Antalya Altın Portakal 2011 İzlenimleri – Ulusal Yarışma: Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm, Nar, Zenne

48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni en başından beri takipteyim ancak film izlemekten oturup yorum yazmaya fırsat olmadı. Festival nihayete ermeden en azından ulusal yarışma bölümünde yarışan filmlerden izlediklerim hakkındaki yorumlarımı paylaşayım. Diğer bölümlerden izlediğim filmlere dair yorumlar da gelecek.

Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm:

Öncesinde ciddi bir hayran kitlesi olduğu düşünülürse Behzat Ç.’nin sinema filminin festivalin en merakla beklenen yapımlarından biri olduğu tesbiti yanlış olmaz. Zaten filmin gösterimindeki kalabalıktan ve film ekibinin aldığı alkıştan da bu anlaşılıyordu.

Filmin ikinci Behzat Ç. romanı olan Son Hafriyat’ın uyarlaması olacağı çok önceden açıklanmıştı. Roman içinde anlatılan olaylardan bir kısmı dizide kullanılmıştı. Bunlar dışarı çıkartıldığından romanın neredeyse aynısı olan bir uyarlama izlediğimizi söyleyebiliriz. Elbette kimi değişiklikler var, mesela filmde Şule yok ya da Behzat Ç. kitaptakinin tersine gayet konuşkan. Bunun dışında Cansu Dere’nin canlandırdığı olay yeri inceleme ekibindeki polisin film için yaratıldığı söylenmişti. Aslında bu bilginin tam doğru olmadığını görüyoruz. Bu karakter kitapta yok belki ama kitaptaki başka bir karakterin hafif değiştirilmiş hali aslında (film gösterime girmeden çok da spoiler vermeyelim).

Kitabı okurken “Kendini Ahmet Sanan Süleyman” karakterinin filmde çok başarılı bir karakter olabileceğini düşünmüştüm. Hakan Boyav başarılı oyunuyla bu düşüncemi doğruladı. Bir yardımcı erkek oyuncu ödülü gelebilir mi acaba?

Bunun yanında filmin kötü adamı Red Kit beklediğimden çok silik bir karakter olmuş. Bunda Tardu Flordun’un bir suçu yok, bu karakteri kitaptaki kadar çok görmüyoruz.

Sonuç olarak, diziyi sevenler hayal kırıklığına uğramayacaklar (ben de onlardanım). Ancak filmin herhangi bir Behzat Ç. bölümünden çok büyük bir farkı da yok. Sadece televizyonda yapılamayanlar yapılıyor. Behzat bolca sigara içiyor ve sansürsüz olarak küfür edebiliyor. Hatta diziyi sevmemizde önemli rol oynayan karakterlerin kendi hikayeleri, aralarındaki ilişkiler pek az, bu nedenle daha iyi Behzat Ç. bölümleri izledik de diyebiliriz (efsanevi 30. bölümü hatırlatmak isterim).

Diziyi izlemeyenler açısından ise film ne ifade eder tartışılır. Polisiye olay gayet anlaşılır ama Behzat dışındaki diğer karakterlere o kadar az yer verilmiş ki. Mesela cinayet büro elemanlarının hemen hepsi Red Kit’in derdi benimle diyorlar. Karakterleri tanımayınca neden böyle dediklerini anlamak zor. Hatta diziyi bilmeyen biri için Behzat’ın bile kızının ölümünü neden takıntı yaptığını anlamak mümkün değil.

Son olarak dizinin tüm bölümlerini izlemiş biri olarak filmin filmin kronolojik olarak nerede durduğunu merak ettiğimi belirtmeliyim. Sezon finalinden hemen sonra olamaz, bir kere Şule’den hiç söz edilmiyor, sanki Behzat’ın hayatına öyle biri hiç girmemiş. Hem sezon finalinde çok kötü bir durumda kalmıştı Behzat, o durumdan nasıl çıktığı belli değil. Savcı Esra ile ilişkisi olduğuna göre 30. bölüm sonrasında geçiyor ama bir de tavşan Hoppa’nın gözüktüğü sahneler var ki o taa ilk sezonun ilk bölümlerinde kaldı (sezon boyunca tavşan olayı devam etse hoş bir ayrıntı olacakmış). Bir ihtimal de ikinci sezonun ilk bir kaç bölümünden sonra geçiyor olması. Ayrıca filmin sonunda Behzat’ın yaptığı hareket de (ki ne yaptığı net değil aslında) başına iş açacak türden. O yüzden olay bir yerden diziyi de etkilemeli. Film sonundaki söyleşide Emrah Serbes’e sormak istediğim bir konuydu bu ama fırsat olmadı.

Son olarak filmin Türk sinemasında çok yapılmayan bir şeyi yaparak jenerik sonrasına bir sahne koyduğunu da belirtelim. Her ne kadar çok kilit bir sahne olmasa da yazılar akarken film bitti diyerek çıkmayınız (aslında hiç bir zaman yazılar akarken film bitti diye çıkmayınız ya neyse, o başka bir konu).

Söyleşiden de biraz bahsetmek gerekirse, Serdar Akar, Emrah Serbes ve oyuncuların neredeyse hepsi söyleşiye geldiler (gözler Ege Aydan’ı aradı). Aslında çok fazla konuşmayacağını söylemişti ama soruların büyük kısmını Serdar Akar cevapladı. Filmin yönetmenin sıfatıyla böyle olması da doğal elbette. Akar sorulara cevap verirken çok keyifliydi, filmin gördüğü ilgi belli ki çok hoşuna gitmişti (kafası da biraz iyiydi galiba). Ancak ufak bir eleştiriye bile sert bir cevap vermesi hoş olmadı. Ne yazık ki Serdar Akar, Emrah Serbes ve Erdal Beşikçioğlu bir başka programa katılacakları için söyleşiyi erken terk ettiler. Bu noktadan sonra söz sırası oyunculara geldi. Orada da doğrusu ekibin kadrosuna film için dahil olan isimler daha fazla söz aldılar.

Filmin ödül şansına gelince ana dallarda bir ödül alması zor görünüyor. Belki Erdal Beşikçioğlu’na bir en iyi erkek oyuncu ödülü gelebilir. Hakan Boyav’ın da yardımcı erkek oyuncu dalında ufak da olsa bir şansı var. Bunun dışında filmin alabileceği ödüller ancak teknik kategorilerde olabilir.

Nar:

Ümit Ünal yeni filmi Nar ile iyi bildiği sulara dönüyor ve tıpkı 9 ve Ara gibi bir kez daha tek mekanda geçen bir film çekiyor. Karakter sayısı da sadece dörtle sınırlı. Ancak Ünal çok başarılı bir senaryo ile tek mekan ve dört kişiden insanlık halleri ile ilgili başarılı bir film çıkarmayı başarıyor.

Filmin sonrasında Ümit Ünal’ın filme dair çok fazla ayrıntıyı açık etmememizi istemesine saygı duyarak konusu ile ilgili çok ufak bir açıklama yapalım. İstanbul’da bir sabah, varoşlardan yola çıkan geleneksel Anadolu kadını görünümündeki bir kadın kentin daha varlıklı kesimlerininde bir evin önüne gelir. Kapıcıya Dr. Sema Hanım ile özel bir randevuları olduğunu söyleyerek içeri girer ve olaylar gelişir.

Nar bir kaç sahne dışında tümüyle Dr. Sema’nın evinde geçen bir hikaye. Büyük çoğunluğu da üç kişi arasında geçiyor aslında. Dördüncü kişi belli bir yerden sonra devreye giriyor.

Nar öncelikle başarılı senaryosu ile dikkati çeken bir film olmuş. Filmdeki kırılma noktaları, gizemlerin yavaş yavaş açığa çıkması, karakterlerin kuruluşu çok başarılı. Çok sayıda akılda kalıcı replik de var. Oyunculuk olarak filmi baştan sona Serra Yılmaz sürüklüyor gibi gözükse de İdil Fırat’ın kısa ama çok etkili bir rolü var. Hatta benim için filmin doruk noktası da onun sazı eline alıp karşısındaki karaktere uzunca bir tirad attığı bölüm oldu. Yine konuyu çok açık etmeden bu sahnede, bazen hepimiz birilerini aşağılar, onun dünyası ne kadar ki derken, gün gelip başka birisinin de bunu bize diyebileceğini hiç düşünmediğimizin çok etkili bir şekilde anlatıldığını söyleyelim. Yok aslında birbirimizden bir farkımız.

Filmin sonundaki söyleşide Ümit Ünal da Nar metaforu ile aynen bunu anlatmak istediğini söyledi zaten. Filmin sonunda da buna vurgu yapmak istediğini belirtti. Hepimiz bir Nar’ın taneleri gibi birbirimizden farklı ama bir yandan da aynıyız ve bizi birlikte tutan bir kabuk var. O kabuk kırılırsa ne olur, işte bu filmin anlattıklarından biri de o. Ünal ayrıca her ne kadar bunu düşünerek yapmasa da ilerde 9, Ara ve Nar’ın bir üçleme olarak birlikte anılmasına çok mutlu olacağını da belirtti. Oyunculara gelen sorular ise konuyu açık edeceği için oralara girmiyorum.

Nar’ın ödül şansına gelince, her ne kadar yarışma filmlerinin çok azını seyretmiş olsam da en iyi senaryo ödülünü başka bir filme kaptırmayacağını düşünüyorum. En iyi film ödülünü alması da düşük bir ihtimal değil. Her ne kadar diğer filmlerde daha öne çıkan isimler olduğunu duysam da İdil Fırat’ın etkili oyununun da kendisine bir ödül getirmesi beni mutlu eder.

Zenne:

Festivalde galası yapılan son yarışma filmi Zenne idi. İstanbul’un arka sokaklarından iki homoseksüel karakteri anlatan bir film Zenne. Gerçek bir konuyu temel alması ve konu aldığı kişilerin de yönetmenlerin arkadaşı olması da vurgulanması gereken bir ayrıntı.

Filmdeki karakterlerden biri olan Can, filme adını veren Zenne aslında. Annesi Can’ın cinsel kimliğini her ne kadar içine sindiremese de oğlunu o şekilde kabul etmiş. Babası ise güneydoğuda şehit düşen bir binbaşı. Can ailesinden uzak yaşasa da cinsel kimliğini gizlemeden hayatını sürdürebiliyor. Diğer karakter ise Ahmet. O ise ailesi yönünden o kadar şanslı değil. Onun daha geleneksel yapıda bir ailesi var ve cinsel kimliğini gizlemek zorunda. Filme dahil olan diğer bir karakter ise Alman fotoğrafçı Daniel. O ise ailelerle yaşanan bu tip sorunları hiç anlayamıyor ve cinsel kimliğin açıkça söylenebileceğini düşünüyor.

Film eşcinsellerin aileleri ile yaşadıkları sorunlar, çevrenin onlara bakışı, askerlik konusunda yaşadıkları trajikomik uygulamalar gibi pek çok konuya değiniyor. Ele aldıkları açısından güçlü ve önemli bir film ama bir miktar mesaj filmi olması, bir de odağını nereye koyacağını tam belirleyememesi zayıf noktaları. Film Can’ın hikayesi gibi başlayıp (adı da buna vurgu yapıyor aslında), Ahmet’in hikayesine evriliyor. Daniel ise zaten arada figuran gibi kalmış. Belki de bu nedenle onun Afganistan’da yaşadıkları dair flashback’ler film içinde çok anlam ifade etmiyor.

Filmdeki oyunculuklar için belli bir seviyenin üzerine çıkmasa da filmi sırtladıklarını söyleyebiliriz. Tilbe Saran için bir özel parantez. Tiyatro sahnesinde izlemekten çok büyük keyif aldığım bu özel oyuncuyu filmlerde görmek hemen hemen hiç mümkün olmuyordu. Yönetmenler M. Caner Alper ve Mehmet Binay’a bunun için ekstra bir teşekkür.

Sonuç olarak Zenne çok büyük bir film değil ama önemli bir film. Film sonunda aldığı büyük alkış seyirciler tarafından da sevildiğini gösteriyor (ki konusu itibariyle geniş bir kitlenin seveceği bir film olmadığı halde çok büyük alkış aldı). Bundan sonra gösterileceği festivallerde ve çok gecikmeyeceğini umduğumuz vizyonunda izlemek gerek.

Film sonrasındaki söyleşiye çok uzun kalamadım ama yönetmenlerin filmin çekim sürecini anlattıklarını kısmını dinledim. Film aslında bir Zenne belgeseli olarak planlanıyor. Ancak filmde hikayesini de izlediğimiz yönetmenlerin de arkadaşı olan bir karakterin başına gelen olay, konulu bir film çekip o olayı da anlatma ihtiyacı uyandırıyor (aslında o olay bir sır değil, basında da yer aldı ama yine de filmin sonunu açık etmek olur diye dile getirmiyorum). Belki de filmin odağındaki belirsizliğin bir nedeni de budur. Bu arada Tilbe Saran için söyleşiden de özel bir not. Ses tonu sadece tiyatro sahnesinde değil bir söyleşide de çok etkileyici imiş.

Zenne’nin ödül şansına gelince, çok yüksek bulmuyorum doğrusu. Yine de ele aldığı konu açısıdan bir özel ödül ya da bir oyunculuk ödülü alabilir belki.

Bu yıl tümüyle kadınlardan oluşan jürinin kararını bu akşam öğreneceğiz. Bekleyelim görelim.

0 Yanıt to “Antalya Altın Portakal 2011 İzlenimleri – Ulusal Yarışma: Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm, Nar, Zenne”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 301.032 hits
Ekim 2011
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: