Şüphe (Doubt):
Bu yılki bütün ödül törenlerinde oyunculuk adaylıkları ile dikkat çeken Şüphe, sonunda sinemalarımızda da gösterime girdi. 1960’ların başlarında katolik kilisesine bağlı bir okulda bir rahibin okulun ilk ve tek zenci öğrencisine tacizde bulunup bulunmadığı şüphesinin etrafında gelişen film, bir tiyatro oyunu uyarlaması. Yönetmen ve senaryo yazarı John Patrick Shanley, aynı zamanda oyunun da yazarı. Zaten belli ki konuya çok hakim. Tüm film boyunca daha filmin başında hakkında konuşulan, tüm filmin ana teması olan ve zaten filmin adı da olan şüphe, tüm karakterlerin olduğu gibi seyircinin de kafasını kurcalıyor. Seyirci olarak sürekli farklı karakterlere hak veriyor, kime inanacağınızı bilemiyorsunuz. Zaten film bittiğinde de gerçeğin ne olduğu konusu tam olarak netleşmiyor. Her ne kadar ne olduğu konusunda bir tarafa yönelik güçlü bir ağırlık olsa da o şüphe hiç bir zaman eksik olmuyor.
Şüphe, bir film olarak pek çok erdem içerse de en çok öne çıkan yönü oyuncuları. Gerçekten de sadece bir sahnede yer alan Viola Davis bile o kadar iyi bir oyunculuk çıkarıyor ki görmek lazım. Hatta sırf o sahne için bile film tekrar tekrar izlenebilir. Seyirciyi alt üst eden bir sahne çünkü. Philip Seymour Hoffman iyi yürekli ve dışa dönük rahip ile tacizci rahip arasında gidip gelen oyununda hemen her zaman yaptığı gibi abartmadan oynamanın dersini veriyor adeta. Her zaman şahane Meryl Streep için ise biraz abartılı oynadığına dair bir yorum yapılabilir ama film ilerledikçe görülüyor ki öğrencilerin kendisinden korkmasını sağlamak için onlara kendisini bu şekilde gösteren bir karakteri oynuyor aslında. Zaten Hoffman ve Streep’in karşılıklı döktürdükleri her bir sahne de görülmeye değer bir hal alıyor.
Bunun yanında Shanley’nin ırkçılık, eşcinsellik, azınlık olma, kuşak çatılması, hoşgörüsüzlük gibi pek çok konuya incelikle değindiğini de hatırlatalım.
Gerçek Masallar (Bedtime Stories):
Adam Sandler izleyici kitlesi belli bir oyuncu. Zamam zaman Punch-Drunk Love gibi farklı denemeler yapsa da filmlerinin büyük çoğunluğunun tarzı birbirine benziyor. Gerçek Masallar yine Adam Sandler hayranlarını memnun edebilecek ama diğerlerine çok da hitap etmeyecek bir film. Belki Sandler’in bu kez çocuklara daha çok yanaştığı da söylenebilir. Doğrusu gerçek Masallar’ın fragmanı Sandler’ı tümüyle masallar dünyasında göreceğimiz izlenimini veriyordu. Oysa söz konusu masal sahneleri o kadar da çok değil. Filmin hikayesini daha önce onlarca kez izledik. Hayatına giren bir ya da birden çok çocuğun hayata karşı gözlerini açması ile birlikte tüm hayatı değişen ve hem iş hem aşk hayatını düzene sokan bir “loser”ın hikayesi karşımızdaki. Masal sahneleri sadece bir hoşluk olarak kalıyor. Filmdeki en eğlenceli anların fena halde bilgisayar efekti kullanılarak yaratılmış olan minik deney faresi Bugsy’nin gözüktüğü sahneler olduğunu söylediğimizde filmin başarısı ya da başarısızlığı daha iyi anlaşılacaktır.
Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi (The Curious Case of Benjamin Button):
Son zamanların en çok öne çıkan filmlerinden biri daha sinemalarımıza geldi sonunda. David Fincher’in yeni bir film çekmesi sinemaseverleri heyecanlandıran bir durum zaten. Se7en ve Fight Club gibi en iyi 2 filminde beraber çalıştığı Brad Pitt ile tekrar çalışması da ayrı bir merak katıyordu. Filmin yaşlı olarak doğan, giderek gençleşen bir adamın hikayesi gibi çok ilginç bir konuyu anlatması bu merakı daha da arttırırken 13 Oscar adaylığı da işin tuzu biberi oldu.
Filmi izleyince gördük ki ortada gerçekten iyi bir film var. İlgi çekici bir hikaye, birinci sınıf bir yönetmenlik, her David Fincher filminde olduğu gibi şahane bir görsel yapı. Hepsi yerli yerinde. Brad Pitt hala onu yakışıklı çocuk olarak görenlere inat iyi bir oyuncu olduğunu kanıtlıyor, Cate Blanchett’in ise zaten artık bunu kanıtlamasına gerek bile yok. Bir kez daha hem oyunculuğu, hem güzelliği ile kendisine aşık ettiriyor. Ama filmde bir şeyler eksik ki her şeye rağmen hala Fincher’ın en iyi filmleri olarak Se7en ve Fight Club’ı görmeye devam ediyorum. Belki film fazla hesaplı, belki de hikayeden çok daha faklı boyutlar bekleniyordu ama sonuçta bir şeyler eksik.
Film yurtdışında gösterime girdikten sonra senaryo yazarı Eric Roth’un önceki senaryolarından Forrest Gump ile benzerlikler taşıdığı söylenmiş hatta Oscar’a aday olduğunda, Roth bu senaryo ile zaten daha önce Oscar almıştı denmişti. Bu eleştirilerin doğru olduğunu söylemek mümkün. Benjamin ve Forrest’ın annesi ve sevgilisi ile olan ilişkileri, dünyayı dolaşarak önemli tarihsel olaylara tanık olmaları gibi durumlar benzeşiyor gerçekten. Neyse ki bu filmde Benjamin tarihi kişiliklerle karşı karşıya gelmiyor. Yoksa iyiden iyiye benzeşirlerdi.
Senaryo açısından sorunlu, yönetmenlik açısından kusursuz bir sahneyi de anmadan geçmeyelim. Tesadüflerin ve ufak ayrıntıların insan hayatını ne kadar fazla değiştirebileceği ile ilgili bir sahne var filme. Sürprizi bozmamak için ne olduğunu açık etmeyelim, ne de olsa izlerken hangi sahne olduğu anlaşılacaktır. Tüm filmi Benjamin’in günlüğü ve sevgilisi Daisy’nin anıları üzerinden takip ettiğimiz düşünülürse, söz konusu sahnedeki ayrıntıların her ikisi tarafından da bilinmesinin mümkün olmadığı görülecektir. Ama tek başına bir sahne olarak bakıldığı zaman o kadar başarılı ki bu tutarsızlık göze çarpmıyor. Bu tip, bir karakterin anıları üzerinden takip ettiğimiz filmlerde sıklıkla karşılaştığımız bir durum bu aslında. Halbuki tam da bu filmde bu konuda çok güzel bir dokunuş vardı. Benjamin’in adını hatırlamadığı biri öldüğünde onun mezar taşı üzerinde de adını göremiyorduk.
Filmin en önemli başarılarından biri de makyaj ve görsel efekt başarısı. Özellikle görsel efektlerin genellikle bilim-kurgu ya da aksiyon filmlerinde yoğunlukla kullanıldığı düşünülür ama burada seyircinin gözüne sokmadan o kadar yoğun ve bir o kadar da başarılı bir görsel efekt kullanımı var ki Oscar’ı almazsa ayıp olur. Bu iki unsurun başarısı ile geçen yıllar içinde farklı hallerini gördüğümüz Brad Pitt ve Cate Blanchett’in gerçekte şu anda hangi yaşlarda olduklarından emin olmak bile mümkün değil.
Son olarak her ne kadar 166 dakika gibi uzunca bir süresi olsa da Benjamin’in son derece dramatik olabilecek, vücut olarak çocuk zihin olarak yaşlı olduğu yıllara daha fazla zaman ayrılmasının filmi bir üst seviyeye çıkartabileceğini düşündüğümü de eklemeliyim.
0 Yanıt to “Vizyon Takibi: Şüphe, Gerçek Masallar, Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi”