Bu ay DVD+ dergisinin verdiği DVD’lerden birinin Üçüncü Sayfa olması nedeniyle bu filmle ilgili, film gösterime girdiği zamanlarda yazdığım bir yazıyı buraya da koymak istedim. O zamanlar Demirkubuz’un yeni bir yönetmen olarak tanımlandığı günlermiş. Demirkubuz’un sonraki filmleri ışığında bu filmi de tekrar değerlendirmek mümkün ama o zamanki yazımı aynen korumak istedim:
Türk sineması yeni yönetmenlerle gitgide daha da iyi bir seviyeye geliyor. Zeki Demirkubuz da bu yeni yönetmenler kuşağı içinde en iyilerinden biri. Popüler filmler yapmaktansa, bağımsız filmler yapıp belli bir seyirci sayısı ile yetinmeyi uygun buluyor. Demirkubuz’un filmleri, Türkiye’nin şu anki durumunu da çok iyi betimliyor.
Son yılların en iyi Türk filmlerinden Masumiyet’ten sonra Demirkubuz bu kez de Üçüncü Sayfa ile sinemalarımıza konuk oluyor. Yine kaybedenlerin dünyası, yine çıkışsızlıklar üzerine bir öykü. Filmin hemen başında genç ve henüz küçük işlerle uğraşan bir mafya babasından öldüresiye dayak yiyen İsa’yı görüyoruz. Bu dayağın tek sebebi de bu satırların okuyucularının çoğu için çok fazla bir şey ifade etmeyecek olan bir para: 50 dolar. İsa’nın dayak yediği bu oda çok sade ama bir o kadar da Türkiye’nin belli bir kesimini temsil eden bir mekan. Duvarda Tansu Çiller posteri, televizyonda futbol maçı, mafya babasının elinde cep telefonu ve dilinde “ya getireceksin, ya getireceksin” sözü. Tüm bunlar yanında belki de bir umut ışığını temsil eden, Masumiyet’te de gördüğümüz, bir türlü kapanmayan bir kapı. Ama o kapıdan çıkış İsa’nın sadece o an için dayaktan kurtuluşu anlamına geliyor. Hala önünde büyük bir 50 dolar problemi var, aslında her türlü problemin üzerine bardağı taşıran son damla olarak.
Artık İsa ihtihar etmenin eşiğindedir. Tam bu aşamada bir de ev sahibi birikmiş kira borcunu ödemesi için üzerine gelince de İsa bir an sinirine engel olamıyor ve gidip evsahibini öldürüyor, sonra da bayılıyor. Sabah uyandığında ise kendisini odasında buluyor ve hiç bir şey yapmadan olaydan sıyrılıyor. Gelişen olaylarla birlikte, çoğunlukla uzaklarda olan kocası ile sorunlu bir evliliği olan, komşusu Meryem ile aralarında bir yakınlaşma da başlıyor. Artık İsa’nın hayatı bir düzene girmiş gibidir. Konunu devamı için filmi izlemeniz gerekecek.
Zeki Demirkubuz bu filminde Double Indemnity (Çifte Tazminat), The Postman Always Rings Twice (Postacı Kapıyı İki Kere Çalar) ve Body Heat (Vücut Isısı) gibi film-noir klasiklerinden gelen bir temayı kullanmış ama bu filmlerin en önemli karakterleri olan kadın karakter burada hiç de bildik anlamda bir femme-fatale değil. Tam da Türkiye’nin varoş kesiminden olduğu her halinden belli. Tıpkı türkücülerin dizilerinde figuranlık yapan hatta zaman zaman diyaloglu rollere bile çıkan İsa gibi. Demirkubuz’un bu filmdeki en temel başarısı da tıpkı Masumiyet’te olduğu gibi bir kaç kişinin çevresinde ülkemizin şu anki halini çok iyi anlatması. Çocuklarına Sibel ve Can ismini koyan anne-babalara, günün büyük kısmını televizyona bağlı geçiren insanlara (ki seyredilenler de türkücü dizileri, eski yeşilçam melodramları ve magazin programları) bakınca halimiz daha iyi anlaşılıyor.
Demirkubuz’un karakterleri de ayrıca incelenebilecek kadar ilginç. Hem Masumiyet’e, hem de Üçüncü Sayfa’ya baktığımızda dinsel olarak kutsal isimler taşıyan karakterlerin (Yusuf, İsa, Meryem) ne suç işlemişlerse işlemiş olsunlar aslında masum olduklarını, bu hayat şartlarında belki de başka bir şey yapmaya şansları olmadıklarını görüyoruz. Dikkat edilirse her iki filmin de baş kahramanı birer katil, ama her ikisi de aslında iyi insanlar. Öyle ya da böyle bir insanın hayatını bitirmiş olmaları onları kötü birer insan yapmıyor. Meryem ise pratik olarak hiç bir suça karışmamış olsa da düşündükleri ve planladıkları ile insanın kanını donduruyor. Yine de onun da bu çıkışsız dünyadan kurtulabilmek için aklına gelen tek şeyin bu olduğunu düşününce insan ona da hak vermeden edemiyor.
Üçüncü filmi ile Demirkubuz bazı temel takıntıları olduğunu iyice ortaya koyuyor (Bu arada ilk filmi C-Blok’u bu düşünceler ışığında tekrar izlemek gibi bir arzu duyduğumu da belirtmeliyim, umarım bir kanal tekrar yayınlar). Karakterler karşısındaki güçlü bir otorite, kapanmayan kapılar, eski yeşilçam melodramları ve aslında o filmlerden kopup gelen öyküler, yalın ve gösterişsiz bir görüntü ve ses anlayışı, uzun ve kesintisiz monologlar ve tıpkı Hitchcock gibi perdede ufacık bir süre görünme isteği, en azından Masumiyet ve Üçüncü Sayfa’nın ortak noktaları.
Başroldeki her iki oyuncu da övülmeyi hakediyorlar. Özellikle Başak Köklükaya çok başarılı bir rol çıkarmış ve karakterine bürünmüş adeta. Filmi izlerken ağlama sahnesinde biraz abartılı oynadığını düşünmüştüm ama film sonunda anladım ki o ufak abartı ve rol yapar gibi olma tavrı aslında gerekli bir tavırmış. O uzun monologda da gerçekten çok başarılı, hem de sonradan seslendirme olmasına rağmen. Yeri gelmişken o sahnedeki Demirkubuz’un, Meryem’in konuşmasını hem dış hem de iç ses şeklinde verme tercihinin filmin beri rahatsız eden tek yeri olduğunu da eklemem gerek. Güçlü bir sahne ama tümüyle konuşma şeklinde olsa idi (yani dudaklar oynayarak) daha makul olacağını düşünüyorum.
Üçüncü Sayfa ne yılın en çok hasılat yapan filmlerinden biri olacak, ne de geniş bir seyirci kesiminin ilgisini çekecek, ama benim için yılın en iyi Türk filmlerinden biri olacağını şimdiden söyleyebilirim. Uzun lafın kısası, Masumiyet’i görüp sevenler bu filmi de mutlaka görmeliler.
0 Yanıt to “Bir Üçüncü Sayfa Haberi”