16 Kas 2007 için arşiv

Gezici Festival: 25. Yılında Bilinmeyen Görüntüleriyle Yol

Gezici Festival’in bu yılki belki de en önemli olayı, Yol filminin 25. yılında seyircilere tekrar sinema perdesinde sunulması ve daha da önemlisi gösterim sonrasında filmden kurgu masasında çeşitli nedenlerle çıkartılmış sahnelerin gösterilmesi idi. Türk sinemasının yüz aklarından biri olan Yol hakkında çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Dönemin Türkiye’sinin çok çarpıcı ve üzerinden geçen 25 yıla rağmen, üstelik ilk kez izlenmiyor bile olsa, hala insanın tüylerini diken diken edip boğazına bir yumru oturtan bir portresini çiziyor. Yapımından yıllar sonra Türkiye’de ilk gösterime girdiğinde yazdığım bir yazıyı da buraya eklemeye çalışacağım daha sonra. Burada filmden bahsetmek yerine gelemeyenler için biraz film sonrası söyleşiden ve çıkartılan görüntülerden bahsedelim.

Ankara Sinema Derneği’nin başkanı Ahmet Boyacıoğlu’nun yönettiği söyleşiye Şerif Sezer ve Necmettin Çobanoğlu ile birlikte (bu arada her iksine de yaklaşık yarım metre mesafede oturarak filmi izlemek ayrı bir keyifti) filmi Yılmaz Güney ile beraber kurgulayan Elizabeth Waelchli ile filmin yabancı yapımcısı Donat F. Keusch katıldılar. Daha söyleşi başlar başlamaz Waelchli’nin ilk belirttiği şey az önce izlediğimiz filmin özellikle ses bandının kendi kurguladıkları halinden çok farklı olduğu, filmin orjinal halinde mono olan sesin stero yapılması dışında fazladan eklenen müziklerin onların fikirlerine tamamen ters olduğu oldu. Gerçekten de filmi izlerken de çok baskın olduğu hissedilen müzikler filmin asıl kurgulanan halinde çok daha azmış, oysa bu kopyada çok daha fazla ve baskın bir müzik kullanılmış ve kurgucuyu asıl rahatsız eden Güney ve onun düşüncesinin aksine burada müziğin seyirciye ne hissetmesi gerektiğini dikte etmesi olmuş. Ayrıca filmdeki seslendirmenin neredeyse tümüyle değişmesi ve özellikle Yılmaz Güney’in kendi sesinin filmden tamemen çıkarılması da diğer bir konu. Söyleşinin ilerleyen kısımlarında filmin değiştirilmiş olduğu konusuna, filmin içinde yer alan Kürdistan yazısının çıkartılması söz konusu edilerek tekrar değinildi. Belli ki bu tip konularda filmin yabancı ekibi ve özellikle yapımcısı ile Fatoş Güney arasında ciddi hatta yargıya intikal edebilecek sorunlar var.

Çıkartılan sahnelere gelince, çoğunlukla filmden kurgu masasında çıkartılmış bir karakterin sahnelerini izledik. Senaryonun ilk halinde yer alan 10 (Necmettin Çobanoğlu’na göre 12) karakterin sonradan 6’ya indirilip bu halinin filme çekildiği zaten bilinen bir durumdu. Film 1982’de Cannes film festivaline gönderildiği zaman festival tarafından süresi uzun bulunduğu için kısaltılması istenmiş ve kısaltılmazsa kabul edilmeyeceği söylenmiş. Bu nedenle çok kısa bir sürede bir karakterin filmden tümüyle çıkartılmasına karar verilmiş. Hatta zamanın kısalığından dolayı filmin en son halini Yılmaz Güney de Cannes’da seyirciler ile beraber izlemiş.

Filmden çıkarılan karakter diğerlerinden oldukça farklı olarak mafyatik bir karakter. Hapisten çıktığı andan itibaren içki içmeye başlayıp kafayı buluyor ve Adana’ya geldiğinde de eve şöye bir uğrayıp soluğu Adana’nın meşhur saunalarında ve gece klüplerinde alıyor. Kendisini evde saatlerce bekleyen karısının yanına geldiğinde de onun şikayetlerine cevabı okkalı bir tokat oluyor. Yol filmi proje halindeyken Türkiye’nin çepeçevre bir portresini çizmek isteyen Yılmaz Güney belli ki bu karakteri ülkenin biraz daha farklı bir kesimini anlatmak için yazmış. Mesela filmdeki hiç bir karakterin gece klüplerinde ve genelevlerde bu kadar rahat olacağını düşünmek mümkün değil. Bu karakter filmde olsa idi mutlaka filme daha farklı bir hava katacaktı ama 10-12 karakter olması halinde çok daha anlamlı olabilecek bu karakteri çıkarmakla filmden çok fazla bir şey kaybetmemişiz kanımca.

Bir kaç tane de filmde zaten yer alan karakterlerle ilgili çıkartılmış sahneler izledik. Bunlar da özellikle Seyit Ali karakterinin (Tarık Akan) diğer karakterler ile ilişkilerini anlatan sahneler olmuş. Elbette söyleşi sırasında izlediklerimiz dışında da pek çok sahne varmış (6 saatlik bir VHS kaset söz konusu). Mesela bir ara filmden epeyce cinsellik sahnesinin de çıkarıldığından söz edildi.

Son olarak da 15 dakika kadar Takın Akan ve filmde karlar içinde uzun süre yol aldığı atla ilgili sahneler gösterildi. Bu atın film için gerçekten öldürüldüğünü biliyorduk. Ancak filmde gösterilen sahnede ata ateş edildikten sonra sadece karlara sıçrayan kan gözüküyordu. Bu nedenle atın neden öldürülmesi gerektiği anlaşılamıyordu. İşte izlediğimiz sahnelerde bunun nedenini gördük. Seyit Ali karlar içinde donmak üzereyken aslında sadece ata acıdığı için değil bir yandan kendisini de ısıtmak için atı öldürüyor. Isınmak için atı öldürdükten sonra karnını yarıp elini ve ayaklarını atın karnının içine sokuyor. Bu sahne sonradan filmin yaş sınırlamaması almaması için ve bir yandan da söz konusu sahnede bir ışık problemi olduğu için çıkarılmış. Bugünün teknolojisi ile bu tip bir sahneyi atı öldürmeden de çekmek mümkün elbette. Ama demek ki 25 yıl önce hem teknoloji hem de bütçe yeterli olamamış.

Söyleşi sırasında Şerif Sezer ve Necmettin Çobanoğlu’nun çeşitli anılarını da dinleme olanağı bulduk. Şerif Sezer’in filmdeki yıkanma sahnesinden sonra saçları doğru dürüst kurutulmadan çekimelere devam edilmesi nedeniyle hastalanması, Necmettin Çobanoğlu’nun attan düşmesi sonucu kafasının yarılması, filmdeki köpek sahnesinin o an gelişmesi bunlardan sadece birkaçıydı. Bahsedilen bazı konuların ağırlığına rağmen gayet de neşeli bir söyleşiydi. Söyleşiden bir kareyi de aşağıdaki fotoğrafta bulabilirsiniz.

25. Yılında Yol Söyleşisi
Katılımcılar: Necmettin Çobanoğlu, Şerif Sezer, Ahmet Boyacıoğlu, Elizabeth Waelchli, Donat F. Keusch

Söyleşiden sonra keşke bu görüntüleri görenler sadece Gezici Festival’in gittiği illerdeki kısıtlı sayıdaki seyirciyle sınırlı kalmasa, bir 25. yıl DVD seti ile herkese görme şansı verilse diye düşündüm ama yukarıda da bahsettiğim, filmin Türkiye ve yurtdışındaki hak sahipleri arasındaki problemler nedeni ile bunun olması en azından kısa vadede çok mümkün görünmüyor.

Gezici Festival: Kısa Filmler-Öteki, Duska, Çocuk Filmleri, Kısa İyidir-3, Tuzak, Armin

Her ne kadar Gezici Festival’in Ankara ayağı bitmiş olsa da daha yolu uzun. Festival sırasında düzenli bir şekilde izlediğim filmlerle ilgili görüşlerimi yazmıştım. Biraz gecikmiş olmakla birlikte hem eksik film bırakmamak için, hem de festivalin bundan sonraki duraklarında filmleri takip etmek isteyenlere faydalı olabilir diyerek festivalin Ankara ayağında son iki günde izlediğim filmleri de yazmak istiyorum.

Kısa Filmler-Öteki: Hrant Dink’e adanan, Öteki başlıklı kısa filmlerde herkesin birbirine benzediği bir yerde farklı olmanın nelere yol açtığını anlatılıyordu genellikle. Öne çıkan filmler, Mathieu Kassovitz neden daha fazla film çekmiyor dedirten Beyaz Kabus, farklı olmayı tek renkli, solgun giysilerin dünyasında renkli bir elbise olmakla özdeşleştiren Elbise ve bir önceki Ankara Film Festivali’nde de izlediğimiz ve 2. Dünya Savaşı sonrası nazilerle ilişkili olduğu düşünülen kadınların halk içinde aşağılanarak cezalandırılmasını tamamen arşiv görüntüleri ile anlatan Suçlu Olsa Bile filmleri idi.

Aşağıda Mathieu Kassovitz’in Beyaz Kabus (Cauchemar Blanc) filmi yer alıyor. Dili Fransızca, ama sanırım genel konu dili bilmeyenler tarafından da anlaşılabilecektir.

Duska: Gezici Festival’de pek çok ülkenin Oscar adaylarını izledik. Duska da Hollanda’nın Oskar adayı. Filmde birbirlerinin dillerinden anlamayan, üstelik birbirlerinden çok farklı iki adamın arkadaşlıkları anlatılıyor. Filmin başlangıcı sessiz sinema tadında giden anlatım tarzı ve çok enteresan karakterleri ile bana çok iyi bir film izlemeye başladığımı hissettirdi. İlerleyen dakikalarda, özellikle geçmişe dönüldüğü anlarda film bir anda benden uzaklaştı ve sonuna kadar çok sevemedim. Fakat bu iki arkadaştan yazar olanının evinde zamanın geçişini gösteren bir sahne var ki, filmin sonlarına doğru beni tekrar kendine bağlamayı başardı. Zaman zaman festivallerde, koşuşturma dışında sakin kafayla tekrar izlemek istediğim filmler oluyor. Duska da bu filmlerden biri oldu.

Çocuk Filmleri: Gezici Festival’in gelenekselleşen uygulamalarından biri de çocuk filmlerinden oluşan bir kısa film derlemesi yapıp bunları çeşitli okullardan öğrencilere göstermesi. Bu yıl da İsveç animasyonlarından çok güzel bir seçki yapılmıştı. Her ne kadar iki okuldan gelen öğrencilerin bağırış çağırışları arasında izlemek biraz zor olsa da anlayış göstererek izledik (öğretmenlerden birinin çocukları denetlemek maksadıyla gelip tam önümde ayakta durması çocuklardan daha rahatsız ediciydi doğrusu). Seçkinin benim için öne çıkan filmleri, dayanışmanın önemini anlatan Elele, festivalin Öteki bölümünde rahatlıkla yeralabilecek Gri Kuş ve bir önceki Kadın Filmleri Festivali’nde de izlemiş olduğumuz Büyük Atlet Glen oldu. Çocuklar açısındansa filmlerden birinde bir adamın çıplak olması ve “pipi”sinin gözükmesi en eğlenceli anlardı.

Kısa İyidir: Avrupa Panoraması 3: Festival’in Ankara’daki son gününde izlediğimiz kısa filmler bence festivallerin en iyilerindendi. Hatta bu yılın yarışmaya dahil kısa filmlerinin hepsini izlememe rağmen ilk 3 sırayı verdiğim filmler bu gösterimden çıktı. Sırasıyla en beğendiğim filmler, bir şehrin yıllar içindeki gelişimini anlatırken bu gelişimin bir anda atom bombası ile kesilmesini ve tekrar gelişimin başlamasını anlatan ve sadece arşiv fotoğraflarından oluşan 200.000 Hayalet, bir genç kızın ergenlikle mücadelesini anlatan büyük bütçeli animasyon Anna ve Halleri (ki seslendirme kadrosunda Björk ve Terry Jones ve Damon Albarn gibi isimler var) ve aile içi bir kavgada hiç beklenmeyen cisimlerin çocuklar açısından ne şekilde kullanılabileceğinin çarpıcı bir örneği olan Yumurta oldu. Bir yanlış anlama hikayesini çok eğlenceli bir şekilde anlatan İşkembe ve Soğan adlı film de yabana atılamayacak filmlerdendi.

Aşağıda Anna ve Halleri (Anna and the Moods) filminin bir fragmanını bulabilirsiniz (kısa film olsa da 27 dakikalık bir süresi olduğu için hepsini bulmak mümkün olmadı).

Tuzak (Klopka/The Trap): Tuzak, şu anda vizyonda olan Irina Palm filminin hikayesini anımsatıyor ama olaya farklı bir açıdan yaklaşmış. Irina Palm’da torununa ameliyat parası bulmak isteyen bir büyükannenin bu parayı genelevde çalışarak kazanması anlatılırken burada da yine aynı durumda kalan bir babanın para bulmak için hiç tanımadığı birini öldürüp öldürmeyeceği sorgulanıyor. Yine çarpıcı bir film. Özellikle babanın kendi içindeki hesaplaşması ve öldürmesi istenen adamın karısıyla yakınlaşmaları filmin etkili unsurları. Festivalin izlenmesi gereken filmlerden biri olarak ön plana çıkıyor. Filmin bir özelliği de Sırbistan’ın Oscar adayı olması.

Armin: İşte bir Oscar adayı daha. Bu kez Hırvatistan’dan geliyor. Filmde bir film seçmesine katılan baba-oğulun çevresinde Bosna Savaşı anlatılıyor. Oğlunun mutlaka filmde yer alacağına inanan ve bunu olduk olmadık herkese söyleyen baba ve onun içine kapanık oğlu rolündeki oyuncular oldukça başarılı, filmin savaş ile kurduğu bağlantı da öyle. Ancak film bir anlamda benzer bir konuyu anne-kız ilişkisi ile anlatan Grbavica filmi kadar başarılı ve çarpıcı olamıyor. Yine de festivalin güzel filmlerinden biri.


Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 299.426 hits
Kasım 2007
P S Ç P C C P
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
2627282930  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: