Derimden de İçeri (Kan Door Huid Heen / Can Go Through Skin):
Kendi evinde tecavüze uğramış bir kadının bunun üstesinden gelme sürecini anlatıyor film. Marieke, şehrin orta yerindeki evinde böyle bir şiddetle karşılaşınca kırsal bir bölgede her yerden uzak kendi başına kalmaya karar veriyor. Bu dönemde en ufak bir sesten ve hareketten korkması, kendisine tümüyle yardım etmek amacıyla yaklaşan erkeklere bile tepki duyması, romantik bir ilişkiye girmekten çekinmesi gayet güzel anlatılmış. Zaman zaman gerçek ve hayal dünyası da birbirine geçiyor. Ama bunun yer yer olayların üzerine bir sünger çekmek için faydalı olduğunu da görüyoruz. Yine de her şeyin normale döndüğü, yeni bir ilişkinin de başladığı bir noktada oluşan ufak bir tetiklemenin bile eski olayları tekrar su yüzüne çıkartabildiğini de görüyoruz.
Bu film ile çeşitli ödüller de kazanan başrol oyuncusu Rifka Lodeizen’in katkısının büyük olduğu bir film. Onun dışında hayal ve gerçek arasındaki geçişler ve zaman zaman seyircide de soru işaretleri bırakılması başarılı idi. Ayrıca kullanılan müzikler de akılda kalıcı idi. Ancak anlatılanların önemi dışında film olarak çok iz bırakıcı bulmadım.
Kış Sessizliği (Winterstilte / Winter Silence):
Bir dağ köyünde yaşayan 4 kızkardeş babalarını kaybederler ve bir kış boyunca anneleri ile birlikte yaşamlarını izleriz. Bu süre içinde hem bir yas periyodunu izliyoruz hem de son derece baskıcı gözüken bir ailede kızların yavaş yavaş kadınlıklarını keşfetmelerine tanıklık ediyoruz. Filmin asıl önemi anlatım tarzında. Son derece sessiz ve durgun bir film. Kızları çoğunlukla günlük işlerini yaparken görüyoruz ve çoğunlukla hiç bir diyalog duymuyoruz. Aynı zamanda bolca sembol içeren bir film. Boynuzlu figürler, baykuşlar, sadece seyircinin görebileceği mistik figürler vs. vs. Ayrıca görüntüler de soldurularak neredeyse siyah/beyazın farklı tonları haline getirilmiş. Herkesin seveceği bir film olmadığı açık, festivaller dışında çok gösterilme şansı da yok zaten. Ama şimdiden festivalin iz bırakan filmlerinden biri olacağı söylenebilir.
Ayrıca filmin yönetmeni ve senaryo yazarı Sonja Wyss da festivalin konukları arasındaydı. Filmin öncesinde filmi bir şiir ya da masal gibi düşünün ve her şeyi anlamaya çalışmayın gibi bir söylemi olsa da filmin sonrasında gerçekleşen söyleşide çoğunlukla filmdeki simgeler soruldu. Yönetmen de aslında herkesin kendi yorumunu getirmesinden yana olduğunu söylese de bu simgeleri koyarken kendisinin neleri hedeflediğini de anlattı. Ayrıca filmde kullanan sessizliğin kendi biçimsel tercihi olsa da bu tip köylerde gerçekte de çok konuşulmadığını, bunun biraz da tabiat koşullarının dayatması olduğunu ekledi. Mesela çığ düşmemesi için yüksek sesler çıkarmamak bir mecburiyet.
Bir ufak not da çevirmen için eklemem geek. Bu tip organizasyonlarda zaman zaman çat pat İngilizce bilenler çevirmenlik yapıyor. Neyse ki burada çevirmen gayet akıcıydı ama bir kaç önemli hata yaptı. Biri sanırım sinema dünyasına pek hakim olamamaktan. Bir seyirci tarafından bu filmle karşılaştırılan Haneke’nin Beyaz Bant filmini 1900’lerin başında çekilmiş yaptı. Halbuki tabii ki 1900’lerin başında geçiyor demesi gerekirdi. Bir diğer ciddi hata da yönetmenin sürekli kullandığı “mourning” kelimesini “morning” olarak anlayıp, “yas” yerine “sabah” diye çevirmesi oldu. Böyle olunca yönetmenin film bir yas dönemini anlatıyor gibi yorumları filmin bir sabahı anlattığı, filmin sonunda sabahın bittiği şeklinde çevrilmiş oldu.
0 Yanıt to “Uçan Süpürge 2010 İzlenimleri – 1. Gün: Derimden de İçeri, Kış Sessizliği”