Uçan Süpürge İzlenimleri 2013 – 2. Gün: Olay Yeri: Aile, Rağmen 1, Annelik Hüznü, Beşinci Mevsim, Aziz Ayşe

Olay Yeri: Aile:

Uçan Süpürge’nin değişmez bölümlerinden Olay Yeri: Aile bölümünün bu seçkisinde sekiz adet kısa film izledik. Bu bölümde çoğunlukla geleneksel düşünce yapısı içinde aile içinde kalması gerektiği düşünülen konuları ele alan filmler izliyoruz. İzlediğimiz filmlerin çoğu başarılı yapımlardı. Kısaca bahsedelim.

Yolda yardım etmek için arabasına aldığı hamile kadının aslında kocasının ikinci karısı olduğunu farkeden bir kadını anlatan İran filmi Birkaç Km Uzakta, aynı hikayeyi iki kadının tarafından ayrı ayrı anlatma fikri ile dikkat çekiyordu ama filmin ikinci kısmı olmasa da yeterli etkiyi yaratıyordu. Hatta olmasa daha iyiydi belki de. Yine İran’dan gelen Ağaçlı Yol ise kız çocuklarının sünnet edilmesine değinen biraz amatörce kalan bir yapımdı.

Travma Bangladeş’te küçük yaşta zorla evlendirilen kız çocukları ile yapılan söyleşilerden oluşan bir belgeseldi. Yaşanan şeyler ne yazık ki buralarda da benzerlerini duyduğumuz çok acıklı hikâyelerdi. Artık bunlar bitsin etkisini yaratan bir filmdi. İspanya’dan gelen Mor Yaralar ise yine çocuk diyebileceğimiz yaşta olup fahişelik yapan ama bunu para ihtiyacı nedeniyle değil kendi isteğiyle yapan bir kızın bir müşterisi ile geçirdiği kısa bir süreyi öne çıkartıyor ve bunun sonrasında geçmişi ile onu yüzleştiriyordu.

Ülkemizden gelen kısa filmlere baktığımızda ilk önce önümüze kadına şiddet, bakirelik meselesi gibi konuları bir performans sanatı eşliğinde konu eden Kova çıkıyor. Hafif deneysel sayılabilecek bu film bildiğimiz kısa filmlerden biraz farklı olsa da etkileyici idi. Ailesi tarafından bir şüphe üzerine bekâret kontrolüne götürülen bir kızı anlatan Derin Nefes Al bu anlamsız uygulamanın kız üzerinde yarattığı etkiyi başarılı bir şekilde veriyordu. Ufak bir eleştiri olarak Nesrin Cavadzade’nin rolünü iyi oynamış olsa da liseli kız rolüne biraz büyük kaçtığını söylemek lazım.

Çarşaftaki Leke her ne kadar Fransız filmi olarak gözükse de bizden karakterleri içerdiği için buralardan gelen bir film olarak adlandırılabilir. Bu film de birbirlerini ilk kez evlendikleri gece gören genç çiftin odalarında birbirlerini tanımaya çalışırken ailenin de kapı önünde kanlı çarşafı beklemelerini konu ediyordu. İyi bir yapımdı ancak bir kısa film olarak 22 dakikalık süresi biraz kısaltılabilirmiş.

Son olarak bir sonraki seansta belgesel filmini izleyeceğimiz Mizgin Müjde Arslan’ın Asya filminden bahsedelim. Bu film merkezine 12 yaşındaki bir kız çocuğunu yerleştirirken bölümdeki diğer filmlerin aksine doğrudan sosyal bir soruna odaklanmak yerine kızın bir günü boyunca karşılaştığı kişi ve olaylara bulduğu kristalden attığı bakışları gösteriyor. Doğrusu sinema duygusu olarak seçkideki en iyi film olduğunu söyleyebilirim.

Rağmen 1:

Festivalin bu yılki teması olan “Rağmen” başlığı altında izlediğimiz bu bölümde bir kısa bir de uzun belgesel yer alıyordu. %30 (Sierra Leone’de Kadınlar ve Politika) filmi 1o dakika içinde ülkedeki kadınların politikada daha aktif rol alabilmek için yaptıkları mücadeleyi anlatmaya çalışıyordu. Filmde çeşitli animasyon tekniklerinin kullanılması dikkat çekici yönlerinden biriydi. Bir sorun olunca filmin bir kısmını altyazısız izlediğimizi de belirtmeden geçmeyelim (haksızlık etmeyelim yine de, seans sonunda izlemek isteyenler için filmi tekrar gösterdiler, diğer filme yetişmek durumunda olduğum için tekrar izleyemedim). Bu vesileyle altyazılar ile ilgili ufak bir not. Alman Kültür’ün oturma düzeninde bir eğim olmadığından ötürü arkada oturunca altyazıların okunması ciddi sorun olabiliyor. Bu yüzden burada gösterilen filmlerde bazı festivallerde altyazı yerine üstyazı kullanılıyor. Uçan Süpürge ekibi de bunu düşünebilir belki.

Bu seansın asıl çarpıcı filmi bir süredir çeşitli vesilelerle adını sık sık duyduğumuz Ben Uçtum, Sen Kaldın idi. Mizgin Müjde Arslan’ın bu belgeseli çok kişisel bir konuyu anlatıyor. Mizgin film boyunca, neredeyse hiç hatırlamadığı babasının izini Mahmur Mülteci Kampı’na kadar sürüyor, küçük yaşta kendisini bırakmak zorunda kalan annesiyle yüzleşiyor. Film kişisel bir hikâye sunarken bir yandan da bir dönem Kürtlerin yaşadıklarına, onları dağa çıkaran nedenlere çok da içeriden bir bakış atarak bireysel bir film olmaktan kurtuluyor. Özellikle şu anda içinden geçtiğimiz süreçte daha da önemli bir film haline gelmiş. Geçtiğimiz Ankara Film Festivali’nde yönetmenlerin kendi hikâyelerini anlattıkları kimi belgesellerin kişisel bir hikaye anlatmaktan öteye geçemediğini hatırlayınca Mizgin’in başarısı daha iyi ortaya çıkıyor.

Annelik Hüznü (Bejbi Blues / Baby Blues):

Annelik Hüznü, Polonya’da genç bir annenin yaşadıklarını konu ediyor. Henüz çocuk denebilecek bir yaşta çocuk sahibi olan Natalia bir yandan çocuğuna bakma çabasındayken bir yandan da moda dünyasında bir işe girmeye çalışıyor. Bebeğin babası Kuba da onu tek başına bırakmıyor aslında ama o da henüz çok genç ve her ikisinin de akılları bir karış havada. O da henüz genç sayılabilecek yaşlarda olan Natalia’nın annesi (ki Kuba dâhil çevredeki ergen oğlanlar annesinden de hoşlanmakta zaten) de kızına çok yardımcı olmuyor ve şehir dışına çıkıp onları bir başına bırakıyor. Kuba’nın anne babası ise çok kuralcı tipler. Ortada torunları olduğu için maddi yardımlar yapıyorlarsa da onlar da sağlıklı birer anne-baba figürü olamıyorlar. Böyle bir ortamda hikaye trajik noktalara sürükleniyor.

Filmin en önemli noktalarından biri Natalia’nın o yaşta çocuk sahibi olmasının bir kaza değil bilinçli bir karar sonucu olduğunu vurgulaması idi. Zaten filmin yönetmeni Katarzyna Roslaniec de film sonrası yaptığı söyleşide bu konuya dikkat çekerek filmde genç yaşta anne olma durumundan çok bencilce her istediğini yapma isteğini anlattığını belirtti. Filmin dikkat çeken unsurlarından biri de özellikle moda ile ilgili sahnelerde kullanılan canlı renklerdi. Filmin zaman zaman son derece iç karartıcı olan hikâyesi yanında bu canlı renklerin oluşturduğu tezat belli ki bilinçli bir seçim. Yönetmenle yapılan söyleşiden bir not daha iletelim. Film Polonya’da konu ettiği kesimin Polonya’yı temsil etmediği gerekçesiyle çok beğenilmemiş. Aslında seyirci sayısı fena değilmiş ama izleyenlerin yarısı filmi sevmediğini söylüyormuş. Yönetmen de elbette anlattığı hikâyenin tüm Polonya’yı temsil etmediğini ama böyle bir durumun da gerçek olduğunu söyledi. Zaten filmin finalindeki olay da tamamen bir gazete haberinden alınmış ve filmin fikri de bu şekilde doğmuş.

Beşinci Mevsim (La Cinquième Saison / The Fifth Season):

Beşinci Mevsim kış mevsiminden bir türlü kurtulamayan bir köyü anlatıyor bizlere. Filmin başında köyün sakinlerini kısaca tanıdıktan sonra her yıl geleneksel olarak yaptıkları kışa veda etkinliklerini görüyoruz. Sıra bu etkinliğin ana parçası olan şenlik ateşini yakmaya geldiğinde bu bir türlü başarılamıyor, toplanan çalı çırpı ne yapılırsa yapılsın alev almıyor. Sonrasında da kış bir türlü bitmiyor, askerler gelip hayvanları alıyorlar, kalan hayvanlar da telef oluyor zaten. Bunun üzerine köylü de başlarına gelen felaketlerden dolayı suçlayacak birilerini arıyor ve gözler dışardan gelen bir yabancıya çevriliyor.

Beşinci Mevsim özellikle görsel yapısı ile dikkat çeken bir film. Hemen her sahnenin üzerinde ince ince düşünülüp çekildiği belli oluyor. Hatta pek çok sahneyi filmden bağımsız olarak izlemek ve beğenmek mümkün. Filmin başlarında bu güçlü görsel yapının yanında hikâyenin çok sağlam olmadığını düşünmüştüm. Ancak olaylar gelişip hikâye yabancı düşmanlığı eksenine kaymaya başladığında o kısmı da toparlandı ve film festivalde şu ana kadar izlediğim en iyi film haline geldi.

Filmin ana karakteri diyebileceğimiz Alice’i canlandıran genç oyuncu Aurélia Poirier festivalin konuklarından biriydi. Daha ilk filmi olmasına rağmen oldukça başarılı bir performans çıkarmış. Film öncesinde yönetmenden gelen bir mesajı okuyan Poirier, film sonrasında da söyleşiye katıldı. Seyircilerin de çoğunlukla filmi sevmiş olduklarını gördük. Film sırasında kadraj dışından gelen uçak seslerinin ne anlama geldiği sorusu önemliydi. Poirier bunun aslında yaşananların sadece o köyün sorunu olmadığını, tüm dünyada yaşandığının vurgulanmak istendiğini söyledi. Ben de her ne kadar farklı temalarda filmler olsa da kadraj dışından gelen sesler, hayvan sesleriyle konuşan karakterler, köye dışardan gelen yabancı gibi unsurlar nedeniyle Reha Erdem’in Kosmos’u ile Beşinci Mevsim arasında akrabalık kurduğumu belirttim ve Türkiye’den dönmeden önce DVD’sini edinirse sevebileceklerini düşündüğümü söyledim. Bir önceki günkü söyleşide de Kosmos’un adı geçmiş. Demek ki başka seyirciler de bu akrabalığı kurmuş. Reha Erdem de bu filmi izlediyse sevmiştir diye düşünüyorum. Festivalde başka bir gösterimi kalmadı ama başka bir yerlerde yakalanırsa izlenmesini tavsiye ederim.

Aziz Ayşe:

Uçan Süpürge’de bu yıl gerek kurmaca, gerek belgesel olarak daha önceki yıllarda gördüğümüzden çok daha fazla yerli film var. Kurmaca filmler arasında tek izlemediğim Aziz Ayşe idi. Onu da bu vesileyle tamamlamış oldum. Filmde gerçek bir kişilik olan çöp toplayıcısı, travesti Ayşe konu ediliyor. Ayşe gerçekten ilginç bir kişilik. Bir yandan geçmişte başından geçen olayların da etkisiyle hiç kimseye güvenmiyor, herkesin kendisini takip ettiğini ve bir zarar vereceğini düşünüyor. Bir yandan da kazandığı çok sınırlı parayı yardım kurumlarına özellikle Mehmetçik Vakfı’na bağışlıyor. Karşılaştığı kişilere bazen hanımefendi diye hitap ederken bir anda küfürlerin en ağırlarını sallayabiliyor. Zaten görüldüğü ilk anda, psikolojik sorunları olduğu belirgin bir şekilde anlaşılıyor.

Ayşe karakteri ile ilgili bir belgesel kendi başına son derece ilgi çekici olabilirdi. Ancak yönetmen ve senaryo yazarı Elfe Uluç bu karakteri bir kurmaca film içinde kullanmaya karar vermiş. Film genç bir gazeteci olan Elif’in Ayşe üzerine bir belgesel çekmesi üzerine kurulmuş. Bu hikâyeyi izlerken Ayşe ile beraber geçirdikleri günlerin Elif üzerinde yarattığı etkiyi ve yol açtığı değişimi de görüyoruz. Aslında filmin bu kısmı da fena işlemiyor ama Feride Çetin’in oynadığı Elif karakterinin bir de sevgilisi var ki (Engin Altan Düzyatan) işte filmin o kısımları hiç olmasa da olurmuş kanımca. Yönetmenin Ayşe’nin bu ilişki üzerindeki etkisini de göstermek istediği açık ama olamamış. Zaten Ayşe o kadar baskın bir karakter ki yanına hangi hikâyeyi koysanız onun gölgesinde kalırmış.

Film sonrasında yönetmen Elfe Uluç ile bir söyleşi yapıldı. Zaten bu kısımda gelen sorular da filmin seyircide bıraktığı izin de Ayşe etrafında olduğunu gösteriyordu. Çoğunlukla Ayşe ile çalışmanın nasıl olduğuna dair sorular soruldu. Ayrıca travestilerin dünyasına girmenin neler gösterdiği üzerine de sorular geldi. Yönetmen özellikle Türkiye’de travestilerin çoğunlukla dindar olduklarını görmesinin kendisini şaşırttığını belirtti. Uzun süre Fransa’da yaşamış ve orada da travestiler ile çalışmaları olmuş. Orada bu tip bir duruma rastlamadığını, temel farkın bu olduğunu belirtti.

0 Yanıt to “Uçan Süpürge İzlenimleri 2013 – 2. Gün: Olay Yeri: Aile, Rağmen 1, Annelik Hüznü, Beşinci Mevsim, Aziz Ayşe”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 299.428 hits
Mayıs 2013
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: