Geçen yıl !f Ankara’da hangi filmleri seçelim başlıklı bir yazı yazmış ve olumlu tepkiler almıştım. O yazı festivalin sadece bir gün öncesinde yayınlanmıştı. Bu sene için daha erken yazacağıma dair sözüm vardı. Her ne kadar ön satış dönemine yetiştirememiş olsam da bu kez festivalin bir hafta öncesinde yayınlıyorum. Umarım bileti bitmemiş filmler için seçim yapılmasında bir katkım olur.
Önce bu yazının amacından bahsedelim. !f Ankara’nın Cinemaximum Armada’da yapılacak olan gösterimlerinde yer alan 41 filmin her birinin tek gösterimi var ve bu filmler her seans için iki farklı salona bölünmüş durumda. Bu durumda herhangi bir seans için film seçmek isteyen sinemaseverler iki filmden birini seçmek durumundalar. Ben de bu seçimi yaparken kapsamlı bir araştırma yapıyorum. Bu araştırmayı yazıya dökerek benimle aynı durumda olup iki film arasında kararsız kalanlara bir faydam olsun dedim. Burada kişisel seçimlerimi belirteceğim ama seçmediğim filmler hakkında da yorum yapmaya çalışacağım. Festival bitince göreceğiz bakalım iyi seçimler yapmış mıyım.
41 filmden bahsedeceğim için her birinin konusuna uzun uzun değinmeyeceğim. Bunun için festivalin sitesinden ya da kataloglardan bilgi alınabilir.
Gelelim gün gün filmlere:
27 Şubat Perşembe:
12:30 – Loubia Hamra / Kahrolası Fasulyeler
13:00 – A Story of Children and Film / Sinema ve Çocukların Hikayesi
Festivalin ilk günü, ilk seansta belgesel nitelikli iki filmle karşı karşıyayız. Kahrolası Fasulyeler filmi çocukların Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nı farklı bir bakış açısı ile anlatmaları ile dikkat çekse de Sinema ve Çocukların Hikayesi, Mark Cousins’in yeğenlerinden yola çıkarak sinema tarihinde çocukların ne şekilde konu edildiğine değinen bir film olarak çok daha fazla ilgi uyandırıyor. Benim seçimim bu film. Sinema sanatına ilgi duyanların da bu filmi seçeceğini tahmin ediyorum. Tarihe farklı bir bakış açısı ile bakmak isteyenlerin ise Kahrolası Fasulyeler’den hoşlanabileceğini tahmin ediyorum.
———————-
15:00 – Shirley: Visions of Reality / Shirley: Gerçekliğin Kehanetleri
15:30 – El Vals de los Inútiles / İşe Yaramazların Dansı
İşe Yaramazların Dansı, 2011 yılında Şili’de hükümetin eğitim politikalarına karşı protesto olarak düzenlenen 1800 saatlik maratona katılan iki bireyi mercek altına alan bir belgesel. Shirley ise Edward Hopper’ın 13 resminin sinema ile canlandırılarak, bu resimlerde görünen bir kadının hikayesini oluşturma çabası. Filmle ilgili kaynaklarda deneysel bir film olduğuna yönelik bilgiler var. Bu nedenle herkese göre olmadığını söyleyebiliriz. Kendi adıma ilgimi çeken bir film oldu, bu seans için seçtiğim film de bu ama sıkılanlar da olabilir sanki.
———————-
17:00 – The Selfish Giant / Bencil Dev
17:30 – I Am Divine / Ben Divine
Bu seansta iki filmi karşılaştırdığımız zaman Bencil Dev ile ilgili çok iyi eleştiriler olduğunu görüyoruz. Hatta yönetmen Clio Barnard için İngiliz sinemasının yeni keşfi deniyor ve ilerde de kendisinden çok şey bekleniyor. Belli ki Bencil Dev mutlak izlenmesi gereken bir film. Ancak karşısında yer alan Ben Divine belgeseli de iyi eleştiriler almış. Bunun da ötesinde farklı bir sinema anlayışını temsil eden John Waters’ın bu fetiş oyuncusu ile ilgili pek bir yerde göremeyeceğimiz bir belgesel olarak göze çarpıyor. Bu filmi sinemada izleme şansının az olduğunu düşünerek Ben Divine’ı seçiyorum ve Bencil Dev’in Türkiye dağıtımcısı Kurmaca Film’in bu filmi gösterime sokmasını umuyorum. Ama John Waters’ı sevmeyenler ya da kim olduğunu bilmeyenler de Bencil Dev’i tercih ettiklerinde hayal kırıklığına uğramayacaklardır sanırım.
———————-
19:00 – Miele / Bal
19:30 – Pelo Malo / Kıvırcık Saç
Bu seans için zor bir seçim var karşımızda. Her ikisi de iyi eleştiriler almış filmler. Bal, oyuncu olarak tanıdığımız Valeria Golino’nun ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi. Ötanazi ile ilgili bu film bolca ödül almış ve başarılı bulunmuş. Sıkıcı bulduğunu söyleyen eleştirilere de rastlamak mümkün. Kıvırcık Saç ise Arjantin’den gelen bir büyüme hikayesi anlatırken kendini farklı hisseden bir çocuğun yaşadıklarını baskılamaya çalışan bir anneyi de konu ediyor. Benzer şekilde bu da iyi eleştiriler almış bir film. Bir önceki seansa benzer şekilde Bal filminin de bir Türkiye dağıtımcısı var. Gösterime gireceğini umarak Kıvırcık Saç’ı tercih ediyorum kendi adıma.
———————-
21:30 – Short Term 12 / Kısa Dönem 12
22:00 – Dallas Buyers Club / Sınırsızlar Kulübü
Bu seansta da iki iyi film karşılıklı gelmiş. Sınırsızlar Kulübü iki oyuncusuna da Oscar kazandıracağını tahmin ettiğim bir film. Yönetmen Jean-Marc Vallée de tanıdığımız, sevdiğimiz ve iyi film yapacağına güvendiğimiz bir isim. Mutlaka izlenmesi gereken bir film olduğu açık. Bunun yanında Kısa Dönem 12’yi de yılın en iyi filmleri arasına koyanlar var. Burada devreye hangi filmi sinemada izleme ihtimali daha yüksek sorusu giriyor. Sınırsızlar Kulübü’nün 7 Mart’ta gösterime gireceğini düşünürsek Kısa Dönem 12 festivalde izlemek için benim seçtiğim film oluyor.
28 Şubat Cuma:
12:30 – A Spell To Ward Off The Darkness / Karanlığı Savuşturmak İçin Bir Büyü
13:00 – Cheatin’ / Aldatma
Bu seansta Ben Rivers ve Bill Plympton gibi daha önce çeşitli festivallerden filmlerini bildiğimiz isimlerle karşı karşıyayız. Her iki yönetmenin de tarzını bilenler filmler arasında seçim yapmakta zorlanmayacaktır. Bill Plympton, günümüzün 3D animasyonlarından uzak durup adeta bir eskiz gibi duran çizimlerden yola çıkarak ilgi çekici animasyonlar oluşturuyor. Aldatma’da yönetmen bildik tarzında bir aşk hikayesini diyalog kullanmadan anlatıyor. Ben Rivers’ı ise ağır tempolu, yarı belgesel filmi Denizde İki Yıl ile tanımıştık. Sinema salonunda filmin sonunu getirmeye çalışırken oldukça zorlananlar olduğunu hatırlıyorum ama benim ilgimi çekmişti. Karanlığı Savuşturmak İçin Bir Büyü, bu kez işin içine bir de doom metali karıştırmış. Fragmanından anlaşıldığı kadarıyla yine seyirciyi zorlayacak bir film. Kendi adıma festivallerde farklı deneyimlere açık olduğum ve Bill Plympton’un epeyce filmini izlediğim için Ben Rivers’ın filmini tercih edeceğim ama benim bu kararıma uyup filme gelecek olanlar, filmi beğenmezlerse sorumluluk kabul etmiyorum…
———————-
15:00 – Let The Fire Burn / Bırakın Yansın
15:30 – Anarchic Harmony / Anarşik Armoni
Bu seansta iki farklı belgesel var karşımızda. Bırakın Yansın, 1985 yılında Philadelphia’da radikal bir örgütün üyelerini kaldıkları evden çıkartmak için operasyon düzenleyen polislerin olayı bir yangın ile sonlandırmalarını anlatıyor. Tümüyle arşiv görüntülerinin kurgulanmasından oluşan belgesel için yılın en iyi belgesellerinden yorumları yapılmış. Kaçırmamak lazım. Anarşik Armoni ise birbirinden faklı müziklerin iç içe geçerek çağdaş müziğe evrilmesini anlatırken Gezi olaylarını da merceğine alan bizden bir belgesel. O da ilginç doğrusu ama daha sonra izleme şansı daha fazla olabilir.
———————-
17:00 – Hezar-O Yek Siv / 1001 Elma
17:30 – Test
Bu seansta yer alan filmlerden 1001 Elma, 1988’de Saddam Hüseyin’in yaptığı katliamdan kaçabilen bir avuç insandan birinin Amerika’dan kurduğu dernekle birlikte yıllar sonra diğer sağ kalanlarla birlikte evlerine geri dönmelerini anlatan bir yarı belgesel. Test ise AIDS’in eşcinsellere özgü bir hastalık olduğunun düşünüldüğü, en ufak bir temastan bulaşabileceğinin sanıldığı 80’li yıllarda geçen bir kurmaca film. Birbirinden epey farklı olan bu iki film arasındaki seçim tamamen hangi konunun ve film türünün ilginizi çektiği ile alakalı. Kendi adıma Test’i tercih ediyorum.
———————-
19:00 – Gabrielle
19:30 – Night Moves / Gece Planı
Bu kez iki kadın yönetmenin filmi karşı karşıya gelmiş. Yine her ikisi de iyi eleştiriler alan filmler. Gabrielle, çoğunlukla sadece fiziksel sorunlarına odaklandığımız engelli bir gencin aşkı da özgürce yaşayabilmesi gerektiğini gösteren bir film. Gayet iyi bir film olduğunu söyleniyor. Gece Planı ise üç aktivist gencin bir barajı havaya uçurma planlarını anlatıyor. Önceki festivallerde Gece Planı filminin yönetmeni Kelly Reichardt’ın filmlerini izlemiş ve sevmiştim. Ancak yönetmenin seyirciye taviz vermeyen son derece dingin bir sineması olduğunu söylemeli. Her ne kadar Gece Planı için Reichardt’ın en seyirci dostu filmi olduğu yorumları yapılsa da her şeye rağmen kimi seyircileri sıkabileceğini tahmin ediyorum. Ama yönetmenin Dakota Fanning, Jesse Eisenberg ve Peter Sarsgaard gibi oyuncuları kendi tarzına ne şekilde uydurduğunu görmek için benim tercihim bu film.
———————-
21:30 – Dom Hemingway
22:00 – Under The Skin / Derinin Altında
Günün son seansında karşımızda bir gangster hikayesi ve sıradışı bir bilim kurgu var. Dom Hemingway, özellikle Jude Law’un performası ile öne çıktığı söylenen eğlenceli bir suç komedisi gibi duruyor. Jude Law, filmde 12 yıl hapis yattıktan sonra birkaç gün içinde o 12 yılın acısını çıkarmaya çalışan bir karakteri canlandırıyor. Derinin Altında ise Scarlett Johansson’ın erkek otostopçuları yakalayan bir uzaylıyı canlandırdığı bir film. Bu tip bir konudan ortaya bir seks komedisi de çıkabilir, Species gibi erotik unsurların da olduğu bir korku filmi de ama fragmandan ve ilk eleştirilerden anladığımız kadarıyla yönetmen Jonathan Glazer, ortaya çok daha farklı yapıda bir film çıkarmış. Dom Hemingway belli ki izlemesi keyifli bir film olacak ama fragmanından önceden izlediğimiz kimi filmlere benzediği hissediliyor. Bu nedenle daha farklı bir deneyim olacağını düşündüğüm Derinin Altında’yı tercih ediyorum. Bu arada her iki filmin de Türkiye haklarının alındığını da belirtmeliyim. Henüz vizyon tarihleri belli değil ama ikisi de gösterime girebilecek yapıda filmler.
1 Mart Cumartesi:
———————-
12:30 – Everyday Rebellion / Her Gün İsyan
12:30 – Das Merkwürdige Kätzchen / Tuhaf Kedicik
Doğrusu bu seans için karar vermek benim için çok kolay. Tuhaf Kedicik filmini Altın Portakal’da izlemiştim çünkü. Özel bir gün için toplanan bir ailenin bir gün içinde yaşadıklarını anlatan bu minimalist film, günlük yaşam içinde sıradan bulduğumuz anların içindeki absürtlüğü bulup çıkarırken özellikle ses bandını da farklı kullanımı ile dikkat çekiyor. Altın Portakal Uluslararası Yarışma bölümünde SİYAD ödülünün sahibi olduğunu da eklemeli. Rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir film. Bu filmi izlediğim için seçtiğim Her Gün İsyan ise dünyanın değişik yerlerindeki direniş örneklerini karşımıza getirirken özellikle şiddet kullanmadan yapılan eylemleri konu ediyor. Tanıtım yazısından anlaşıldığı kadarıyla filmde Gezi olayları da konu ediliyor. Açıkçası ilk bakışta önceki yıllarda izlediğimiz benzer filmlerden çok farkını göremedim. Umarım izlemeye değer bir filmdir.
———————-
15:00 – Tim’s Vermeer / Tim’in Vermeer’i
15:30 – R100
Bu seansın filmleri birbirinden epey farklı. Bir tarafta Tim Jenison adlı bir mucidin Vermeer’in resimlerini bir optik cihaz yardımıyla yaptığına ikna olması sonrasında, daha önce hiç resim yapmadığı halde onun bir tablosunun aynısını yapma çalışmaları anlatan eğlenceli bir belgesel var. Diğer tarafta ise Japon sinemasından gelen ilginç bir film var. R100 adlı bu filmin yönetmeni Hitoshi Matsumoto, festival kataloğunda ülkesinin Cem Yılmaz’ı ya da Şahan Gökbakar’ı olarak tanımlanmış ama filmin fragmanı ve hakkındaki eleştiriler farklı bir izlenim veriyor. Filmin belki kaba bir komedisi var ama belli ki absürt ve gerçeküstü bir film aynı zamanda. Herkese göre bir film olmadığı anlaşılıyor. S&M kulüpleri, ninja dominatriksler filmde karşılaşacağımız şeylerden birkaçı. Belgeseli de merak ediyorum ama bu Japon komedisi daha çok ilgimi çektiği için bunu tercih ettim.
Bilgi Notu: !f, takip ettiğim festivaller arasında “filme geç kalanları almıyoruz” kuralının en sıkı uygulandığı festival. Trafik sıkışıktı, büfede popcorn alırken sırada beklediğim için geciktim gibi mazeretleri hiç dikkate almadıkları gibi, diğer salondaki filmden geliyorum bahanesi de işlemez. Hatta festival ekibindekileri tanıyorum ben diye de düşünmeyin. Bu nedenle bu seans için R100’ü seçerseniz bir sonraki seans için Yüz Küçük Balık Yüz’e yetişemeyeceğinizi hatırlatayım. Yazının ilerleyen kısımlarında bu tip durumlar olduğunda “Bilgi Notu” başlığı altında tekrar hatırlatma yapacağım.
———————-
17:00 – Swim Little Fish Swim / Yüz Küçük Balık Yüz
17:30 – Concussion / Sarsıntı
Yüz Küçük Balık Yüz, New York’daki sanat camiası içinde geçen tam bir bağımsız film izlenimi veriyor. Biri hemşirelik gibi yoğun ve mesai saatleri önemli bir iş yaparken diğeri kapitalist sisteme karşı çıktığı için çalışmayan bir çiftin aralarındaki ilişki ortaya ilginç bir film çıkarmış gibi gözüküyor. İşin içine evlerinde kalan 19 yaşında bir genç de girince olay iyice karışıyor belli ki. Sarsıntı ise kafasına çarpan bir beysbol topu sonrası hayata farklı bir açıdan bakmaya başlayan evli ve çocuklu, aynı zamanda lezbiyen bir kadını anlatıyor (evli derken başka bir kadınla evli). Biraz klişe bir hikaye gibi gözüküyor ama özellikle başroldeki Robin Weigert, epey beğenilmiş. Bu seans için tercihim Sarsıntı oldu.
Bilgi Notu: Bir önceki seans için yazdığıma benzer şekilde bu seansta Sarsıntı filmini seçmeniz durumunda, takip eden seans için Siddharth filmine yetişemiyorsunuz, aman dikkat.
———————-
19:00 – Siddharth
19:30 – Is the Man Who Is Tall Happy?: An Animated Conversation with Noam Chomsky / Uzun Boylu Adam Mutlu Mu?: Noam Chomsky ile Canlandırma Bir Sohbet
Hint sinemasından gelen Siddharth (aslında film Kanada yapımı ama sanırım yönetmen Kanada’da yaşadığı için finans kaynağı buradan, yoksa film her şeyiyle bir Hint filmi gibi duruyor), oğlunu çalışmak üzere başka bir şehre gönderen bir babanın oğlu kaybolunca onu aramasını anlatıyor. İyi çekilmiş hüzünlü bir film izlenimi veriyor. Diğer film ise hemen isminden ne olduğunu söylüyor zaten. Michel Gondry’nin yönettiği bu film, yönetmenin Noam Chomsky ile yaptığı sohbetin üzerine kendi yaptığı animasyonları koyması ile oluşuyor. Gondry’nin yine ilgi çekici işe işe imza attığına şüphe yok. Her ne kadar Siddharth hakkında da iyi eleştiriler olsa da kendi adıma Gondry’nin filmini daha ilgi çekici buluyorum.
———————-
21:30 – Filth / Pislik
22:00 – Yi Dai Zong Shi / Büyük Usta
Her festivalde olduğu gibi !f’de de adını ilk kez duyduğumuz ve ilginç şeyler keşfetmeyi umduğumuz filmler olduğu gibi merakla beklediğimiz filmler de oluyor. İşte bu seans için seçmek zorunda kaldığımız Pislik ve Büyük Usta nicedir merakla beklediğimiz filmlerden. Pislik için Trainspotting’den beri en iyi Irvine Welsh uyarlaması yorumları yapılıyor. Filmi çok sevmeyenler bile James McAvoy’un performansına övgüler yağdırıyorlar. McAvoy’un tam da filmin adı gibi pislik bir polisi canlandırdığı filmi kaçırmamak lazım. Ama karşısında da beş yıldır hasretle yeni filmini beklediğimiz Wong Kar Wai’nin Büyük Usta’sı var. Kar Wai’nin gözde oyuncularından Tony Leung’un Ip Man’i canlandırdığı film, görsel yönü son derece güçlü bir dövüş sanatları filmi. Eh, bu filmi de kaçırmamak lazım. Şöyle bir şansımız var, her iki filmin de Türkiye hakları alınmış durumda ve gösterime de girecekler. Bu durumda filmlerden birini festivalde izleyip, birini vizyona bırakmak mümkün. Kendi adıma bir sonraki seansta gösterilecek filme yetişebilmek için Pislik’i seçtim ama aklım diğer salonda olacak.
Bilgi Notu: Yukarıda da belirttim ama tekrar hatırlatayım. Bu seans için Büyük Usta’yı seçenler günün son seansı olan geceyarısı sinemasına yetişemiyorlar.
———————-
00:00 – Blue Ruin / İntikam
İntikam, tam da adı üstünde bir intikam filmi. Geceyarısı gösterildiğinden anladığımız kadarıyla epey de kanlı bir intikam filmi. Evsiz bir adamın birkaç yıl önce ailesini öldüren bir adamdan intikam alma çabasını anlatan film iyi eleştiriler almış. Karşısında başka film olmadığına göre bu saatte uykusuz kalmayı göze alan ve bu tür filmleri sevenlere göre diyelim.
2 Mart Pazar:
!f Ankara’nın son gün filmlerine geçmeden bir hatırlatma yapalım. Pazar’ı Pazartesi’ye bağlayan gece Oscar ödülleri verilecek. Ben sabahlayıp izleyeceğim diyorsanız Pazar günü film programınızı ona göre yapmanızda fayda var. Ödül töreninin Digitürk’ten verileceğini de hatırlatmış olalım.
———————-
12:30 – Mogura No Uta – Sennyû Sôsakan: Reiji / Köstebek Şarkısı: Gizli Ajan Reiji
13:00 – Nan Goldin – I Remember Your Face / Nan Goldin – Yüzünü Hatırlıyorum
!f de olmasa Takashi Miike’nin filmlerini sinemada izleme şansını bulamayacağız sanırım. Senede en az iki film çeken bu uçuk kaçık yönetmenin çok az filmi vizyon yüzü görebiliyor. Deli dolu bir yakuza hikayesi olan Köstebek Şarkısı aynı zamanda bir manga uyarlaması. Belli ki Miike yine uçlarda gezinen bir filme imza atmış. Genelde beğenilse de 130 dakikalık süresinin uzun olduğuna dair yorumlar da var. Yine de yönetmenin takipçileri bu filmi kaçırmayacaklardır. Karşısında ise queer hareketinde de önemli bir yeri olan ünlü fotoğrafçı Nan Goldin hakkında bir belgesel var. Festivalin İstanbul ayağının konuklarından olan Nan Goldin ilginç bir figür ama Miike’nin bir filmini sinemada izleme isteği baskın çıkıyor kendi adıma.
———————-
15:00 – Visitors / Ziyaretçiler
15:30 – Good Vibrations
Bu seansta yine birbirinden çok farklı iki film var. Ama ikisi de izlemek istediğim filmler doğrusu. Qatsi üçlemesinin yönetmeni olarak bildiğimiz Godfrey Reggio, Ziyaretçiler ile bir kez daha diyalogsuz ama Philip Glass’ın müzikleri ile dolu bir filmle karşımıza çıkıyor. Bu kez siyah beyaz bir film ve anladığımız kadarıyla sadece 74 plandan oluşan bu filmin büyük kısmında bize doğru bakan yüzleri izliyoruz. Ama sadece bununla yetinmiyor aya kadar da gidip geliyoruz. Başka bir yönetmen olsa temkinli yaklaşabilirdim ama Reggio’nun dikkat çekici bir iş ortaya çıkardığına inancım tam. Good Vibrations ise tümüyle farklı uçta bir film. 70’lerin Belfast’ında punk’ın ortaya çıkış hikayesini anlatan bu film belli ki hızlı kurguya dayanan hareketli bir biyografi filmi. Doğrusu o da son derece ilgi çekici duruyor ama Ziyaretçiler herhangi bir şekilde başka zaman sinemada izleme fırsatı bulamayacağımız bir film gibi gözüküyor. Evde izlesek de sinemada izlemenin vereceği hissi yaşayamayacağız muhtemelen. Bu yüzden Ziyaretçiler’i seçiyorum. Aslında Good Vibrations da Başka Sinema’da gösterime girerse belli bir seyirci çekebilecek bir filme benziyor. Acaba Türkiye haklarını almak isteyen bir dağıtımcı çıkmaz mı?
Bilgi Notu: Yine bir çakışma bilgisi verelim. Bu seansta Good Vibrations’ı seçenler bir sonraki seansta Böcek filmine yetişemeyecekler.
———————-
17:00 – Böcek
17:30 – L’étrange Couleur Des Larmes De Ton Corps / Bedenindeki Gözyaşlarının Garip Rengi
Yine birbirinden çok farklı iki film var karşımızda. Böcek, yıllar önce Fasulye ile pek bir sevdiğimiz ama o zamandan beri televizyon dizilerine sıkışmış kalmış olan Bora Tekay’ın yeni filmi. Bir süper kahraman filmi çekmek isteyen iki arkadaşın hikayesini anlatan filmin yine farklı bir mizah anlayışı var belli ki. Bunun yanında daha ismi ile dikkat çeken Bedenindeki Gözyaşlarının Garip Rengi, 70’lerin İtalyan Giallo filmlerine çaktığı selamlara dikkat çeken bir film. Yönetmenlerin önceki festivallerde izlediğimiz filmi Amer de öyleydi ve kendi adıma sevdiğim bir film olmuştu. Ama herkesin hoşuna gidecek bir film olmadığını da itiraf etmeliyim. Bu kez yönetmenlerin görsel stillerini iyice ön plana çıkarırken hikayeyi fazlaca geri plana çektikleri söyleniyor, seveni kadar sevmeyeni de çok ama bu yorumlar filmi daha çok merak etmeme neden oluyor. Bu yüzden bu filmi seçtim. Umarım Böcek filmi bir şekilde gösterime girer.
Bilgi Notu: Benim gibi bu seans için Bedenindeki Gözyaşlarının Garip Rengi’ni seçtiyseniz, ne yazık ki Caniler Avcısı’nı sinemada izleme şansından mahrum kalacaksınız.
———————-
19:00 – The Night of the Hunter / Caniler Avcısı
19:30 – Kaze Tachinu / Rüzgar Yükseliyor
!f Ankara programını ilk gördüğümde Caniler Avcısı’nı sinemada izleyebileceğim için çok sevinmiştim. Zamanında değeri bilinmemiş ama şimdi klasikler arasında sayılan bu etkileyici film Robert Mitchum’un da en iyi performanslarından birini barındırıyor. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi bir önceki seansta seçtiğim filmin uzunluğu nedeniyle bu filmi sinemada izleyemeyeceğim. Ama herkese tavsiye ediyorum kesinlikle. Caniler Avcısı’nın karşısındaki Rüzgar Yükseliyor da en az onun kadar ilgi çekici. Miyazaki ustanın son filmi olacağını açıkladığı bu yapım da kaçırılmaması gereken filmlerden. Zor bir seçim doğrusu ama bu yazı yazılana kadar bu filmin biletleri bitmiş durumda zaten. Yine de bilet bulamayanlar üzülmesin, 14 Mart’ta Başka Sinema’da gösterime girecek.
Bilgi Notu: Bu seans için Rüzgar Yükseliyor’u seçtiyseniz sonraki seanstaki Bela filmine yetişemiyorsunuz.
———————-
21:30 – Borgman / Bela
22:00 – The Double / Öteki
Önce peşin peşin şunu belirteyim. Bu seans için herhangi bir film seçmedim. Oscarları seyredebilmek için biraz uyku lazım ne de olsa. Bu saatlerde uyumayı planlıyorum. Yine de filmlerden bahsedelim. Hollanda’nın Oscar aday adayı Bela, evsiz bir adamın bir ailenin içine girerek evin tüm düzenini değiştirmesini anlatan absürt ve komik bir film izlenimi veriyor. Öteki ise günümüzde geçen bir Dostoyevski uyarlaması. Jesse Eisenberg’in Simon James ve James Simon isimli birbirine fiziksel olarak ikiz kadar benzeyen ama karakter olan taban tabana zıt iki karakteri canlandırdığı bu film de festivalin en ilgi çeken filmlerinden biri. Eğer iki filmden birini seçecek olsaydım, seçimim Öteki olurdu. Bunda Bela’nın 4 Nisan’da gösterime girecek olmasının da etkisi var elbette. Aslında Öteki’nin de Türkiye hakları Mars Group tarafından alınmış durumda. Umuyorum ki vizyona girer.
Bu yazıda sadece Cinemaximum Armada’da yapılacak gösterimlerden bahsettim. Festival kapsamında Ankara Üviversitesi, Başkent Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi, ODTÜ ve Tayfa Kitapkafe’de kısa film gösterimleri yapılacağını da unutmayalım.
(*) Filmlerin Türkiye dağıtımcılarının olup olmadığı bilgisi festival kataloğundan, vizyon tarihi bilgileri ise http://www.boxofficeturkiye.com/ sitesinden alınmıştır. İlerleyen günlerde vizyon tarihi bilgilerinde değişiklik olması mümkündür.
0 Yanıt to “!f Ankara’da Hangi Filmleri Seçelim – 2014”