07 Şub 2009 için arşiv

Vizyon Takibi: Prenses Lissi ve Karadamı Yeti, Sahtekar

Prenses Lissi ve Karadamı Yeti (Lissi Und Der Wilde Kaiser / Lissi and the Wild Emperor):

Çocuk filmlerinin ve animasyonların iyi seyirci çekmesi üzerine son bir kaç yıldır dağıtımcı firmalarımız türün önemli örneklerinin yanında Avrupa sinemasının kıyıda köşede kalmış, çok önemli olmadığı gibi bazıları sadece televizyon piyasası için yapılmış filmleri bile gösterime sokmaya başladılar. Bu filmlerin bazıları koşulsuz animasyon severler için bile seyri zor bir deneyim olabiliyor. Doğrusu Prenses Lissi ve Karadamı Yeti de böyle bir film izlenimi veriyordu gitmeden önce. Halbuki hiç de öyle değilmiş. Belki animasyon kalitesi Amerika’dan gelen örnekler kadar iyi değil ama kesinlikle başarılı bir mizah anlayışı var. Adeta absürd bir mizah diyebiliriz. Prenses Lissi ve İmparator Franz’ın aşkları o kadar klişe ve vıcık vıcık bir aşk ki sırf bu yüzden komik. Prensesi kaçıran karadamının tavırları da gayet eğlenceli. Bunların yanında film boyunca bir filmde olunduğunun farkında bir şekilde değişik yerlerde “buraya reklam verebilirsiniz” yazısının karşımıza gelmesi gibi unsurlar da filmin verdiği keyfi arttırıyor.

Ayrıca film küçük yaştaki çocuklara yönelik olsa da belki de bir Avrupa yapımı olmasının da etkisi ile zaman zaman gayet muzır espriler de barındırabiliyor. Lissi de gayet seksi bir animasyon karakteri doğrusu. Hele “aşk gecesi”nde giydiği giysiyi, oradaki çift anlamlı konuşmaları görmek lazım. Bunun yanında Türkçe seslendirmenin de gayet başarılı olduğunu eklemeli. Orijinal dilinde izlemediğimiz için bu konuda kesin bir şey demek mümkün değil ama filmin bazı kısımları adeta yeniden yazılmış gibiydi.

Tüm bunlar bir kenara sinemada konuşulmasından, etraftan duyulmadığının sanılıp fısıldaşılmasından fazlasıyla rahatsız olan biri olarak filmin başındaki sessizlik uyarısı benim için belki de filmin en değerli yanıydı. Hatta keşke bu uyarı sadece bu filme özel olmasa da başka filmlerin başına da konulabilse:

“Değerli seyirciler,
Gösterimizde konuşmak kesinlikle yasaktır. Çeşitli durumlarda fısıldaşmalar olabilir. Bu durumlar, mide kanaması, loto kazanmak, önünüzde oturan seyirci yüzünden perdeyi görememek gibi durumlardır.”

Santekar (Changeling):

Clint Eastwood’un her filmini seyrettiğimde ayrı bir hayran oluyorum kendisine. İyi, Kötü, Çirkin ya da Dirty Harry zamanlarında kim derdi ki ilerde yönetmen olarak klasik Hollywood sinemasının en büyük ustalarından biri olacak diye. Üstelik müzik merakını da giderek ilerletti, filmlerinin müziklerini yapmaya da başladı bir süredir. Şu anda geldiği yönetmenlik düzeyinin çok daha altında olsaydı bile bu gelişmesi takdir edilecek bir şey olurdu. Şimdi ise önünde eğilmekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Sahtekar (Changeling), Eastwood’un zaman zaman çektiği duygusallık dozunun son derece yüksek olduğu filmlerden biri olmuş. Bir filmi izlemeden önce hakkında mümkün olduğu kadar az bilgi edinmeye çalışan biri olarak bu filmin konusu hakkında da bir çocuğun kaybolması, kaybolduktan bir süre sonra bulunarak annesine teslim edilmesi ama annenin çocuğun kendi oğlu olmadığını söylemesi dışında çok bir şey bilmiyordum. Bu yeteri kadar duygusal bir hikaye zaten ama aslında filmin asıl can yakan, insanı alt üst eden hikayesi o kaybolan çocuğun ve diğer bir grup çocuğun başında geçenlermiş.

Sahtekar, bu hikayenin yanında dönemin polis teşkilatının durumu üzerine de etkili tespitlerde bulunuyor. Haklı ya da haksız, kendilerine karşı çıkan adamları kurşuna dizen, kadınları ise akıl hastanesine attıran bir polis gücü bu. Kendi beceriksizliklerini örtmek için kaybolan çocuğun yerine başka bir çocuğu geçirenler de kendileri. Üstelik o kadar tuhaf bir durum ki bir annenin bir kaç ay içinde kendi çocuğunu tanıyamayabileceğini iddia ediyorlar. Hem de aksi yönde bir sürü fiziksel kanıt varken. Mesela kaybolan çocuğun boyunun bulunan çocuktan uzun olduğu ortaya çıktığında stres yüzünden çocuğun boyunun kısaldığı gibi bir açıklama getirilebiliyor.

Bir dönem filmi olarak da kostümlerden mekan tasarımına birinci sınıf bir film var karşımızda. Oyunculuklar açısından da başarılı bir film. Zaten Oscar adayı da olan Angelina Jolie gerçekten başarılı. Abartılı olduğu kimi sahneler olduğu söylenebilir ama onlar da çok fazla rahatsız etmiyor. Ayrıca güzelliğinin ön plana çıkmasına da izin verilmemiş. Bir tek afişin de baskın unsuru olan o dudaklar bir de kıpkırmızı boyanınca hele ki filmin pastel tonları içinde fazla duruyordu. Ancak filmde asıl dikkat çeken oyuncu, daha önceden tanımadığım bir isim olan Jeffrey Donovan oldu. İlk göründüğü sahnelerde güven verici bir polis izlenimi çizen Donovan, film ilerledikçe insanların duygularına önem vermeyen bir adam haline dönüşüyor ki bu durumu çok iyi yansıtmış. Şimdiye kadar kariyeri çoğunlukla dizi oyunculuğu ile geçmiş bu ismi sinemada da görebiliriz bundan sonra.


Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 301.151 hits
Şubat 2009
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
232425262728  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: