Her ne kadar Gezici Festival’in Ankara ayağı bitmiş olsa da daha yolu uzun. Festival sırasında düzenli bir şekilde izlediğim filmlerle ilgili görüşlerimi yazmıştım. Biraz gecikmiş olmakla birlikte hem eksik film bırakmamak için, hem de festivalin bundan sonraki duraklarında filmleri takip etmek isteyenlere faydalı olabilir diyerek festivalin Ankara ayağında son iki günde izlediğim filmleri de yazmak istiyorum.
Kısa Filmler-Öteki: Hrant Dink’e adanan, Öteki başlıklı kısa filmlerde herkesin birbirine benzediği bir yerde farklı olmanın nelere yol açtığını anlatılıyordu genellikle. Öne çıkan filmler, Mathieu Kassovitz neden daha fazla film çekmiyor dedirten Beyaz Kabus, farklı olmayı tek renkli, solgun giysilerin dünyasında renkli bir elbise olmakla özdeşleştiren Elbise ve bir önceki Ankara Film Festivali’nde de izlediğimiz ve 2. Dünya Savaşı sonrası nazilerle ilişkili olduğu düşünülen kadınların halk içinde aşağılanarak cezalandırılmasını tamamen arşiv görüntüleri ile anlatan Suçlu Olsa Bile filmleri idi.
Aşağıda Mathieu Kassovitz’in Beyaz Kabus (Cauchemar Blanc) filmi yer alıyor. Dili Fransızca, ama sanırım genel konu dili bilmeyenler tarafından da anlaşılabilecektir.
Duska: Gezici Festival’de pek çok ülkenin Oscar adaylarını izledik. Duska da Hollanda’nın Oskar adayı. Filmde birbirlerinin dillerinden anlamayan, üstelik birbirlerinden çok farklı iki adamın arkadaşlıkları anlatılıyor. Filmin başlangıcı sessiz sinema tadında giden anlatım tarzı ve çok enteresan karakterleri ile bana çok iyi bir film izlemeye başladığımı hissettirdi. İlerleyen dakikalarda, özellikle geçmişe dönüldüğü anlarda film bir anda benden uzaklaştı ve sonuna kadar çok sevemedim. Fakat bu iki arkadaştan yazar olanının evinde zamanın geçişini gösteren bir sahne var ki, filmin sonlarına doğru beni tekrar kendine bağlamayı başardı. Zaman zaman festivallerde, koşuşturma dışında sakin kafayla tekrar izlemek istediğim filmler oluyor. Duska da bu filmlerden biri oldu.
Çocuk Filmleri: Gezici Festival’in gelenekselleşen uygulamalarından biri de çocuk filmlerinden oluşan bir kısa film derlemesi yapıp bunları çeşitli okullardan öğrencilere göstermesi. Bu yıl da İsveç animasyonlarından çok güzel bir seçki yapılmıştı. Her ne kadar iki okuldan gelen öğrencilerin bağırış çağırışları arasında izlemek biraz zor olsa da anlayış göstererek izledik (öğretmenlerden birinin çocukları denetlemek maksadıyla gelip tam önümde ayakta durması çocuklardan daha rahatsız ediciydi doğrusu). Seçkinin benim için öne çıkan filmleri, dayanışmanın önemini anlatan Elele, festivalin Öteki bölümünde rahatlıkla yeralabilecek Gri Kuş ve bir önceki Kadın Filmleri Festivali’nde de izlemiş olduğumuz Büyük Atlet Glen oldu. Çocuklar açısındansa filmlerden birinde bir adamın çıplak olması ve “pipi”sinin gözükmesi en eğlenceli anlardı.
Kısa İyidir: Avrupa Panoraması 3: Festival’in Ankara’daki son gününde izlediğimiz kısa filmler bence festivallerin en iyilerindendi. Hatta bu yılın yarışmaya dahil kısa filmlerinin hepsini izlememe rağmen ilk 3 sırayı verdiğim filmler bu gösterimden çıktı. Sırasıyla en beğendiğim filmler, bir şehrin yıllar içindeki gelişimini anlatırken bu gelişimin bir anda atom bombası ile kesilmesini ve tekrar gelişimin başlamasını anlatan ve sadece arşiv fotoğraflarından oluşan 200.000 Hayalet, bir genç kızın ergenlikle mücadelesini anlatan büyük bütçeli animasyon Anna ve Halleri (ki seslendirme kadrosunda Björk ve Terry Jones ve Damon Albarn gibi isimler var) ve aile içi bir kavgada hiç beklenmeyen cisimlerin çocuklar açısından ne şekilde kullanılabileceğinin çarpıcı bir örneği olan Yumurta oldu. Bir yanlış anlama hikayesini çok eğlenceli bir şekilde anlatan İşkembe ve Soğan adlı film de yabana atılamayacak filmlerdendi.
Aşağıda Anna ve Halleri (Anna and the Moods) filminin bir fragmanını bulabilirsiniz (kısa film olsa da 27 dakikalık bir süresi olduğu için hepsini bulmak mümkün olmadı).
Tuzak (Klopka/The Trap): Tuzak, şu anda vizyonda olan Irina Palm filminin hikayesini anımsatıyor ama olaya farklı bir açıdan yaklaşmış. Irina Palm’da torununa ameliyat parası bulmak isteyen bir büyükannenin bu parayı genelevde çalışarak kazanması anlatılırken burada da yine aynı durumda kalan bir babanın para bulmak için hiç tanımadığı birini öldürüp öldürmeyeceği sorgulanıyor. Yine çarpıcı bir film. Özellikle babanın kendi içindeki hesaplaşması ve öldürmesi istenen adamın karısıyla yakınlaşmaları filmin etkili unsurları. Festivalin izlenmesi gereken filmlerden biri olarak ön plana çıkıyor. Filmin bir özelliği de Sırbistan’ın Oscar adayı olması.
Armin: İşte bir Oscar adayı daha. Bu kez Hırvatistan’dan geliyor. Filmde bir film seçmesine katılan baba-oğulun çevresinde Bosna Savaşı anlatılıyor. Oğlunun mutlaka filmde yer alacağına inanan ve bunu olduk olmadık herkese söyleyen baba ve onun içine kapanık oğlu rolündeki oyuncular oldukça başarılı, filmin savaş ile kurduğu bağlantı da öyle. Ancak film bir anlamda benzer bir konuyu anne-kız ilişkisi ile anlatan Grbavica filmi kadar başarılı ve çarpıcı olamıyor. Yine de festivalin güzel filmlerinden biri.
Bu yararlı bilgileri paylaştığınız için çok teşekkürler.