Ankara Film Festivali 2011 İzlenimleri – 3.Gün: Kanlı Altın, Baltık Günlükleri, Paris Komünü

Kanlı Altın (Talaye Sorkh / Crimson Gold):

2010 yılının sonundan beri hapiste olan ve film yapmak ve senaryo yazmak gibi hakları da 20 yıl boyunca kısıtlanmış olan İran’lı yönetmen Jafar Panahi’nin 2003 tarihli bu filmi bir kuyumcu soygunu sahnesi ile açılıyor  ve kesintisiz çekimle verilen bu soygun olayının ne şekilde sonlandığını gördükten sonra geri dönüp ana karakterimizi bu noktaya getiren olayları izlemeye başlıyoruz. İran sinemasından gelen bir soygun filmi pek alışageldiğimiz bir durum değil (ben başka bir örnek anımsamıyorum). Ancak film ilerledikçe görüyoruz ki senaryosu da belki de İran’ın en önemli yönetmeni Abbas Kiorastami’ye ait olan bu filmin esas derdi soygun hikayesinden çok İran’daki sınıfsal yapı ve gelir dağılımındaki adaletsizlik.

Filmimizin ana karakteri Hüseyin, bir pizza dağıtıcısı olması itibariyle farklı sınıflardan ve farklı gelir düzeylerinden insanların evine girip çıkabiliyor. Kendisi bir kuyumcudan içeri bile alınmazken yanıbaşındaki insanların nasıl yaşadığını görmek belli ki onda ciddi bir sıkıntı yaratıyor ve biz de Hüseyin’in farklı kişilerle yaşadığı ufak hikayelerden İran’daki duruma dair bir fikir sahibi oluyoruz, ki aslında bazı ufak tefek kültür farkları dışında ülkemizin de çok farklı durumda olduğu söylenemez.

Kanlı Altın, anlattığı konu düşünüldüğünde önemli bir film, gayet de sağlam bir akışı var. Ancak kendi adıma zaman zaman sıkıldığımı da itiraf etmeliyim. Özellikle Hüseyin’i yollarda motorunu kullanırken gösteren uzun ve sessiz planlar fazlasıyla uzun geldi bana. Ancak Panahi’nin bugün hapiste olmasına neden olan fikirlerini görmek için izlenmesi gereken bir film. Bu arada her ne kadar 2003 yılında İran’da gösterime sokulamamış olsa da o yıl Oscar’da İran’ı temsil edecek film olarak seçildiğini de ilginç bir not olarak ekleyelim. Bugün mümkün olmayacak bir durum olarak gözüküyor.

Baltık Günlükleri (Poll / The Poll Diaries):

Baltık Günlükleri, bizi Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki günlere götürüyor. Tarihsel olayların arka planını bir çocuğun gözünden anlatmak sinemada sıklıkla karşımıza çıkan bir uygulama. Gerçekten yaşamış bir karakter olan Oda von Siering’in (sonradan Oda Schaefer adıyla tanınan bir yazar olacaktır) anılarına dayanarak senaryosu oluşturulmuş olan bu filmde de söz konusu dönemde Baltık Denizi’nin kıyısında büyük bir evde yaşananlar 14 yaşındaki Oda’nın gözünden anlatılıyor. Oda’nın egzantrik bir bilim adamı olan babası ile ilişkileri filmin önemli bir parçasını oluştururken o dönem pek çok milletten kişinin yollarının kesiştiği bu mekan vasıtasıyla dönemi de yansıtma iddiasında. Özellikle filmin ikinci yarısında Estonyalı yaralı bir eylemciye Oda’nın gizlice yardım etmesi ile hikaye farklı noktalara ilerliyor.

Baltık Günlükleri teknik açıdan son derece başarılı bir film. Başta çok etkileyici bir mekan olan evin tasarımı olmak üzere belli ki filmin sanat yönetimi üzerine epeyce düşünülmüş. Bu mekanların ve ayrıntıların filmde verilişi de son derece başarılı. Bu açılardan karşımızda gayet iyi bir film olduğu söylenebilir ama hikayenin kendisinin bende çok fazla heyecan yaratmadığını ve farklı dönemlerde geçen benzer filmleri hatırlattığını söyleyebilirim. Festival dışında izlense, vizyondaki iyi filmlerden biri olabilirdi fakat pek çok başarılı filmin olduğu festival içinde geride kalan filmlerden biri oldu benim için.

Paris Komünü (La Commune (Paris, 1871)):

İşte festivalin en zorlu filmi. Ama konusu ya da anlatım tarzı ile değil süresi ile. Tam 345 dakikalık bir filmden sözediyoruz. Ama baştan söyleyelim film bu uzunluğunu hisettirmiyor ve sonuna kadar rahatlıkla izlenebiliyor (yine de festivalde 3 seans halinde gösterildiğini ve seyircilerin giderek azaldığını da belirtmiş olalım).

Bu uzun film, adından da anlaşılabileceği gibi 1871 yılında kurulan ve yalnızca 72 gün süren Paris Komünü’nü konu ediyor. Belki de işçi sınıfının gerçek anlamda iktidarı ele geçirdiği tek örnek olan bu dönem, içinden pek çok hikaye çıkabilecek olmasına rağmen, nedense sinemada çok ele alınmış bir dönem değil. Yönetmen Peter Watkins, bu dönemi anlatırken farklı bir sinema dili kullanıyor. Aynı dönem anlatılırken büyük bütçeli epik bir film yapma amacı ile yola çıkılabilir ve tanınmış oyuncular da kullanılabilirdi. Ancak bu durum anlatılan dönemin ruhuna ters düşerdi doğrusu.

Peter Watkins ise amatör oyuncular ile bir tiyatro dekoruna benzer dekorlarda çekilen siyah-beyaz bir film ortaya koymuş ama karşımızdaki yapım benim diyen epik filmlerden daha etkileyici doğrusu. Ancak filmin yenilikçi tarafları bu kadarla da kalmıyor. Watkins dönemi bire bir anlatmak gibi bir yol izlemiyor, işin içine o dönem televizyon olsa ne olurdu gibi bir fikir de katıyor. Böylece karşımıza olayları resmi bakış açısıyla anlatan bir devlet televizyonu ve işçilerin kurduğu komün televizyonu çıkıyor. Bu sayede günümüz medyasına da bolca gönderme yapılıyor. Ama filmin günümüz ile ilişkisi bu kadarla da kalmıyor. Sonlara doğru komün içindeki grupların bir masa etrafında farklı konular üzerine tartışmalarını izlediğimizi sanırken yavaşça farkediyoruz aslında tartışanlar filmdeki kimliklerini bir kenara bırakan oyuncular ve tartıştıkları konular da tam da günümüzün meseleleri.

Son olarak bu uzun filmin son derece tempolu olduğunu, her ne kadar günümüze pek çok gönderme içerse de 1871’de yaşananları da kapsamlı olarak anlatmayı başardığını da söylemeli. Süresi göz korkutan bir film olabilir belki ama her sinemasever tarafından yaşanması gereken bir deneyim. Hele bir de döneme özel bir ilginiz varsa ya da bu dönemde yaşananları merak ediyorsanız mutlaka bir şekilde izleyin diyebileceğim bir film.

0 Yanıt to “Ankara Film Festivali 2011 İzlenimleri – 3.Gün: Kanlı Altın, Baltık Günlükleri, Paris Komünü”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 301.032 hits
Nisan 2011
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: