3-8 Eylül 2013 tarihleri arasında Ankara önemli bir festivale ev sahipliği yaptı. Puruli Kültür Sanat tarafından düzenlenen Ankara Engelsiz Filmler Festivali’nin en önemli yönü adından da anlaşılabileceği gibi engelli seyircilerin de film izleyebileceği bir ortam yaratmak ve engelli/engelsiz ayırmadan tüm sinemaseverleri aynı film izleme deneyiminde buluşturması idi. Engelli seyircilerin filmleri rahatlıkla takip edebilmeleri için filmler sesli betimleme, ayrıntılı altyazı ve işaret dili eşliğinde gösterildi, filmleri sesli betimleme ile takip etmek istemeyen seyirciler ise festival stantlarından temin edilebilecek kulaklıklardan filmi kendi sesinden takip edebildiler. Her ne kadar görme engeli olmayan seyirciler sesli betimlemeyi tercih etmeyecek olsalar da en azından bir filmin bu şekilde izlenmesini tavsiye ederim. Farklı bir deneyim oluyor. Hiç belli olmaz, belki de kaçırdığınız bir ayrıntıyı bu şekilde yakalayabilirsiniz.
Genellikle bir festivalin programında, ilk defa izlenen veya başka yerde izlenemeyecek filmler olmasını tercih ederiz. Ancak Engelsiz Filmler Festivali’nin özelliğinden dolayı bu kez durum biraz farklıydı. Ne yazık ki engelli sinemaseverler vizyon filmlerini seyretmek konusunda zorlandıkları için programdaki filmlerin büyük kısmının yakın zamanda gösterime girmiş olan filmler arasından seçilmiş olması gayet doğru bir uygulama idi. Ancak bu noktada festival ekibi önümüze gelen her filmi programa alalım gibi bir uygulamaya gitmemiş, gerçekten de yakın dönemin en iyi filmlerinden bazılarını programa almış. Böylece engelli seyirciler çok kaliteli filmleri kendilerine uygun şekilde izleme fırsatı bulurken, diğer seyirciler de vizyonda kaçırdıkları bu yapımları yakalama ya da tekrar izleme fırsatı buldular.
Festival, 3 Eylül akşamı Cer Modern’de yapılan açılış töreni ile başladı. Festivalin en büyük destekçisi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olunca açılış törenine bakan Fatma Şahin de katıldı. Engelli vatandaşların da ilgi gösterdiği açılış töreninde festivalin tanıtımı dışında görme engelli Ali Aytaç da güzel bir mini konser verdi. Açılışta ayrıca Cannes’da Altın Palmiye alan Sessiz (Be Deng) filmi de gösterildi.
Cer Modern ve Cinemaximum Armada’da gösterilen filmler az önce de belirttiğimiz gibi yakın dönemin en iyi filmleri arasından seçilmişti. Örneğin festivalin Engelsiz Yarışma bölümünde yer alan Tepenin Ardı, Zerre, Gözetleme Kulesi, Jîn ve Lal Gece filmlerini rahatlıkla geçen senenin en iyi yerli filmleri arasına koymak mümkündü. Benzer şekilde Dünyadan bölümünde yer alan Köstebek (Tinker, Tailor, Soldier, Spy), Ömrümüzden Bir Sene (Another Year), Paris’te Gece Yarısı (Midnight in Paris) ve Yükselen Ay Krallığı (Moonrise Kingdom) da pek çok eleştirmenin yılın en iyi filmleri arasına aldığı filmlerdi. Hatta Çocuklar İçin bölümünü de bu yaklaşıma dahil etmek gerekli. Bu bölümde yer alan Hugo, kanımca gösterime girdiği yılın en iyi filmiydi.
Bu bölümler dışında festivalin konseptine uygun olarak hazırlanmış Engel Tanımayan Filmler bölümünde de sinemasal anlamda çok önemli olmasa da bedensel engelli bir insanın bakıcısı ile kurduğu güçlü dostluğu anlatırken, yaşamdan keyif almayı öğrenmesini anlatan Can Dostum (The Intouchables) filmi dikkat çekiyordu. Diğer filmleri daha önce izlediğim için festivalde izlediğim uzun metrajlı tek film, bu bölümde yer alan 800 Km Engelli adlı belgeseldi. Murat Erün’ün yönetmenliğini yaptığı belgeselde İstanbul’dan Muğla’ya bir motosiklet ile yolculuk yapan bedensel engelli iki arkadaşın hikayesi anlatılıyordu. Film bu rota üzerinde engelli insanların karşılaştıkları çeşitli sorunları da göstererek bir farkındalık yaratmayı hedefleyen, bu hedefine de ulaşan bir belgeseldi.
