Uçan Süpürge 2011 İzlenimleri – 4. Gün: Madalyonun Öteki Yüzü, Hayvan Yürek, Kızlar, Prensesim Karo

Madalyonun Öteki Yüzü (Inside America):

Madalyonun Öteki Yüzü bir Avusturya filmi. Ancak fena halde bir Amerikan bağımsız filmine benziyor. Zaten orijinal adında da belirtildiği gibi Amerika’nın içine bakış atan bir film. Çekildiği mekan da Texas zaten. Filmimiz Meksikalıların da nüfusun büyük bir kısmını oluşturduğu bir Amerikan kasabasında yaşayan gençlerin hikayelerini anlatıyor. Birbiri ile ilgisiz görünen altı gencin öyküsü zaman zaman kesişiyor. Bu yapısı ile uzaktan uzağa Robert Altman filmlerini hatırlattığı söylenebilir. Ancak o filmlerdeki atmosfer ve hikaye bütünlüğü bu filmde yok. Zaman zaman hikayeleri takip edip bağlantılarını kurmanın da zorlaştığı söylenebilir.

Aslında Madalyonun Öteki Yüzü bir yanıyla, Amerikan gençlik filmlerinin bir çeşitlemesi de sayılabilir. Ele aldığı altı genç arasında okulun güzel kızı, okulun haşarı oğlanı ya da içine kapanık genç gibi Amerikan gençlik filmlerinin kalıplaşmış tipleri de var. Ancak burada bu tipleri gerçek dışı bir dünya içinde değil tam da gerçekliğin ortasında, sert bir dünyada konumlandırıyor. Öyle ki işin içine uyuşturucu, alkol ve silah gibi unsurlar da dahil oluyor.

Filmin hareketli kamera ile çekilmiş olduğunu da belirtelim. Bu tip, kameranın fazlasıyla hareket ettiği filmlerden rahatsız olanlar için zor bir film olabilir ama genel olarak gerçekçi bir bakış açısını benimsediği için bu tip bir kamera kullanımı filmin lehine işliyor. Ayrıca filmin son jeneriğinde Michael Haneke’ye teşekkür edildiğini de belirtmiş olalım. Film bir Avusturya filmi olduğu için Haneke, filmin yapımında yardımda da bulunmuş olabilir ya da bu teşekkür sadece bir hayranlık belirtisi de olabilir. Her ne kadar bu filmin Haneke filmleri ile çok fazla ortak yönü bulunmasa da kimi çerçevelerde Haneke etkisi hissediliyordu.

Hayvan Yürek (Coeur Animal / Animal Heart):

Paul ve Rosine, İsviçre’nin taşrasında hayatlarını bir çiftlik işleterek geçiren orta yaşlı bir çifttir. Her ne kadar çiftliğin tüm işlerini beraberce yürütseler de Paul, Rosine’ye hayvanlarından biri gibi davranmaktadır. Hatta daha da ötesi, hayvanlarına son derece sevecen davranırken Rosine’nin duygularını hiç önemsemediği de söylenebilir. Filmde her ne kadar bunu bir kaç sahne ile görsek de bu davranışının en büyük göstergelerinden biri çiftin yaşadığı cinsellikte ortaya çıkıyor. Paul, canı ne zaman istese Rosine ile cinsel ilişkiye girebiliyor. O anda hayvanlara bakıyor ya da çiftliği sürüyor olmaları fark etmiyor. Adeta Paul ne zaman istese Rosine onun isteklerini karşılamak zorunda.

Ne zaman ki Paul karısının hamile olduğundan şüphelenmeye başlıyor, o zaman davranışları da değişiyor. Hatta karısının yorulmaması için İspanya’dan gelen bir işçiyi çiftlik işlerini yapması için tutuyor. Bu noktada hikayenin Postacı Kapıyı İki Kere Çalar benzeri bir aşk üçgenine döneceği hissediliyor. Ancak film çok da beklendiği yolda gitmeyerek farklı bir yola sapıyor. Yine de bu üç insan arasındaki ilişkilere odaklandığı için bu ve benzeri filmlerle kimi ortaklıkları kurulabilir.

Açıkçası toplamda beni çok etkileyen bir film olmadığını hatta zaman zaman sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Festivalin çok da iz bırakmadan geçen filmlerinden biri oldu.

Kızlar (Chicas / Girls):

Yasmina Reza, ülkemizde de sahneye konulan Sanat (Art) adlı tiyatro oyunu ile tanınan bir isim. Çoğunlukla bir tiyatro yazarı olarak tanınsa da romanları ve film senaryoları ile oyunculuk deneyimi de var. Kızlar, Reza’nın kendi oyunundan uyarladığı senaryoya dayanıyor ve onun ilk yönetmenlik denemesi olarak dikkat çekiyor.

Reza bu ilk filminde bir aileye odaklıyor kamerasını. Filmin kahramanları kızlarını tek başına büyütmüş bir anne, üç kızı ve annenin erkek arkadaşı. Yıllarca kızlarını büyütmek için çabalamış olan anne, hoşlandığı bir erkek ile artık özgürce yaşayabilmek çabasında. Kızlarından biri dünyaca ünlü bir oyuncu olmuş, diğer ikisi ise evlenip çoluk çocuğa kavuşmuşlar ve bir şekilde hayatlarını devam ettirme çabasındalar. Önemli bir ödül töreni öncesi anne ve iki kızı yıllar sonra bir araya geliyorlar, diğer kız ise onlara katılamıyor.

Bu tip buluşmaların anlatıldığı hemen her filmde ya da hikayede olduğu gibi yıllardır konuşulmayan hisler ve sırlar ortaya dökülüyor, ilişkiler yıkılıyor ve bazıları belki de eskisinden daha sağlam olarak yeniden kuruluyor. Aslında hikayenin çok beklenmedik bir tarafının olduğunu söylemek zor. Ancak Reza’nın güçlü kalemi sağlam ve doğal karakterler ortaya çıkarmış.

Elbette bu karakterlere can veren oyuncular da çok önemli. Anne rolünde Carmen Maura bir kez daha şahane bir performans sunuyor. Film yıldızı kız olarak, Emmanuelle Seigner kesinlikle o havayı taşıyan bir oyuncu zaten. Yeri gelince gerçek hayatında da oyunculuk yapmak zorunda kalan ya da bu şekilde hisseden bir karakteri çok başarılı canlandırıyor.

Temelde anne-kız arası ilişkileri irdeleyen ve kardeşlerin sevgi-nefret arasında gidip gelen duygularını inceleyen film çok büyük ve iddialı bir film değil belki ama mütavazi bir film olarak vaad ettiklerini yerine getiriyor ve hem eğlenceli hem duygusal bir film olabiliyor.

Son olarak bir haber olarak Reza’nın God of Carnage adlı oyununun sinema uyarlamasını 2012 yılında Roman Polanski yönetmenliğinde ve Kate Winslet, Christoph Waltz, Jodie Foster ve John C. Reilly’nin oyunculukları ile izleyeceğimizi belirtmiş olalım.

Prensesim Karo (My Queen Karo):

1970’li yıllar. Belçika’dan Hollanda’ya taşınan bir hippi grubu. Filmimiz grubun içindeki Karo adındaki bir çocuğu konu alıyor temel olarak. Karo’nun babası Raven bu grubun lideri konumunda, annesi de onlarla beraber seyahat etmekte. Hollanda’da boş bir apartman dairesini işgal eden grup, mülkiyeti reddederek duvarların olmadığı bir ortamda, her şeyi paylaşarak yaşamaya başlıyorlar. Tabii ki özgür aşk felsefesi de bu yaşantının önemli bir parçası. Ancak her ne kadar paylaşımcı bir felsefeye inansa bile bir kadının sevdiği adamı diğer kadınlarla özgürce paylaşması çok kolay bir durum değil hiç bir şekilde. Bu nedenle zamanla Karo’nun annesi ve babası arasında sorunlar yaşanmaya başlıyor. Bu arada Hollanda hükümeti de benzer davranışlar içinde bulunan hippi gruplarını işgal ettikleri yerlerden çıkartmak üzere eylemlere girişmiş durumdadır.

Prensesim Karo, bir dönemi bir çocuğun gözünden anlatmaya çalışan filmlerden. Bu tip filmler bazen klişelere saplanıp kalsa da bu kez gayet başarılı bir film var karşımızda. O günlere bir özlem duygusu ile bakarken belli bir yaşam tarzının hem olumlu, hem de olumsuz yanlarına bir bakış atıyor. Filmi izlerken o günleri bilen birilerinin işin içinde olduğunu hissediyorsunuz. Zaten yönetmen filmin otobiyografik özellikleri olduğunu da belirtmiş.

Kendi açımdan rahatça izlenen keyifli bir film olarak buldum. Seyirciyi zorlayacak bir anlatım şekli yok filmin. Ancak seyircilerin bir kısmının film sırasında salonu terk ettiğini de eklemek gerek. Çünkü filmde çıplaklık düzeyi epey yüksek. Ancak anlattığı dönem itibariyle bu şekilde olması filmi daha doğal kılmış. Zaten çıplaklığın yer aldığı sahnelerde gereksiz bir erotik hava oluşturulmaya da çalışılmamış. O dönemi yaşayanların hayatlarının gerçekliği içindeki çıplaklık kullanılmış çoğunlukla.

Lukas Moodysson’un yıllar önce izlediğimiz Tillsammans (Together) fimini de hatırlatan Prensesim Karo, özellikle döneme ilgi duyanların keyif alabileceği bir film.

0 Yanıt to “Uçan Süpürge 2011 İzlenimleri – 4. Gün: Madalyonun Öteki Yüzü, Hayvan Yürek, Kızlar, Prensesim Karo”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 300.972 hits
Mayıs 2011
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
3031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: