Recep İvedik 2:
Recep İvedik’in ilk filmi seyirci tarafından büyük ilgi ile karşılaşınca devamının gelmesi kaçınılmazdı. Şahan ve Togan Gökbakar kardeşler ve yapımcı Faruk Aksoy seyirciyi çok fazla bekletmeden yeni Recep İvedik filmi ile karşımıza çıktılar. Doğrusu çok fazla bir şey demeye gerek yok. İlk filmi sevenler yine sevecek, sevmeyenler yine sevmeyecek çoğunlukla. Kişisel olarak kimi sahnelerine gülsem de sevmeyenler tarafında yer aldığımı peşin peşin söylemeliyim. Evet kimi sahneleri güldürüyor, bu yönüyle bu sezonun Destere ya da Nekrüt gibi yüzde herhangi bir tebessüm bile oluşturmayan filmlerinden daha iyi olduğunu söylemek mümkün. Ama sadece bu kadarı ortaya iyi bir film çıkartmaya yetmiyor. Doğrusu en fazla 1-2 dakikalık reklamlarda gayet eğlenceli olan Recep İvedik karakteri, iki saatlik bir film için tahammülü zor hale gelebiliyor. Oysa 20-30 dakikalık bir komedi dizisi çok daha uygun olabilirdi. Zaten filmin de oturaklı bir hikayesi olmadığı düşünülürse bu filmden, Recep İvedik İş Arıyor, Recep İvedik Reklamcı, Recep İvedik Kız Peşinde başlıklı çeşitli bölümler çıkabileceği görülebilir.
Ama sonuçta geçtiğimiz hafta sonu ülkemiz tarihindeki en iyi açılışı yapan bir filmden bahsediyoruz. Belli ki toplam hasılatı da çok iyi bir rakam olacak. Sevelim sevmeyelim, önümüzdeki sene Recep İvedik 3’ü görmeye hazırlanalım. Ama en azından Togan Gökbakar’ın Gen filminde daha iyi bir yönetmen olduğunu hatırlamasını ve 90 dakikayı geçmeyen bir süre umalım.
Gelinlerin Savaşı (Bride Wars):
Romantik komedinin bir alt türü olarak tümüyle evlilik sürecine odaklana bazı filmleri sayabiliriz. Gelinlerin Savaşı bunlardan biri. İki kız arkadaş küçüklüklerinden beri evliliklerinin Plaza Oteli’nde olmasını istiyorlar. İkisi de aynı dönemde evlilik teklifi alınca bir kaç hafta aralıklarla düğünlerini yapmaya karar veriyorlar. Bir yanlışlık sonucu her ikisinin de düğünü aynı güne denk gelince birisinin başka bir yer seçmesi gerekiyor. İkisi de buna yanaşmayınca o güne kadar süren dostlukları sona ermekle kalmıyor adeta birbirlerinin en büyük düşmanı oluyorlar.
Doğrusu beklendiği şekilde gelişip beklendiği şekilde biten bir film karşımızdaki. Eğlenceli anları olsa da sonuçta iyi bir komedi filmi izlemiş duygusu ile ayrılmıyorsunuz salondan. Filmin en dikkat çekici yanı ise belki de çevirisinden geliyordu. Filmin bir yerinde American Idol’ın juri üyelerine benzetme yapılan bir yer var. Burada çevirmen muhtemelen bu isimleri bizim seyircimiz tanımaz diyerek, altyazılarda Zerrin Özer ve Armağan Çağlayan isimlerini kullanmış. Tümüyle Amerika’da geçen bir filmde bu isimleri görmek bir anda absürd bir atmosfer oluşturuyordu. Eh, ana karakterlerin isimleri de Liv ve Emma yerine Leyla ve Ebru olsaymış olabilirmiş de bu şekilde olunca bir anlık şok etkisi dışında pek olmamış.
Sevgililer Günü Katliamı 3D (My Bloody Valentine 3D):
3 boyutlu filmler son bir kaç yıldır tekrar ön plana çıkmaya başladı. Aslında 1950’lerden beri kullanılmakta olan 3 boyut teknolojisi bir türlü istenen etkiyi yaratamamıştı. Ancak bu yıl içinde gösterime girecek 3 boyutlu filmlere bakıldığında özellikle insanları tekrar sinemaya çekmek ve korsanı engellemek için de yeni bir ümit olan bu teknolojinin tekrar gündemde olduğunu görebiliriz.
Ancak 3 boyut teknolojisinin çoğunlukla bir oyuncak bulduk, kurcalayalım şeklinde kullanıldığını görüyoruz. Son dönem 3 boyutlu filmler içinde bir tek Beowulf gerçekten 3 boyutu filmin anlatımına bir şeyler katarak kullanabilmişti. Ama bu yıl gösterime girecek olan filmlerden özellikle James Cameron’un filmi yeni bir kapı açabilir. Terminator 2 ile görsel efekt olayını bir üst seviyeye çıkaran Cameron, bu filmi yapmak için senelerdir teknoloji gelişsin diye bekliyordu. Mükemmeliyetçi bir adam olan Cameron, ikna olduysa teknik olarak iyi bir şey çıkarır ortaya. Daha sonra sırada A sınıfı isimlerden Spielberg ve Jackson’ın beraberce girişeceği üç boyutlu Tenten projesi var. Senelerdir Lucas’ın da Star Wars filmlerini tekrar elden geçirip üç boyutlu hale getireceği söyleniyor. Tüm bu isimler de 3 boyutlu film işine girişiyorsa geleceğinin açık olduğunu söyleyebiliriz. Yine de 1954’de Alfred Hitchcock’un da Dial M for Murder’ı 3 boyutlu olarak çektiğini unutmayalım.
Gelelim filme. Bir sevgililer gününde yıllar önceki bir olaya bağlı olarak kasabadaki insanları öldürmeye başlayan bir katil ana korku unsurumuz filmde. Korku filmlerinin her türlü klişesini kullanan ama en azından seyircinin zekasına hakaret etmeyen orta karar bir korku filmi. Üzerinden zaman geçtikten sonra kendini hatırlatacak bir özelliği yok ama izlemek de bir azaba dönüşmüyor en azından. Üç boyut olayını iyi kullanmış mı? Eh fena değil. Bazı sahneler özel olarak 3 boyutlu olduğu için çekilmiş belli ki. Özellikle seyirciye doğrultulan tüfekler, havada uçuşan vücut parçaları ve bol bol gördüğümüz seyirciye doğru savrulan bir takım araç gerecin olduğu sahneler bunun örnekleri. Ama bunlar filme ayrı bir anlam katıyor mu? Hayır.
Bir de eklemeden geçmemek lazım. Uzun zamandır bir filmde gördüğüm en gereksiz çıplaklığa bu filmde rastladığımı belirtmeliyim. Her nedense korku filmlerinde çıplak kadın göstermek bir gelenektir, genellikle ilk ölen de o olur ama burada biraz abartılmış. Herhalde filmin hedef kitlelerinden olan teenage yaş kesimine, kadın anatomisi 3 boyutlu olarak, detayları ile anlatılmak istenmiş.
sssssssssssssssssssssssssssssssssüüppperr