Festivalde ayrıca Uzun Lafın Kısası başlığı altında kısa filmlerden oluşan bir seçki de vardı. Bu seçkiyi de festivalde izleme fırsatı buldum. Bu bölümdeki kısa filmler de gayet iyiydi. Açılış töreninde de gösterilen Sessiz (Be Deng) zaten Cannes Film Festivali onaylı bir film. Onun dışında benim özellikle dikkatimi çeken filmler, bir yas süreci ile baş etmenin etkilerini anlatan Sonra ve eğlenceli bir düğün hikayesini bir buzdolabının bakış açısından (tüm filmi bir buzdolabının her kapısı açıldığında içerden görünenler üzerinden gidiyor) anlatan Bir Dilim Hayat filmleri oldu. Birlikte filmi de bir çiçeğe tutkuyla bağlı adam karakteri ile ilginç bir hikaye getiriyordu karşımıza.
Festivalin kapanış töreni 8 Eylül’de yine Cer Modern’de gerçekleştirildi. Açılışa göre biraz daha sönük geçen törende Engelsiz Yarışma bölümünün ödülleri sahiplerini buldu. Şebnem Sönmez, Çağdaş Günerbüyük ve Ezel Akay’dan oluşan jüri, en iyi film ödülünü Tepenin Ardı’na verirken, en iyi yönetmen ödülünü Kurtuluş Son Durak filmi ile Yusuf Pirhasan, en iyi senaryo ödülünü ise Zerre filmiyle Erdem Tepegöz kazandı. Seyircilerin oyları ile belirlenen özel ödül ise yine Kurtuluş Son Durak filmine gitti.
Sonuçta diğer festivallerdeki kadar yoğun film izlememiş olsam da önemli bir festivali geride bıraktık. Puruli Kültür Sanat’a Ankara’ya bu festivali kazandırdığı için teşekkürler. Sonraki festivallerin daha iyi olması için naçizane birkaç öneri de yapmak isterim.
Festival sırasında hiç yabancı film izlemedim ama yanlışım yoksa sesli betimleme ile anlatılırken konuşmalar da Türkçe dublaj ile verilmiş. Bu doğru bir uygulama olabilir ancak filmin kulaklıktan verilen sesi de Türkçe dublajlı imiş. Teknik olanaklar elveriyorsa (ki kulaklıkta birkaç kanal olduğu için mümkün olmalı diye düşünüyorum) filmleri orijinal dilinden takip etmek isteyenler için böyle bir seçenek de sunulmalı.
Doğrudan festivali düzenleyenlerin çözebileceği bir sorun değil belki ama görme ve işitme engellilerin filmleri izleyebilmeleri için uygun ortam yaratılırken ne yazık ki bedensel engellilerin işi hala zor. Belli bir yere kadar asansörle gelinebiliyor olsa da yine de insanların karşısına merdiven engeli çıkıyor. Ancak bu hemen hemen tüm sinemalarda karşımıza çıkan bir durum ne yazık ki. Sadece 4 ay boyunca koltuk değneği yaşayınca bile sinemaların engellilere pek uygun olmadığını anlıyorsunuz. Tekerlekli sandalyeler için yer ayrılan salonlarda bile bu yerler perdeye fazlasıyla yakın oluyor genellikle. Keşke bu sorun da çözülebilse.
Gösterimi yapılan filmlerin görüntü kalitesi çok iyi değildi (en azından benim izlediklerimde). İşaret dili ile anlatımı filme ekleyebilmek için orijinal kopya üzerinden bir aktarma çalışması yapılmak zorunda kalınıyor sanırım. Görüntüdeki sıkıntı bundan kaynaklanmış olabilir ama hem engelsiz seyirciler hem de filmi görüntüden takip edecek işitme engelli seyirciler için görüntünün daha kaliteli olması iyi olacaktır.
Son olan festival ekibine yüz yüze ilettiğim bir de film önerisi: Hayallerin Ötesinde (Imagine) filmi bir sonraki festival programında olursa çok iyi olur. Görme engelli bir öğretmenin yine görme engelliler okulunda yaşadıklarını çok başarılı bir sinema diliyle anlatan film festivalin temasına çok uygun.
Kapanış törenine ait kişisel bir not: Kapanış törenine dair aklımda kalacak olay, törenin sunuculuğunu üstlenen Levent Kol’un az kişi olan salondan bol alkış istemesi sonrası benim alkışladığımı görmeyip birkaç defa laf atması sonucu üzerimden bir kova ter boşalması oldu. Ne yapalım, kurban olarak beni seçti demek ki…
Ankara’da festival mevsimi bu yıl ilki düzenlenen Engelsiz Filmler Festivali ile başladı. Dün gece (3 Eylül 2013) Cer Modern’de yapılan açılış töreni ile başlayan festival 8 Eylül’e kadar Cer Modern ve Cinemaximum Armada’da yapılacak olan gösterimlerle devam edecek. Festivalin en büyük özelliği filmlerin görme engelliler için sesli betimleme ve işitme engelliler için ayrıntılı altyazı ve işaret dili eşliğinde gösterilecek olması. Filmler çoğunlukla geçtiğimiz yıl içinde vizyona çıkmış filmler. Ama hemen hepsi çok iyi filmler olduğunu için vizyonda kaçırmış olan tüm seyircilere bu filmleri festivalde izlemelerini tavsiye ederim.
Festival tarafından gönderilen basın bülteni festival içeriğini daha güzel özetleyecektir:
————————
Tüm filmlerin görme engelliler için sesli betimleme, işitme engelliler için ayrıntılı altyazı ve işaret dili eşliğinde gösterileceği Ankara Engelsiz Filmler Festivali, 3 Eylül Salı akşamı Cer Modern’de gerçekleştirilecek Açılış Töreni ile başladı. Festival’in açılış filmi Rezan Yeşilbaş‘ın 65. Cannes Film Festivali Kısa Film Yarışması’nda Altın Palmiye ödülü alanSessiz Be Deng (2012) adlı kısa filmi oldu. Festivaldeki diğer filmler gibi, bu film de sesli betimleme, işaret dili ve ayrıntılı altyazı ile gösterildi.
Engelli seyircilerin engeli olmayan seyircilerle birlikte programdaki tüm filmleri izleyebilecekleri, söyleşi ve atölyelere katılabilecekleri Festival’de, geçtiğimiz senelerin yeni yapımlarından usta yönetmenlerin başyapıtlarına, kısa ve belgesel filmlerden çocuk filmlerine uzanan geniş bir yelpazede filmler izleyicilerle buluşacak. Tüm gösterimler ücretsiz olacak.03-08 Eylül 2013 tarihleri arasında kapılarını sinemaseverlere açacak Ankara Engelsiz Filmler Festivali görselliğe ve işitselliğe dayalı bir sanat dalı olan sinemada bile, gerekli düzenlemeler yapıldığında göremeyen veya işitemeyen seyircilerin diğer seyircilerle aynı seyir zevkini alabileceğini ortaya koymayı, görme ve işitme engellilerin toplumsal yaşama daha eşit katılımına katkı sağlamayı amaçlıyor.Festival Puruli Kültür Sanat tarafından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın himayesinde gerçekleşiyor.Ödüller Sahiplerini Bekliyor
Festival‘de Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilecek Engelsiz Yarışma, engelli seyircilere bir film festivalinde yarışma takip etmenin heyecanını tattıracak.
Pelin Esmer’in Gözetleme Kulesi (2012), Reha Erdem’in Jîn (2013), Yusuf Pirhasan’ın Kurtuluş Son Durak (2012), Reis Çelik’in Lal Gece (2012), Emin Alper’in Tepenin Ardı (2012) ve Erdem Tepegöz’ün Zerre (2012) filmleri Engelsiz Yarışma kapsamında seyircilerin beğenisine sunulacak. Jürinin En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödüllerini dağıtacağı Engelsiz Yarışma, seyircilerin gösterimler sonrası filmleri oylayarak Seyirci Özel Ödülü‘nü belirlemesine de fırsat verecek.Engelsiz Yarışma jürisinde yönetmen Ezel Akay, oyuncu Şebnem Sönmez ve sinema yazarı Çağdaş Günerbüyük bulunuyor.Engelli seyircilerin güncel Türkiye sinemasını takip etme fırsatı yakalayacağı Engelsiz Yarışma, Halkbank’ın sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. Yarışmanın ödülleri 8 Eylül Pazar günü Cer Modern‘de gerçekleştirilecek Ödül Töreni ile sahiplerini bulacak.Çağdaş dünya sinemasının en iyileri Festival’de
Festival yarışmanın yanı sıra Türkiye ve dünya sinemasının geçtiğimiz senelerdeki en başarılı yapımlarını seyirci ile buluşturuyor.
Yayınlandıktan kısa süre sonra bir fenomene dönüşen Leyla ile Mecnun dizisinin yönetmeni Onur Ünlü’nün Altın Koza Film Festivali’nden En İyi Film ve En İyi Senaryo ödülleriyle dönen Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi ve yönetmen Yüksel Aksu’nun rüya sahnesini görme engelli sinema öğrencisi Devrim Tarım ve görme engelli fotoğraf sanatçısı Civan İlci ile beraber çektiği Entelköy Efeköye Karşı Türkiye Sineması bölümünde izlenebilecek.
Dünyadan bölümünde ise Woody Allen sinemasının tüm bilindik elementlerini taşıyan ve 64. Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olan Paris’te Gece Yarısı (Midnight In Paris); Gary Oldman, Tom Hardy, Colin Firth, Mark Strong gibi güçlü bir kadroya sahip, türü içerisinde yepyeni bir klasik olarak tanımlanan Köstebek (Tinker, Tailor, Soldier, Spy); evli bir çiftin hayatını bir yılın dört mevsimi süresince takip eden ve Rolling Stone, The New York Times ve Entertainment Weekly gibi yayınların ilk on listelerinde yer alan Mike Leigh’ninson filmi Ömrümüzden Bir Sene (Another Year) ve Wes Anderson’ın Tenenbaum Ailesi (RoyalTenenbaums) filminden beri istikrarlı şekilde sürdürdüğü estetik anlayışını zirveye taşıyan Yükselen Ay Krallığı (Moonrise Kingdom) yer alıyor.
Engel Tanımayan FilmlerFestival engellilik hakkında farkındalık yaratmak amacıyla bu temaya sahip filmlerden bir seçki de hazırladı. Engel Tanımayan Filmler bölümünde izleyeceğimiz 800 Km Engelli (Yönetmen: Murat Erün, 2012) filminde fiziksel engelli iki arkadaşın bir motosiklet ve ona takılı yolcu sepetiyle İstanbul’dan Muğla’ya yaptığı on üç günlük yolculuğa tanık olacağız. Can Dostum (Intouchables) (Yönetmen: Olivier Nakache, EricToledano, 2011) filminde ise bir kaza sonrası tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş bir aristokrat ile Paris’in kenar mahallelerinden işsiz bir gencin sıradışı dostluk hikayesini izleyeceğiz. Film, İngilizce dışında yabancı bir dilde tüm zamanlarda en fazla gişe hasılatını elde eden yapım olarak sinema tarihine geçmişti.Uzun Lafın KısasıAnkara Engelsiz Filmler Festivali‘nde bir festivalin olmazsa olmazlarından kısa filmler de seyirci karşısına çıkacak. Son dönem Türkiye sinemasının genç yönetmenlerinin çektiği filmlerden oluşan bir seçki Festival programında yer alıyor. Seçkideki H. Mert Erverdi’nin Aralık, Aysel Pınar Necef’in Bir Dilim Hayat, Barış Çorak’ın Birlikte, Şafak Türkel’in Bodrum Rüyası, Mert Tügen’in Kanatları Olmayan Kuş, Rezan Yeşilbaş’ınSessiz, Nazlı Elif Durlu’nun Sonra adlı filmleri kısa film severleri bekliyor olacak.
Çocuklar için Filmler ve Canlandırma Atölyesi
Festival’in çocuklara özel hazırladığı film seçkisi, engelli çocukların engelsiz yaşıtlarıyla birlikte film seyretmelerine imkan verecek. Bu bölümde yer alan ve sinemanın yaşayan ansiklopedisi Martin Scorsese’nin yönettiği Hugo, sadece çocukların değil her yaş grubundan seyircilerin görmesi gereken bir başyapıt. Küçük seyirciler için programdaki diğer film ise animasyon evrenine armağan ettiği efsanevi Wallace ve Gromit filmiyle tanınan Aardman Stüdyoları’nın yeni animasyonu Korsanlar! (ThePirates!).Festival kapsamında çocuklara yönelik bir diğer etkinlik Canlandırma Atölyesi. 7 Eylül Cumartesi günü saat 13:00 – 17:00 arasında Cer Modern Çocuk Atölyesi’nde gerçekleşecek Canlandırma Atölyesi’nde 9-12 yaş grubundan işitme engelli çocuklar, animasyon (canlandırma) sanatı ile tanışacak. Atölyede İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde 6 yıldır animasyon dersleri veren Berat İlk, küçük katılımcılara öncelikle temel animasyon bilgisi ve animasyonun kısa tarihi hakkında bilgi verecek. Katılımcılar farklı canlandırma teknikleri ile üretilmiş filmlerden eğlenceli örnekler izledikten sonra çevrelerindeki oyun hamuru, kalem, silgi gibi farklı malzemeleri bir karakter gibi hareket ettirerek kısa animasyon denemeleri yapma şansını yakalayacaklar, atölyeden kendi yarattıkları karakterler ve geliştirdikleri öykülerle evlerine dönecekler.Etkinlik sınırlı sayıda katılımcı için uygun ve ücretsiz olacak. Başvuru ve ayrıntılı bilgi için event@puruli.co adresine mail atabilirsiniz.Festival Destekçileri
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın himayesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla gerçekleşen Ankara Engelsiz Filmler Festivali’nin Engelsiz Yarışma sponsorluğunu Halkbank, gösterim sponsorluğunu Cinemaximum, ulaşım sponsorluğunu Peugeot, tanıtım sponsorluğunu Outdoor TV, Outbox ve Üniversite Medya üstleniyor.
Armada AVM, Mövenpick Ankara, Ares Film, Elmalma Marka İletişim Hizmetleri, Marko Paşa, Kalender Zebra ve Teppanyaki Festival destekçileri arasında yer alıyor.
Festival’in medya sponsorluğunu ise NTV, Star TV, CNBC-e, Birgün, Evrensel, Habertürk, Hürriyet Daily News, Radikal, Star Gazete, Ankara Life, Arkadaş Kültür Sanat, Kültür Mafyası, Kültür Sanat Haritası, MAG, Nouvelle Magazine, arkapencere.com, bianet.org, Eksisinema.com, Sadibey.com, Radyo Hacettepe ve Radyo Vizyon yapıyor.
Avustralya’nın önemli film festivallerinden The Other Film Festival, Festival Partneri olarak destek veriyor.
Program ve etkinlikler hakkında ayrıntılı bilgiye Festival’in web sitesinden ulaşabilir, Facebook ve Twitter hesaplarından duyuruları takip edebilirsiniz.
Sinema Manyakları blogunu en son Uçan Süpürge döneminde güncellemişiz. Sonrasında gelen Gezi olaylarının yarattığı ruh hali ve yaz aylarında sinema gündeminin zayıflığı nedeniyle ne içimden güncellemek geldi, ne de güncelleme yapacak çok fazla gündem vardı. Sonbahar yaklaştı, sinema gündemi de hareketlendi. Sinema Manyakları’nın da güncelleme zamanaı geldi. Tabiri caizse sezonu açarken uygun olan yazının geride bıraktığımız yaz aylarının etkisiyle Gölge e-Dergi’ye yazmış olduğum “Direnen Filmler” yazısı olduğunu düşündüm. O halde biraz güncellenmiş bir”Direnen Filmler” yazısı ile yeni bir sinema sezonuna merhaba diyelim:
—————————————
Geçtiğimiz aylarda Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilerek bir alışveriş merkezi yapılma isteğine karşı çıkılması ile başlayan ve bu ülkenin tarihinde pek görülmemiş bir protesto hareketine evrilen olayları hep birlikte takip ettik. Ülkedeki her insanın olaylara farklı bir bakış açısı olmuştur elbette. Bu yazı kapsamında kendi bakış açımızla bu olayların hatırlattığı filmlerin şöyle bir üzerinden geçeceğiz. Bu eylemlerin en önemli özelliklerinden biri şimdiye kadar apolitik olarak nitelenen genç kuşağın da olaylara dahil olması, bunun sonucunda da çok zekice duvar yazıları ve tweet mesajları da eylemin uzun zaman hatırlanmasına yok açacak bir yönü oldu. Bu genç kuşak söz konusu yazılarda sevdikleri filmlere göndermeler de yaptılar. Bu yazıda doğrudan bir direniş filmi olmasa da eylemlerde adına rastladığımız filmlerden de bahsedeceğiz.
Elbette ilk bahsetmemiz gereken film V for Vendetta. Yakın bir gelecekte geçen bu filmde baskıcı ve faşist bir rejimle yönetilen İngiltere’de maskeli bir direnişçinin başını çektiği direniş ateşinin tüm ülkeye yayılması anlatılıyordu. Filmde anlatılanlar bir yana filmin Gezi Parkı direnişi ile en büyük ilintisi elbette filmde kullanılan maskenin direnişin simgelerinden biri olmasıydı. Gezi Parkı’ndaki pek çok direnişçi bu maskeyi takarken o günlerde Ankara sokaklarında kendi halinde yürüyüş yapan bir ailenin çocuklarında bile bu maskeyi gördüğümü hatırlıyorum. Sadece bizde değil dünyanın pek çok yerinde farklı amaçlarla yapılan eylemlerde de bu maske bir simge haline geldi ve maskenin popülerliği filmi çok aştı. Bu arada söz konusu maskenin de 1570-1606 yılları arasında yaşamış olan ve dönemin İngiltere kralına karşı düzenlenen başarısız suikast girişimi içinde yer alan Guy Fawkes’i temsil ettiğini de hatırlatalım.
V for Vendetta ile ilgili hatırlatmamız gereken bir diğer nokta ise bu filmin bir çizgi roman uyarlaması olması. Alan Moore’un yazdığı ve David Lloyd’un çizdiği bu çizgi romanın 1980’lerde yayınlandığı düşünülürse bir Thatcher dönemi eleştirisi olarak da okumak mümkün. Filme göre daha sert ve daha başarılı olduğunu düşündüğüm bu çizgi roman daha önce okunmuş olsa bile bugünlerde tekrar üzerinden geçilmesi gereken bir kitap.
Direnişte adı geçen filmler üzerinden gitmeye devam edersek Star Wars da karşımıza çıkan filmlerden bir diğeri. Özellikle orijinal üçlemenin hikâyesinin tüm galaksiyi demir yumrukla yöneten bir imparatora karşı direnen asilerin (ki filmde de “rebels” olarak tanımlanıyorlar zaten) hikâyesi olduğunu düşünürsek duruma cuk oturduğunu söylemek mümkün. Zaten bu süreçte Star Wars karakterleri ile olaylarda öne çıkan figürlerin eşleştirildiği çeşitli paylaşımlar da gördük. Hatta günlerden bir gün İstanbul sokaklarında Darth Vader kostümünde bir direnişçi bile karşımıza çıktı. İlk anda Darth Vader’ın sinemanın efsane kötü karakterlerinden biri olarak asiler tarafında yer almaması gerektiği düşünülebilir ama finalde imparatorun nasıl yok edildiğini düşünürseniz Darth Vader’ın nihayetinde isyancıların tarafında yer aldığını kabul etmek gerek. Zaten en baştan beri güce denge getirecek figür de odur.
Aslında pek çok bilim-kurgu filminde baskıcı bir rejime karşı çıkan direnişçi figürleri bulmak mümkün. Bu filmlerde baskıcı iktidar kimi zaman insanlar, kimi zaman uzaylılar, hatta kimi zaman da robotlar oluyor. Fahrenheit 451, Equilibrium, The Matrix hatta Terminator filmlerini bu kategoride örnek göstermek mümkün. Ancak bu konuda en ilginç örneklerden biri Planet of the Apes (Maymunlar Cehennemi) serisi. Bu seride bir zamanlar kendilerine türlü eziyetler yapılan bir grubun iktidara geldiğinde çok daha beterini yaptığını görüyoruz. Bu durum bir anlamda ülkemizdeki duruma da denk düşüyor. Şu an iktidardaki düşüncenin geçmişte yaşadıklarının ne olduğu tartışılabilir ama kendilerini geçmişte ikinci sınıf görülmüş bir grup olarak konumlandırdıkları ve bu konumlandırmanın da iktidara gelmelerinde önemli rol oynadığını kabul etmek gerekli. Bu anlamda Maymunlar Cehennemi de bugünlerde farklı bir bakış açısı ile izlenebilecek filmlerden.
Gezi Parkı protestolarının ilk günlerinde karşımıza çıkan duvar yazılarından biri de beşinci günün şafağında gelmesi beklenen bir kurtarıcıya aitti. Genç nesil bir kez daha sevdikleri bir filme gönderme yapmışlardı. Bu kez söz konusu olan The Lord of the Rings (Yüzüklerin Efendisi) filmindeki Gandalf’tı. Beşinci günün şafağında Gandalf gelmemişti belki ama o güne kadar gençler zaten bir kurtarıcıya ihtiyaç duymadıklarını, kendi başlarına da seslerini duyurabileceklerini anlamışlardı. Bu hareketin en önemli özelliklerinden biri de buydu zaten. Belirli bir lideri yoktu ama halkın içinden pek çok kahraman çıkardı. Kırmızılı kadın, siyahlı kadın, duran adam gibi figürler hareketin simgeleşen figürleri oldular. Tüm bu figürlerin bir araya getirildiği ve Yenilmezler olarak tanımlandığı çizimler de The Avengers filmine bir gönderme idi.
Bir kez daha Yüzüklerin Efendisi serisine dönersek filmlerin (ve kitap serisinin elbette) kötü adamlarından biri olan Saruman’ın bol bol ağaç kestiğini bunun üzerine ormanın konuşan ve yürüyen yaşlı ağaçları Ent’lerin de Saruman’a karşı ayaklandığını da hatırlayabiliriz. Bu anlamda bu filmle de Gezi Parkı arasında paralellikler kurmak mümkün. İnternet gençliği de elbette bu paralelliği kurmakta gecikmedi. Saruman ile İstanbul valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun birbirine benzer fotoğrafları ile Taksim Meydanı ile Yüzüklerin Efendisi’nden bir sahnenin bir araya getirildiği sahneler sosyal medyada dolaşmaya başladı.
Victor Hugo’nun unutulmaz eseri Sefiller’in de final kısmı da Fransa’daki çeşitli özgürlük hareketlerinden biri olan Haziran Devrimi’nde geçer. Gençlerin başını çektiği bu hareket çok iyi sonuçlanmadı belki ama bu dev romanın en önemli parçalarından biri oldu. Bu romandan uyarlanan pek çok film ile Gezi Parkı hareketi ile benzerlikler kurulabilir ama hafızalarda en taze olan uyarlama, henüz bu yıl içinde sinemalarda izlediğimiz müzikal uyarlaması idi. Hugh Jackman’ın başarılı bir Jean Valjean olduğu bu uyarlamanın söz konusu devrim sahneleri insanın tüylerini diken diken ediyordu. Ve elbette bu sahnelerdeki “Do You Hear the People Sing?” şarkısı da ülkemizde yaşananlara çok denk düşüyordu. Nitekim yaratıcılığın da üst düzeye çıktığı bu günlerde, bu şarkı da hemen yaşanan olaylara aşağıdaki sözlerle uyarlandı:
Duyuyor musun sesi, işte bu halkın öfkesi
Olmayacak hiçbir zaman bir başkasının kölesi
Sanki kalp atışları karışıyor davullara
Yürüyoruz gururla yeni bir yarına
Sen de gel katıl bize, diren bütün bu baskıya
Durur koca dünya barikatın arkasında
Sen de özgürlüğün için diren omuz omuza!
Duyuyor musun bizi, işte çapulcunun sesi
Olmayacak hiçbir zaman bir başkasının kölesi
Sanki kalp atışları karışıyor davullara
Yürüyoruz gururla yeni bir yarına
Yarınlara…
Fransa bu tip halk hareketleri açısından zengin bir tarihi olan bir ülke. Elbette sinemasında da yaşanan olaylar yoğun şekilde yer bulmuş. 1990’ların başında Zaire’li bir göçmenin polisler tarafından öldürülmesi sonrası başlayan ve tüm Fransa’ya yayılan olaylar bir kuşağın hafızasında tazedir. Tam da o günlerde çekilen ve yaşanan atmosferi tam da içerden çok başarılı bir şekilde anlata La Haine genç kuşağın öfkesine ışık tutan bir filmdi. Yönetmen Mathieu Kassovitz’in halen bu filmin seviyesinde başka bir film çekemediğini söyleyebiliriz.
Gezi Parkı’nda yaşananlar bir yönüyle de akla kaçınılmaz olarak Paris Komünü’nü getirdi. Halkın kendi kararını forumlarda kendi başına alması, parkta her şeyin paylaşıldığı ve ücretsiz olduğu 3 haftalık süre, Fransa’da 1871’de iki ay boyunca iktidarda kalan halk hareketi ile kimi benzerlikler taşıyordu. Paris Komünü’nün sonu çok kanlı bir şekilde gelmişti. Her ne kadar Gezi Parkı olayları sırasında da ölümler olsa da neyse ki o kadar feci noktaya varmadı. Yine de Paris Komünü’nün yok edilmesi sonrasındaki açıklamayı yorumsuz olarak buraya koyuyorum: “Paris sakinlerine. Fransız ordusu sizi kurtarmaya geldi. Paris artık özgür! Saat 4 itibariyle askerlerimiz son isyancı noktasını da ele geçirdi. Bugün savaş sona erdi. Düzen, çalışma ve güvenlik yeniden sağlandı.”
Sosyalizmin belki de gerçek anlamda iktidara geldiği tek olay olan Paris Komünü sinemada çok fazla yer bulmadı. Ancak birkaç yıl önce festivallerde izleme fırsatı bulduğumuz altı saatlik La Commune (Paris, 1871) filmi dönemi anlatan çok başarılı bir filmdi. Uzunluğuna rağmen dönemi çok başarılı bir şekilde anlatıyor, bir yandan da sağlam bir medya eleştirisi yapıyordu. Filmde o günlerde televizyon olsaydı acaba ne olurdu deniyordu. Ortada sürekli olarak yaşananları çarpıtan bir devlet televizyonu ile devrimcilerin kurduğu komün televizyonu vardı. Bizde de iktidar yanlısı ana akım medya ve alternatif kanallar arasında gözlerimizle gördüğümüz farkı hatırlatmaya gerek yok sanırım. Bu filmi festival seyircileri dışında fazla kişinin izlediğini sanmıyorum. Bir şekilde bulursanız mutlaka izleyin derim. Altı saatlik süresi de gözleri korkutmasın, gayet akıcı bir film.
Yaşadığımız olaylarda polis şiddeti de oldukça öne çıkan ve tartışılan konulardan biri oldu. Aslında yukarda adını andığımız filmlerden pek çoğunda direnişin polis ya da askerin güç kullanımı ile sonlandırıldığını, hatta bazen çok trajik sonuçlara yol açtığını görüyoruz. Yine de iktidarın resmi ya da resmi olmayan güçleri tarafından uygulanan şiddet ile ilgili birkaç film örneği daha verelim. Usta yönetmen Costa-Gavras’ın Z filmi iktidarın görüşlerine karşıt görüşler ortaya koyan bir politikacının bir kargaşa anında öldürülmesi sonrasında suçlunun aranması sürecinde tüm delillerin yok olmasını, şahitlerin ortadan kaldırılmasını ve olayı soruşturanlara görevden el çektirilmesini anlatır. Hikayesi herhangi bir direnişle ilgili olmasa da geçen yıl Gezici Festival’de izlediğimiz, Her Türlü Kuşkunun Ötesinde Bir Yurttaş Hakkında Soruşturma da burada adını anmamız gereken filmlerden biri. Bu filmde sevgilisini öldüren bir polis şefi, bilerek ve isteyerek olay yerinde kendisine işaret eden her türlü delili bırakır, çevredeki kişilere kendini gösterir. Bunları yaparken kendisinin şüpheli olarak bile görülmeyeceğinden emindir ve bunda da haklı çıkar.
Direniş dediğimizde tarihte çeşitli hareketlere öncülük etmiş olan iki simge isim ve bunların hayatlarına dair yapılmış filmleri de anmadan geçmeyelim. Roma’ya karşı kölelerin ayaklanmasının lideri Spartacus ile ilgili filmler özgürlük uğruna ölümü göze alanların hikayesini anlatır bizlere. Her ne kadar yeni nesil Spartacus’u daha çok, yakın zamanda ekrana gelen ve şiddet ve cinsellik dozu epey yüksek dizi ile hatırlasalar da bir kuşak için Spartacus, Kirk Douglas ile özdeşleşmiştir. Stanley Kubrick’in 1960 yapımı bu görkemli filminde Douglas tam bir özgürlük savaşçısıdır. Spartacus etkileyici bir film olsa da filmlerinin en ince detayında bile söz sahibi olmak isteyen Kubrick’i çok memnun etmemiştir. Zaten bu filmdeki deneyimleri sonrası diğer filmlerinde en baştan filme dair ne varsa kontrolüne almıştır. Bu yüzden bu filmi sevmekle beraber Kubrick bu projeye yirmi-otuz yıl sonra el atsaydı ortaya nasıl bir başyapıt çıkardı diye düşünmekten de kendimi alamam.
Spartacus’un doğası gereği gayet kanlı isyanının tam tersine pasif direnişin tarihteki simge ismi ise Mahatma Gandhi’dir elbette. Bir suikasta kurban giden bu barışçı kişiliğin hayatı 1982 yapımı Gandhi filmine konu olmuştu. Richard Attenborough’un yönettiği ve Ben Kingsley’in tümüyle Gandhi kişiliğine büründüğü bu film (her iki isim de bu filmle Oscar aldı bu arada) bugün bakınca biraz ağdalı bulunabilir ama 80’lerin sinema atmosferine çok uygun bir yapımdı.
Direniş her zaman büyük bir topluluğun sokaklara çıkması ile olmaz tabii ki. Bazen insanlar kendi bedenleri dışında ortaya koyabilecek bir şeyleri kalmayınca onu da direniş aracı olarak kullanabiliyorlar. Açlık grevleri bunun en dramatik örneklerinden biri. Zaten yukarıda bahsettiğimiz Mahatma Gandhi’nin de kullandığı yöntemlerden biriydi açlık grevi. Özellikle İrlanda’da gerçekleştirilen açlık grevleri doğrudan ya da dolaylı olarak sinemada sıkça konu edilen eylemlerden biri olmuştu. Bu konuda en başarılı örneklerden biri Michael Fassbender’in ne kadar iyi bir aktör olduğunu ilk kez gördüğümüz Hunger oldu. Eylemin önde gelen isimlerinden Bobby Sands’i canlandıran Fassbender, insanın içinde bir şeyleri düğümleyen bu filmde müthiş bir performans sunuyordu. Elbette aynı dönemi bir annenin bakış açısından anlatan Some Mother’s Son filmini de anmadan geçmemek gerek. Ülkemizde de açlık grevlerinin dönem dönem çok dramatik sonuçlara yol açtığını biliyoruz. Özellikle “Hayata Dönüş Operasyonu” gibi oldukça ironik bir biçimde adlandırılmış operasyonda yaşananların toplumsal hafızamızdan silinmesi çok zor. Doğrudan bu olayları anlatmasa da açlık grevlerine katılmış, operasyonun etkilerini yaşamış bir karakterin hapisten çıktıktan sonra evine dönmesini anlatan Sonbahar son yıllarda sinemamızdaki en yetkin örneklerden biri. Bir belgesel olarak da Simurg’un son derece başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
Gezi Parkı eylemlerinde kadınların da çok öne çıktığını gördük. Peki sinema tarihinde kadın direnişçiler yok muydu? Kendi adıma çok fazla hatırlayamadım ama Brigitte Bardot ve Jeanne Moreau gibi Fransız sinemasının en etkileyici kadınlarından ikisinin başrollerde olduğu Viva Maria akla gelen örneklerden biri. Bardot ve Moreau’nun canlandırdığı Maria adındaki iki kadın Orta Amerika’da bir ülkede sosyalist bir devrim peşindedirler. Karşısında oldukları liderin lakabının “El Dictador” olması bir tesadüf olmasa gerek. Diktatör deyince elbette Chaplin’in The Great Dictator’ünü da es geçmemek gerek. Henüz 1940 yılında özel olarak Hitler’le ilgili ama genel olarak tüm baskıcı ve faşist rejimlerle ilgili şahane bir taşlama ortaya çıkaran Chaplin’in bu müthiş filmini her sinemasever izlemeli.
Bu yılın sonlarında gösterime girecek olan Hunger Games’in yeni filminde de baskıcı bir rejime karşı iki gencin ateşlediği bir devrim hareketini izleyeceğiz. Film gösterime girdiğinde Gezi Parkı olayları ile bağlantıların kurulacağını tahmin ediyorum. Fragmanında yer alan “her devrim bir kıvılcımla başlar” cümlesi de hemen dikkat çekiyor zaten.
Bu yazıda söz ettiğimiz filmler dışında Gezi Parkı olaylarının akla getirdiği başka filmler de elbette vardır. Biz burada sadece bir giriş yapmak istedik aslında. Son aylarda yaşadıklarımızın belgeselleri ve kurmaca filmleri de mutlaka yapılacaktır. Hatta belgesel yapımlar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı bile. Üzerinden zaman geçtikçe daha olgun yapımlar da ortaya çıkacaktır mutlaka. Umarım yaşadığımız günlerin ruhuna uygun, başarılı filmler ortaya çıkar.
Not: Filmler konusunda fikir jimnastiği yaparak bana yardımcı olan Nilgün Öner ve Fazlı Can’a teşekkürler. Vakitsizlikten ötürü bazı önerilerini değerlendiremedim ama ilerde bu yazı güncellenirse onları da dikkate alacağım.