Ekim 2007 için arşiv

Film+ Güz Film Festivali: Yas Ormanı, Sıkıyönetim, Bando, Chungking Ekspresi, Avcılar, Bir Kaçışın Güncesi

Festivalin geçtiğimiz iki gününde 5 film daha izledim. Bunlarla ilgili düşüncelerim kısa kısa şöyle:

Yas Ormanı (Mogari no Mori): Bazı filmler vardır ki o filmleri izleyebilmek ve zevk alabilmek için ruhsal ve zihinsel durumunuzun uygun olması gerekir. İlk izlediğinizde zevk almadığınız bir filmden sonradan çok keyif alabilirsiniz. Festivalde izlediğimde çok keyif alamadığım Yas Ormanı’nı başka zaman tekrar izlersem sevebileceğimi hissediyorum. Adından da anlaşılabileceği üzere Yas Ormanı, kaybedilen bir kişinin ardınan yıllar geçse bile hissedilen duyuları, bu duygular ile hesaplaşmayı belki de onu hiç unutamamayı anlatan bir film. Bunu anlatırken de görkemli bir ormanın ıssızlığından faydalanıyor çoğunlukla. Ama çoğunlukla ormanda ve iki kişi arasında geçen film şahane görüntüntülere sahip olmasına karşın bir süre sonra izlemek için epey çaba gerektiriyor. Ancak belli bir kalitesi de olduğu inkar edilemeyecek bu filmi festival koşuşturmacasından uzak ve sakin bir kafayla tekrar izlemek lazım.

Sıkıyönetim (État de siège): İşte Costa Gavras’tan su katılmamış bir politik sinema örneği. Zaten hemen her filminde politik bir kaygısı olan Gavras, bu kez de Latin Amerika’daki askeri müdahalerde, işkencelerde ve aslında hemen herşeyin arkasındaki ABD parmağını sorguluyor. Bunu da Uruguay’da gayet masum bir işte çalışan bir Amerikalının nelerin arkasında olabileceğini deşerek yapıyor. Elbette Gavras’ın derdinin sadece Latin Amerika olmadığı açık. Herhalde Amerikalı’dan ders alan grup içinde Yunanistan’ın da adının yer alması tesadüf değil (Türkiye gözüme çarpmadı ama belki de vardır, belli mi olur?).72 yapımı filmin anlatım ve senaryo olarak eski kalmış tarafları var ama konu olarak 35 senede pek bir şeyin değişmemiş olduğunu görmek acı. Zaten filmin sonunda da gayet güzel vurgulandığı üzere Amerikalı’nın biri gider diğeri gelir. Böyle devam eder gider…

Not: Filmin fragmanını bulamadım. Aşağıdaki video filmin içinden, polisin üniversite baskınını anlatan bir kısım.

Bando (Bikur Ha-Tizmoret/The Band’s Visit): Herhalde festivalin en keyifli, en eğlenceli filmi olacak Bando. Mısır’lı bir polis bandosunun İsrail’de konser vermek üzere gelmesi ama yanlış bir kasabaya giderek oranın halkı ile kurdukları ilişkileri şahane bir mizah duygusu ve duyarlı bir romantizm ile anlatan film mutlaka izlenmeli. Bir başyapıt ya da çok önemli bir film değil belki ama defalarca izlenmek istenecek bir film. Konusuna bakılınca ele aldığı milletler açısından konuya yaklaşıp olayı sadece bu iki milletin karşıtlığından doğan çatışmalara indirgeyebilecekken daha çok insani duygulara eğilmesi de takdir edilmesi gereken bir yaklaşım. Bu arada filmin Oscar’larda Yabancı Dilde En İyi Film kategorisine yarısından çoğunun İngilizce olduğu gerekçesiyle kabul edilmediğini ve  geçtiğimiz gün biten 3. Avrasya Film Festivali’nde de en iyi film ödülünü aldığını vurgulayalım.

Chungking Express: Genellikle festivallerde daha önceden izlediğim ya da daha sonra izleme fırsatım olacağını bildiğim filmleri tercih etmiyorum. Festivallerin başka şekilde izleme fırsatım olmayacak filmleri yakalama ortamı olmasını seviyorum. Ama mutlaka daha önce izlediğim ama çok sevdiğim ve sinema perdesinde tekrar izlemek istediğim filmler de çıkıyor. İşte Chungking Express bunlardan biri. İlk izlediğimde çarpıldığım ve diğer filmleri ile birlikte bir anda favori yönetmenlerim arasına giren Wong Kar-Wai’nin bu filmini mutlaka beyazperdede izlemeliydim. Aradan geçen yıllara bakınca ilk izleyişteki çarpıcılığını yaratmadı belki ama yine şahane bir film var karşımızda. Birbirinden habersiz 2 polis memurunun yine birbirleri ile neredeyse hiç kesişmeyen hikayelerini anlatıyor film. Her ne kadar ortada 2 polis memuru ve hafiften bir polisiye kurgu olsa da filmin asıl meselesi aşk. Film hakkında çok şey yazılıp çizilebilir ama gerek yok. Aşkın ve anıların son kullanma tarihlerini sorgulayan 223 numaralı polis ile, evini onu seven bir kadınla paylaştığından haberi olmayan 663 numaralı polisi izlemek için mutlaka gidin.

Avcılar (Oi Kynigoi/The Hunters): Tipik bir Angelopoulos filmi daha. Uzun çekimler, az konuşmalar, şahane görsellik. Yani yine onun tarzını bilip sevmek gerekiyor. Ama bu kez keyif almak için biraz da Yunan tarihi bilmek gerekiyor. Kendi adıma keyif aldım ama Yunan tarihinin 50’lerden itibaren yaklaşık 30 yılını konu alan film sırasında keşke oranın tarihini daha iyi bilsem de dedim. 164 dakikalık süresiyle yaman bir film. Angelopoulos’un filmlerini özellikle Eleni Karaindrou’nun müziklerini dinlemek için izleyenlere ufak bir not. 77 tarihli bu filmde ikili henüz beraber çalışmaya başlamamış. Filmde gene epeyce müzik var ama bunlar genelde zaten ortamda yer alan geleneksel müzikler (hatta arada Türkçe bir şarkıya rastlamak da mümkün).

Bir Kaçışın Güncesi (Crónica de Una Fuga): Sıkıyönetim filminden bir gün sonra bu filmi izlemek aynı coğrafyadaki hikayenin farklı bir tarafını görmek açısından güzel bir deneyim oldu. Arjantin’deki askeri darbe sırasında hiç bir suçu olmadığı halde bir takım güçler tarafından kaçırılıp yaklaşık 4 ay boyunca herhangi bir resmi kaydı olmadan hapsedilip sorgulanan (ben sorgulama diyorum, siz işkence diye okuyun) bir gencin ve arkadaşlarının geçirdiği bu süreyi ve kaçış hikayelerini anlatan film gerçekten çok çarpıcı. İşin ilginci neredeyse aynı zamanda çekilen ve 12 Eylül döneminde geçen Eve Dönüş ile kimi çok benzer sahneler içeriyor. Demek ki bu meseleler dünyanın pek çok yerinde benzer gelişmiş. Ama bir fark var ki çok önemli. Arjantin’de darbeciler mahkemeye çıkmış ve yargılanmışlar, bu film de işkence gören gençlerin mahkemedeki ifadeleri temel alınarak çekilmiş. Bizde ise…. İşkence mi yok canım olur mu öyle şey?

Antalya’da Ödüller Belli Oldu

44.  Antalya Altın Portakal ve 3. Avrasya Uluslararası Film Festivallerinin ödülleri bu gece yapılan törenle sahiplerini buldu. Yumurta ve Yaşamın Kıyısında filmleri bariz şekilde öne çıkarken Mutluluk filmi de başrol oyuncularının ikisine birden birer Altın Portakal kazandırdı. Ödüllerin tam listesi şu şekilde:

44. ANTALYA ALTIN PORTAKAL ULUSAL UZUN METRAJ FİLM YARIŞMASI:

  • En İyi Film: “Yumurta” (Yön. Semih Kaplanoğlu)
  • Dr. Avni Tolunay Yurtiçi Kargo Jüri Özel Ödülü: “Yaşamın Kıyısında” (Yön. Fatih Akın)
  • Digiturk Behlül Dal En İyi Genç Yetenek Ödülü: Saadet Işıl Aksoy (“Yumurta”)
  • En İyi Yönetmen: Fatih Akın (“Yaşamın Kıyısında”)
  • En İyi Senaryo: Semih Kaplanoğlu, Orçun Köksal (“Yumurta”)
  • En İyi Erkek Oyuncu: Murat Han (“Mutluluk”)
  • En İyi Kadın Oyuncu: Özgü Namal (“Mutluluk”)
  • En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Tuncel Kurtiz (“Yaşamın Kıyısında”)
  • En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Nursel Köse (“Yaşamın Kıyısında”)
  • En İyi Görüntü Yönetmeni: Özgür Eken (“Yumurta”)
  • En İyi Müzik: Zülfü Livaneli (“Mutluluk”)
  • En İyi Sanat Yönetmeni: Naz Erayda (“Yumurta”)
  • En İyi Kurgu: Andrew Bird (“Yaşamın Kıyısında”)
  • En İyi Ses Tasarımı: Orçun Korluca (“Mutluluk”)
  • En İyi Özel Efekt: Ödül Verilmedi
  • En İyi Kostüm Tasarımı: Naz Erayda (“Yumurta”)
  • En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı: Songül İbrahim, Fatma Kardeş (“Mutluluk”)
  • En İyi Laboratuar: Şafak Stüdyo (“Sis ve Gece”)
  • ULUSAL KISA FİLM YARIŞMASI

  • En İyi Kısa Film: “Hoşgeldin Bebek” (Serhat Koca)
  • ULUSAL BELGESEL FİLM YARIŞMASI
    Jüri, bu yıl aday filmler arasında profesyonel belgesel ölçütlerine uygun bir eser bulunmadığı gerekçesiyle ödül vermeme kararı almıştır.

    3’ÜNCÜ ULUSLARARASI AVRASYA FİLM FESTİVALİ ÖDÜLLERİ

  • En İyi Film: “Bandonun Ziyareti” (“Bikur Hatizmoret”, Yön. Eran Kolirin)
  • En İyi Yönetmen: Abdellatif Kechiche (“Buğdayın Sırrı”/”La Graine et le Mulet”)
  • Avrasya Jüri Özel Ödülü: “Siz, Yaşayanlar” (“Du Levande”, Yön. Roy Andersson)
  • Eleştirmenler Ödülü: “Bombalar Altında” (“Sous les Bombs”, Philippe Aractingi)
  • NETPAC Jürisi Ödülü: “Bombalar Altında” (Philippe Aractingi) ve “Yumurta” (Semih Kaplanoğlu)
  • Uluslararası Avrasya Film Festivali Senaryo Geliştirme Fonu Ödülü: “Gözlerinde 50 Sebep” (Senarist: Cem Akaş, Yönetmen: Ozan Açıktan, Yapımcı: Ali Akdeniz)
  • Film+ Güz Film Festivali: Puslu Manzaralar, Ayçiçeklerinin Gecesi, Tuya’nın Evliliği

    Festivalin 3. gününde film dağarcığımıza 3 film daha kattık.

    Puslu Manzaralar (Topio stin omichli/Landscape in the Mist): Festivalin benim açımdan en büyük kazançlarından biri Theo Angelopoulos’un daha önce izlememiş olduğum filmlerini izlemek olacak anlaşılan. Ne de olsa diğer klasiklerin çoğunu görmüştüm. Puslu Manzaralar esasen tipik bir Angelopous filmi. Bir şeylerin arayışında yollara düşmüş iki karakterin öyküsü. Burada iki çocuk Almanya’da olduğunu sandıkları babalarını aramak için Yunanistan’dan Almanya’ya gitme çabasındalar. Zaten herhangi birine filmin konusu olarak anlatılabilecek tek şey de bu. Ama Angelopoulos bu arayışı çok daha genel anlamda bir arayışa dönüştürüyor ve her zamanki muhteşem görüntü ve müzik çalışması ile süslüyor ki adeta hipnotize olmuş bir şekilde gözlerinizi perdeden alamıyorsunuz. Filmin dikkat çeken yanlarından bir diğeri de biz çocukların yolculuğunu izlerken arka planda bazı olaylara da sadece çocukların dahil olduğu kadarıyla dahil olmamız. Mesela bir düğün sahnesi var ki muhtemelen o düğünün arka planında çok da sağlam bir hikaye var ama biz görmüyoruz.

    Puslu Manzaralar’ı ben çok sevdim ama daha önce bir Angelopoulos filmi izlemiş ve sevmemiş olanlara da tavsiye edemem. Adamın tarzı belli çünkü ve diğer filmlerini sevmediyseniz bunu sevmeniz de çok mümkün değil. Ama ilk kez bir Angelopoulos filmi izleyecek olanlar için bu festivaldeki en kısa süreli filmi olarak (ki o da 127 dakika) bir ilk deney olarak da tavsiye edilir. 167 dakikalık Avcılar daha büyük bir risk olabilir çünkü.

    Ayçiçeklerinin Gecesi (La Noche de los Girasoles): İspanya’dan gelen 2006 tarihli bu film, polisiye bir olayı farklı bir anlatım biçimi ile önümüze getiriyor. Ortada genç kadınlara tecavüz edip onları öldüren bir adam, onun elinden son anda kurtulan bir kadın, onun kocası ve iş arkadaşı, biri genç biri yaşlı iki polis ve terkedilmiş bir kasabada yaşayan iki adam var. Hikaye altı bölüme ayrılmış ve bu bölümlerden her biri bu karakterlerin biri ya da bir kaçını merkeze alarak anlatılmış. Filmin konusuna dair bundan fazla bir şey söylemek bir sonraki gösteriminde izlemek isteyenler için seyir zevkini kaçırabilir. Belki festival sonrası bir iki şey daha söyleriz. Şimdilik 2 saatlik süresi hızla akıp geçen bu filmi türü sevenlere tavsiye etmekle yetineyim. Hem böyle devam ederse 72 doğumlu İspanyol yönetmen Jorge Sánchez-Cabezudo’nun Hollywood’a gitmesi yakındır. O zaman biz de ilk filmini izlemiştim ben onun deme şansını yakalarız.

    Tuya’nın Evliliği (Tuya de Hun Shi): Berlin’de Altın Ayı kazanan Tuya’nın Evliliği belli ki kazandığı ödülü hak etmiş. Uzakdoğu’dan gelen son yıllardaki filmlerde eğer günümüzü anlatıyor ise genellikle hep büyük şehirlerde geçen hikayeler görüyoruz. En azından buralara kadar gelebilenler öyle. Ancak Tuya’nın Evlikiği’nde Moğolistan’ın içlerinde hayvancılıkla geçimlerini sağlayan, yaşadıkları yer bir köy bile sayılamayak bir ailenin yaşamına tanık oluyor, bu kendine özgü coğrafyada kadın-erkek ilişkilerinin ne kadar bizden farklı ama bazen de ne kadar da tanıdık olduğuna tanık oluyoruz. Film boyunca başta Tuya olmak üzere güçlü ve fedakar ama bunu yaparken de kendini hiçe sayan kadınlara tanıklık ediyoruz. Hem yerel hem de bir o kadar da evrensel bir konu. Yönetmen Quanan Wang hikayesini anlatırken gayet sade bir sinema dili tutturmuş ama böyle bir hikayeye de yakışan buymuş. Muhtemelen vizyona da girecek bir film. Festivalde kaçıranlar vizyonda kaçırmasın derim.

    Film+ Güz Film Festivali: Ölenin Arkasından Konuşulmaz, Keman, Yeni Dünya

    Fırsat bulduğumda 4. Film+ Güz Film Festivali’nde izlediğim filmlerle ilgili kısa yorumlarımı yazmaya çalışacağımı söylemişim. İlk iki günde izlediğim üç filmle başlayalım.

    Ölenin Arkasından Konuşulmaz (La Caja): İspanyol sinemasından gelen başarılı sayılabilecek bir kara komedi. Ölen bir adamın arkasından onunla hesaplaşmaya gireşen bir grup kadının öyküsünü anlatan film hem İspanya’dan gelişi hem de bir kadın filmi oluşu ile hafiften Almadovar filmlerini andırıyor. Özellikle başlarından pek çok olay geçmiş olan kadınları canlandıran tüm oyuncu ekibi gayet başarılı. Yine de festival yoğunluğu içinde kaçırılırsa çok fazla bir şey kaybedilmez kanımca. Bu arada filmi izlerken olan bir olayla ilgili ufak bir not. Bir talihsizlik sonucu, bitmesine dakikalar hatta saniyeler kala film koptu. Seyircilerin bir kısmı nasıl olsa film bitti, hikaye noktalandı diyerek gittiler ama film tekrar başlayınca gördük ki en sonda bir sürpriz varmış. Filmden erken çıkanlar bunu kaçırmış oldu.

    Keman (El Violin): Bir Meksika filmi olan Keman için festival filmlerini önceden izleyenler tarafından festivalin en iyilerinden gibi şeyler söylendiğini duymuştum. Henüz pek çok filmi izlemedik ama bu yargının doğru olduğu şimdiden söylenebilir. 70’lerde Meksika’da yaşanan bir çiftçi ayaklanması ve bunun karşısındaki orduyu anlatan film aslında zamandan ve mekandan bağımsız dünyanın pek çok yerine (ve bu topraklara da) uyarlanabilecek bir öykü anlatıyor. Ancak film sadece öyküsünün gücü ve çarpıcılığı ile yetinmiyor şahane de bir sinema dili kuruyor. Siyah/beyaz muhteşem görüntüleri, diyaloğa çok fazla başvurması, silaha karşı bir kemanın vurgulanışı ve 81 yaşında ilk filminde üstelik başrol oynayan Angel Tavira ile çok iyi ve etkileyici bir film var karşımızda. Bir ihtimal gösterime de girecek sanırım.

    Yeni Dünya (Nuovomondo): 1900’lerin başında İtalya’dan Amerika’ya göç etme çabasındaki bir grup insanı anlatan Yeni Dünya, İtalya’da geçtiğimiz yılın öne çıkan filmlerinden biri olmuş. Film hikayesinin neredeyse tümünü bu yolculuk üzerine kurmuş. Beni özellikle üzerinde çokça düşünüldüğü belli olan görüntüleri ile etkiledi. Tablo gibi görünen pek çok unutulmaz plan var filmde. Özellikle geminin İtalya’dan ayrılışı gibi kalabalık sahnelerde de çok etkileyici anlar yakalanmış. Fırsat varsa izlemek gerekli.

    Festival Mevsimi Başladı-4: Film+ 4. Güz Film Festivali

    film +Sonunda Ankara’da da festival mevsimi açıldı. Ankara’nın taze festivallerinden Film+ Güz Film Festivali 4 yaşına bastı ve dün gece (25 Ekim 2007) açılış filmi Ölenin Arkasından Konuşulmaz (La Caja) ile başladı. 8 Kasım’a kadar sürecek olan festivaledeki tüm gösterimler Ankapol Sineması’nda yapılacak. Festival programı incelendiğinde gerçekten başarılı bir seçki yapılmış olduğu görülüyor. Burada filmleri sıralamakla ve daha önce izlediğim ve önerdiğim filmleri belirtmekle yetineyim ve filmler ve gösterim programı hakkında daha detaylı bilginin http://www.guzfest.org/ adresinden alınabileceğini belirteyim.

    sinema aşkım… / cinéma mon amour…
    Besle Kargayı / Cria Cuervos (Raise Ravens) / Carlos Saura
    Chunking Ekspresi / Chungking Express / Wong Kar-Wai
    Çılgın Yabancı / Gadjo Dilo (The Crazy Stranger) / Tony Gatlif
    Konuşma / The Conversation / Francis Ford Coppola
    Solaris / Solyaris / Andrei Tarkovsky
    Trendeki Yabancı / Strangers On A Train / Alfred Hitchcock
    Uçmak İstiyorum / Volere Volare (I Want To Fly) / Maurizio Nichetti

    Özel Gösterim / Special Screening
    Grev / Strike (Stachka) / Sergei Eisenstein

    Elveda Ustam / Farewell Master
    Afrika Büyüsü / Protection / Osman Sembene
    Saraband/ Saraband / Ingmar Bergman
    Yolcu / The Passenger / Michelangelo Antonioni

    Politik Sinema: Costa Gavras’tan iki Başyapıt / Political Cinema: Two Masterpieces from Costa Gavras
    İtiraf / L’aveu (The Confession) / Costa Gavras
    Sıkıyönetim / Etat De Siege (State Of Siege) / Costa Gavras

    Gerçekten Düşe…Theo Angelopoulos
    From Reality to Imaginary… Theo Angelopoulos
    Avcılar / The Hunters
    Kitera’ya Yolculuk / Voyage to Cythera
    Arıcı / The Beekeeper
    Puslu Manzaralar / Landscape in The Mist

    Latin Amerikan Rüzgârı / Latin American Wind
    Bir Kaçışın Güncesi / Cronica De Una Fuga (Buenos Aires 1977) / Adrián Caetano
    Keman / El Violin (The Violin) / Francisco Vargas
    Satılık Aşk-Gökyüzündeki Kadın / O Céu de Suely (Suely In The Sky) / Karim Ainouz
    Yatakta / En La Cama (In Bed) / Matías Bize

    Sinemanın Genç Yetenekleri / Young Talents of Cinema
    Ayçiçeklerinin Gecesi / La Noche De Los Girasoles (The Night Of The Sunflowers) / Jorge Sánchez-Cabezudo
    Bando / Bikur Ha-Tizmoret (The Band’s Visit) / Eran Kolirin
    Gucha! -Trompet! / Gucha! / Dusan Milic
    Ölenin Arkasından Konuşulmaz / La Caja (The Wooden Box) / Juan Carlos Falcón
    Paris’te İki Gün / Two Days In Paris / Julie Delpy
    Sonraki Sayfa / La Tourneuse De Pages (The Page Turner) / Denis Dercourt
    Tahsilat / Retrieval / Slawomir Fabicki

    sinema şimdi! / cinema now!
    film+’nın yenileri… / film+ new movies…

    Bana Söz Ver / Zavet (Promise Me This) / Emir Kusturica
    Kelebek Ve Dalgıç Giysisi / Le Scaphandre Et Le Papillon (The Diving Bell And The Butterfly) / Julian Schnabel
    Nefes / Soom (Breath) / Kim Ki-duk
    Tuya’nın Evliliği / Tuya De Hun Shi (Tuya’s Marriage) / Quanan Wang
    Yas Ormanı / Mogari No Mori (The Mourning Forest) / Naomi Kawase
    Yeni Dünya / Nuovomondo (Golden Door) / Emanuele Crialese

    Filmler hakkındaki ön yorumlara gelince; öncelikle Sinema Aşkım, Özel Gösterim ve Elveda Ustam bölümlerindeki filmleri hele ki daha önce bu filmleri görmemiş sinemaseverler varsa mutlaka tavsiye ediyorum. Hemen hepsi birer klasik konumunda filmler. Bu filmleri daha önceden farklı şekillerde izleyenler de sanırım en azından bir kısmını sinema perdesinde görmek de isteyeceklerdir. Theo Angelopolus filmleri de artık tarzını bildiğimiz bir yönetmenin filmleri olarak meraklısı için diyebileceğimiz filmlerden. Uzun plan kullanımı ve uzun süreli filmleri ile herkese tavsiye etmek mümkün değil ancak kendi adıma en az üç filmini görmek istiyorum.

    Daha yeni filmlerin yer aldığı diğer bölümlerdeki filmleri çok fazla bilmemekle beraber Keman, Ayçiçeklerinin Gecesi, Trompet ve Kelebek ve Dalgıç Giysisi gibi filmler ile ilgili gayet olumlu duyumlar geldi kulağıma. Tabii bir de Kim Ki-duk, Emir Kustrica gibi star yönetmenlerin yeni filmleri var ki muhtemelen bunlar gösterime girecek (hatta Kim Ki-duk’un filmi bu hafta İstanbul’da gösterime girdi bile). Ama gösterimden önce izlemek isteyenler yine de kaçırmamalı.

     Elimden geldiğince ve zamanım oldukça bu festivalde izlediğim filmlerle ilgili yorumlarımı kısa kısa buraya da yazmaya çalışacağım (zaten film izlemekten uzun uzun yorum yazma fırsatı da olamayacak gibi gözüküyor).

    24’ün 7. Sezon Fragmanı Yayınlandı

    Halen ülkemizde 6. sezonu devam etmekte olan 24 dizisinin Amerika’da 13 Ocak 2008’de başlayacak olan 7. sezonunun fragmanı yayınlandı. Ancak fragmanda 7. sezon ile ilgili çok sürprizli bir gelişme açıklanıyor. Herhangi bir şeyden haberi olmadan 7. sezonu izlemeye başlamak isteyenler kesinlikle bu fragmandan uzak durmalılar. Esasen çeşitli nedenlerden dolayı beklediğim ya da olmasını ümit ettiğim bu sürpriz iyi kullanılırsa diziyi eski parlak günlerine döndürebilir. Kendi adıma daha altıncı sezonu bitirmeden yedinciyi merakla beklemeye başladım bile.

    Not: Sanırım Fox bu fragmanın kendi resmi siteleri dışında yayınlanmasına izin vermiyor. Bu nedenle aşağıdaki youtube videosu yakın zamanda iptal olabilir. Fragmanı izlemek isteyenler için resmi adres: http://www.24trailer.com/

    Festival Mevsimi Başladı-3: 5. Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali

    Çocuk Filmleri Festivaliİstanbul’da bu hafta içinde devam etmekte olan festivallerden biri de 5. Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali. 23 Ekim’de başlayan festival 8 Kasım’a kadar sürecek. Neredeyse 3 haftalık bu sürede küçük sinemaseverler için pek güzel filmler seçilmiş. Seçilen filmlerle ilgili güzel de bir uygulama yapılmış. Filmler yaş gruplarına göre 6 farklı gruba ayrılmış. Bu sayede anne babalar, çocuklarını rahatlıkla yaşlarına uygun filmlere götürebilecekler. Eminim ki filmler arasında büyüklerin de zevkle izleyeceği filmler bulunmaktadır. Bilgi için: http://www.iicff.com/

    Festival Mevsimi Başladı-2: 44. Antalya Altın Portakal ve 3. Avrasya Film Festivali

    Altın PortakalAntalya’da eş zamanlı olarak gerçekleştirilmekte olan Altın Portakal ve Avrasya Film Festivalleri de tüm hızıyla devam etmekte. 19 Ekim’de başlayan festivaller 28 Ekim’de sona erecek. Kalan 4 günde Antalya’lı sinemaseverler özellikle daha sonra görme imkanı olamayacağını düşündükleri filmleri kaçırmamalılar. Program ve filmler hakkında detaylı bilgi http://www.altinportakal.org.tr/ adresinden alınabilir.

    Özellikle yerli filmler açısından en önemli festival olarak görülen Altın Portakal’ın sonuçları da hafta sonu açıklanacak. Bakalım bu senenin ödüllerini aşağıdaki filmlerden hangileri paylaşacak?

    -Adem’in Trenleri (Barış Pirhasan)
    -İyi Seneler Londra (Berkun Oya)
    -Jan Jan (Aydın Sayman)
    -Mutluluk (Abdullah Oğuz)
    -Mülteci (Reis Çelik)
    -Münferit (Dersu Yavuz Altun)
    -Rıza (Tayfun Pirselimoğlu)
    -Saklı Yüzler (Handan İpekçi)
    -Sis ve Gece (Turgut Yasalar)
    -Yaşamın Kıyısında (Fatih Akın)
    -Yumurta (Semih Kaplanoğlu)
    -Zeynep’in Sekiz Günü (Cemal Şan)

    Festival Mevsimi Başladı-1: Filmekimi 2007

    FilmekimiHerhalde biraz da Ankara’da ikamet ediyor olmamadan dolayı siteye haber yapmakta fazlasıyla geç kalmış olsam da hiç bahsetmeden geçmek istemedim. İstanbul’da Emek Sineması’nda devam etmekte olan Filmekimi, 25 Ekim 2007’de sona eriyor. Halen biletleri tükenmemiş ise meraklıları bu son iki günde Eastern Promises, Import Export, Across the Universe gibi filmler için son şanslarını kullanabilirler. Neyse ki bu festivaldeki pek çok film sonradan gösterime de girecek. Detaylı bilgi için http://www.iksv.org/filmekimi_2007/ adresi ziyaret edilebilir.

    Bir Üçüncü Sayfa Haberi

    Üçüncü Sayfa DVD KapağıBu ay DVD+ dergisinin verdiği DVD’lerden birinin Üçüncü Sayfa olması nedeniyle bu filmle ilgili, film gösterime girdiği zamanlarda yazdığım bir yazıyı buraya da koymak istedim. O zamanlar Demirkubuz’un yeni bir yönetmen olarak tanımlandığı günlermiş. Demirkubuz’un sonraki filmleri ışığında bu filmi de tekrar değerlendirmek mümkün ama o zamanki yazımı aynen korumak istedim:

    Türk sineması yeni yönetmenlerle gitgide daha da iyi bir seviyeye geliyor. Zeki Demirkubuz da bu yeni yönetmenler kuşağı içinde en iyilerinden biri. Popüler filmler yapmaktansa, bağımsız filmler yapıp belli bir seyirci sayısı ile yetinmeyi uygun buluyor. Demirkubuz’un filmleri, Türkiye’nin şu anki durumunu da çok iyi betimliyor.

    Son yılların en iyi Türk filmlerinden Masumiyet’ten sonra Demirkubuz bu kez de Üçüncü Sayfa ile sinemalarımıza konuk oluyor. Yine kaybedenlerin dünyası, yine çıkışsızlıklar üzerine bir öykü. Filmin hemen başında genç ve henüz küçük işlerle uğraşan bir mafya babasından öldüresiye dayak yiyen İsa’yı görüyoruz. Bu dayağın tek sebebi de bu satırların okuyucularının çoğu için çok fazla bir şey ifade etmeyecek olan bir para: 50 dolar. İsa’nın dayak yediği bu oda çok sade ama bir o kadar da Türkiye’nin belli bir kesimini temsil eden bir mekan. Duvarda Tansu Çiller posteri, televizyonda futbol maçı, mafya babasının elinde cep telefonu ve dilinde “ya getireceksin, ya getireceksin” sözü. Tüm bunlar yanında belki de bir umut ışığını temsil eden, Masumiyet’te de gördüğümüz, bir türlü kapanmayan bir kapı. Ama o kapıdan çıkış İsa’nın sadece o an için dayaktan kurtuluşu anlamına geliyor. Hala önünde büyük bir 50 dolar problemi var, aslında her türlü problemin üzerine bardağı taşıran son damla olarak.

    Artık İsa ihtihar etmenin eşiğindedir. Tam bu aşamada bir de ev sahibi birikmiş kira borcunu ödemesi için üzerine gelince de İsa bir an sinirine engel olamıyor ve gidip evsahibini öldürüyor, sonra da bayılıyor. Sabah uyandığında ise kendisini odasında buluyor ve hiç bir şey yapmadan olaydan sıyrılıyor. Gelişen olaylarla birlikte, çoğunlukla uzaklarda olan kocası ile sorunlu bir evliliği olan, komşusu Meryem ile aralarında bir yakınlaşma da başlıyor. Artık İsa’nın hayatı bir düzene girmiş gibidir. Konunu devamı için filmi izlemeniz gerekecek.

    Zeki Demirkubuz bu filminde Double Indemnity (Çifte Tazminat), The Postman Always Rings Twice (Postacı Kapıyı İki Kere Çalar) ve Body Heat (Vücut Isısı) gibi film-noir klasiklerinden gelen bir temayı kullanmış ama bu filmlerin en önemli karakterleri olan kadın karakter burada hiç de bildik anlamda bir femme-fatale değil. Tam da Türkiye’nin varoş kesiminden olduğu her halinden belli. Tıpkı türkücülerin dizilerinde figuranlık yapan hatta zaman zaman diyaloglu rollere bile çıkan İsa gibi. Demirkubuz’un bu filmdeki en temel başarısı da tıpkı Masumiyet’te olduğu gibi bir kaç kişinin çevresinde ülkemizin şu anki halini çok iyi anlatması. Çocuklarına Sibel ve Can ismini koyan anne-babalara, günün büyük kısmını televizyona bağlı geçiren insanlara (ki seyredilenler de türkücü dizileri, eski yeşilçam melodramları ve magazin programları) bakınca halimiz daha iyi anlaşılıyor.

    Demirkubuz’un karakterleri de ayrıca incelenebilecek kadar ilginç. Hem Masumiyet’e, hem de Üçüncü Sayfa’ya baktığımızda dinsel olarak kutsal isimler taşıyan karakterlerin (Yusuf, İsa, Meryem) ne suç işlemişlerse işlemiş olsunlar aslında masum olduklarını, bu hayat şartlarında belki de başka bir şey yapmaya şansları olmadıklarını görüyoruz. Dikkat edilirse her iki filmin de baş kahramanı birer katil, ama her ikisi de aslında iyi insanlar. Öyle ya da böyle bir insanın hayatını bitirmiş olmaları onları kötü birer insan yapmıyor. Meryem ise pratik olarak hiç bir suça karışmamış olsa da düşündükleri ve planladıkları ile insanın kanını donduruyor. Yine de onun da bu çıkışsız dünyadan kurtulabilmek için aklına gelen tek şeyin bu olduğunu düşününce insan ona da hak vermeden edemiyor.

    Üçüncü filmi ile Demirkubuz bazı temel takıntıları olduğunu iyice ortaya koyuyor (Bu arada ilk filmi C-Blok’u bu düşünceler ışığında tekrar izlemek gibi bir arzu duyduğumu da belirtmeliyim, umarım bir kanal tekrar yayınlar). Karakterler karşısındaki güçlü bir otorite, kapanmayan kapılar, eski yeşilçam melodramları ve aslında o filmlerden kopup gelen öyküler, yalın ve gösterişsiz bir görüntü ve ses anlayışı, uzun ve kesintisiz monologlar ve tıpkı Hitchcock gibi perdede ufacık bir süre görünme isteği, en azından Masumiyet ve Üçüncü Sayfa’nın ortak noktaları.

    Başroldeki her iki oyuncu da övülmeyi hakediyorlar. Özellikle Başak Köklükaya çok başarılı bir rol çıkarmış ve karakterine bürünmüş adeta. Filmi izlerken ağlama sahnesinde biraz abartılı oynadığını düşünmüştüm ama film sonunda anladım ki o ufak abartı ve rol yapar gibi olma tavrı aslında gerekli bir tavırmış. O uzun monologda da gerçekten çok başarılı, hem de sonradan seslendirme olmasına rağmen. Yeri gelmişken o sahnedeki Demirkubuz’un, Meryem’in konuşmasını hem dış hem de iç ses şeklinde verme tercihinin filmin beri rahatsız eden tek yeri olduğunu da eklemem gerek. Güçlü bir sahne ama tümüyle konuşma şeklinde olsa idi (yani dudaklar oynayarak) daha makul olacağını düşünüyorum.

    Üçüncü Sayfa ne yılın en çok hasılat yapan filmlerinden biri olacak, ne de geniş bir seyirci kesiminin ilgisini çekecek, ama benim için yılın en iyi Türk filmlerinden biri olacağını şimdiden söyleyebilirim. Uzun lafın kısası, Masumiyet’i görüp sevenler bu filmi de mutlaka görmeliler.


    Kategoriler

    Arşiv

    Twitter’da ben…

    Blog Stats

    • 301.151 hits
    Ekim 2007
    P S Ç P C C P
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    293031  
    Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

    %d blogcu bunu beğendi: