çekebiliyor. Gezici Festival’de izlediğimiz Dünya Bizim Değil bu yeni belgesel kavramının iyi örneklerinden. Uzun yıllardır Londra’da yaşayan ama akrabaları yıllardır Lübnan’da bir mülteci kampında yaşayan Mahdi Fleifel buradaki hayatı filme almış. Yıllar boyunca ailesinin çektiği amatör görüntülere de yer veren yönetmen didaktik bir anlatıma başvurmaktansa kamptaki hayatı anlatmayı seçmiş. Örneğin futbol dünya kupasının kampta nasıl bir heyecanla takip edildiği filmin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Aslında böyle bir yaklaşım belki de filmi daha da politik yapmış. Günlük yaşamın içinde burada yaşayan insanların yersiz yurtsuzluk hissi daha çok ortaya çıkıyor. Örneğin bir zamanlar Filistin davasının sıkı bir savunucusu olan Abu Iyad’ın geldiği nokta, değişen düşünceleri gerçekten ilgi çekici. Zaten bir süre sonra filmin odağı da Abu Iyad’a kayıyor. İzlemeye değer bir belgesel.
Karşınızda Martin Bonner (This Is Martin Bonner):
Karşınızda Martin Bonner, belli bir yaştan sonra yeni bir yaşam kurmak isteyen iki adamın hikâyesi. Yıllarca bir kilise için çalışan Martin Bonner, bir gün kendi içinde bir inanç krizi yaşayarak hayatını değiştirmeye karar vermiş ama farklı bir yere taşınsa da o yaşta bambaşka bir işe giremediği için yine kilise ile bağlantılı bir işte çalışıyor. Travis ise alkollü araç kullanarak birsinin ölümüne neden olduğu için girdiği hapisten yeni çıkmış. O da mecburen kendisine yeni bir hayat kurmak durumunda. Gayet dingin ama etkileyici bir film karşımızdaki. Özellikle Travis ve yıllarca görmediği kızının buluştuğu sahne çok gerçekçi. Çoğunlukla görmeye alıştığımız Amerikan filmlerinden farklı olarak otoyol kenarındaki bir şehrin soğuk portresi de filmin güçlü yönlerinden. Ayrıca Martin ve Travis’i canlandıran Paul Eenhoorn ve Richmond Arquette’in güçlü performansları da (hatta Travis’in kızını canlandıran Sam Buchanan’ı da sayarsak üç) görülmeye değer.
Köken Ergun’un Video İşleri:
Festivalde Köken Ergun’un işlerinin de üç tanesini izleme fırsatı buldum. Kalanları da merak ettim doğrusu. Berlin’deki Türk ve Kürt düğünlerinden çeşitli görüntüleri yansıtan Wedding ve Zeynebiye mahallesindeki Aşura gününde Kerbala Savaşı’nın canlandırıldığı amatör tiyatro gösterisini kayda alan Aşura filmlerinden ve kıyısından köşesinden yakaladığım söyleşisinden anladığım kadarıyla Ergun görkemli ritüellere meraklı. İzlediğimiz işler genelde farklı mekânlarda birden fazla ekranda izlenmeye yönelik işler olduğu için (örneğin Wedding aslında aynı anda yan yana üç ekranda gösterilmek üzere tasarlanmış) tam anlamıyla birer kısa film sayılmazlar. Ama etkileyici oldukları kesin. Festival sırasında Ankara’da yeni açılan Salt Ulus’da da Köken Ergun’un işleri sergilenmeye başlandı. 16 Şubat’a kadar onu da gidip görmekte fayda var.
Kusursuzlar:
Ramin Matin’in ilk filmi Canavarlar Sofrası, takibe almak gereken yeni bir yönetmeni müjdeliyordu. Kusursuzlar ile umutları boşa çıkarmadı. İki kızkardeş arasındaki sevgi-nefret ilişkisini adım adım açılan ve seyirciyi sürekli tetikte tutan bir tarzda anlatıyor Kusursuzlar. İlk filminde karakterlerini bir evin içine hapseden Matin, burada Çeşme’nin açık alanlarını başarılı bir mekan olarak kullanıyor. Ama evin için iki kardeş için güvenlikli bir alan olarak yine önemli. Esra Bezen Bilgin ve İpen Türktan Kaynak’ın karşılıklı olarak çok iyi paslaştıkları oyunculukları da son derece iyi. Özellikle hem oyunculuk, hem senaryo açısında kardeşlerin sürekli birbirlerini iğneledikleri yemek sahnelerini çok sevdim. Filmde beklenen gazete haberi ile gelişen gizemli bir durum var. Film sonrasında ekiple yapılan söyleşide gelen sorulardan anladığım kadarıyla bazı seyirciler ne olduğunu tam anlamamış. Matin’in de söylediği gibi bence de çok netti ama filmi vizyonda izleyecekler için spoiler vermeden ufak bir ipucu vereyim. Filmde o gazete haberi de gözüküyor aslında. Kardeşlerin birbirine bıraktığı not gösterilirken o nota değil arka plandaki gazeteye odaklanın.
0 Yanıt to “Gezici Festival 2013 İzlenimleri – 3. Gün: Kısa İyidir 1, Dünya Bizim Değil, Karşınızda Martin Bonner, Köken Ergun’un Video İşleri, Kusursuzlar”