William S. Burroughs: İçerdeki Adam (William S. Burroughs: A Man Within):
William S. Burroughs hakkındaki bu geniş kapsamlı belgesel kronolojik olarak bir hayat hikayesi anlatmaktan ziyade, Burroughs’un hayatındaki belli kavramlar üzerinden giderek onun hayatına bir bakış atıyor. Bunu da özellikle kendisini iyi tanıyan arkadaşları ile konuşarak yapıyor. Özellikle Burroughs’un otorite ile uyumsuzluğuna dikkat çeken film onun sadece muhafazakar toplum içinde aykırı bir yerde durmadığını, eşcinsel toplum içinde de uyuşturucu kullananlar içinde de sıradışı bir noktada durduğunu vurguluyor. Dönemin pek çok önemli isminin ona hayranlığını da görüyoruz filmde. Ancak filmde edebiyat dünyasına yaptığı katkıların çok fazla altının çizilmediğini düşünüyorum. Genellikle kişiliğinin aykırı yönleri üzerinde yoğunlaşılmış ama yazdığı kitapların önemi ve ona duyulan hayranlığın nedeni çok iyi anlaşılamıyor. Yine de üstadın ölümünden sonra onun hakkında yapılan ilk film olması ile önemli ve izlenmesi gereken bir yapım.
Boyita’nın Son Yazı (El último Verano de La Boyita / The Last Summer of La Boyita):
Henüz ergenlik dönemine yeni girmiş ya da girmek üzere olan iki çocuğun bir yaz boyunca yaşadıklarını anlatan bu film özetini okuduğunuzda beklediğinizden çok farklı noktalara gidiyor. Filmin başında artık bir genç kız olan ablası ile oynamaya çalışan Jorgelina ile tanışıyoruz. Babası doktor olan Jorgelina, ablasının yaşadığı değişimlere tanık oldukça kadın ve erkek anatomisi üzerine merak duymaya başlıyor ve doktor olan babasının kitaplarını inceliyor. Bu arada babasının bir süre önce aldığı çiftlikte de artık erkek olduğunu kanıtlamaya çalışan Mario ile tanışıyor. Filmin başında ana karakterimiz bu akıllı ve sevimli Jorgelina olacakmış ve filmde bu iki çocuğun bir yaz boyu yakınlaşmasını izleyecekmişiz gibi gözüküyor. Giderek ortaya çıkıyor ki her ne kadar olayları Jorgelina’nın gözünden görsek de filmin ele almak istediği konunun esas kahramanı Mario. Onun herkesten gizlediği bir sırrı var (her ne kadar seyirci tarafından çok çabuk anlaşılabilecek bir sır olsa da filmi izlemek isteyenleri düşünerek burada açık etmeyelim).
Boyita’nın Son Yazı, iyi yazılmış, iyi çekilmiş, sade ve iddiasız bir film. Eski festivallerde benzer bir konuyu ele alan çok daha iyi bir film izlemiştik açıkçası. Yine de iyi bir film ve özellikle başroldeki iki çocuğun gayet doğal oyunculuğu ile ön plana çıkıyor.
Bir Avuç Cesur İnsan:
Karadeniz Bölgesi’nde yapılmaya çalışılan yüzlerce hidroelektrik santrale (HES) karşı halkın tepkisini anlatan bu film, çeşitli açılardan başarılı bir belgeseldi. Yöre halkının Karadeniz’in nehirlerini yok etmeye doğru ilerleyen bu projeye karşı tepkisinn nedenlerini başarılı bir şekilde irdeliyor ve onların nehirlere olan bağını başarılı bir şekilde veren film bölge halkını da en doğal halleriyle görüntülüyordu. Bunun yanında kimi yerlerde bu tepkinin çok geniş bir katılım bulmadığının gösterilmesi de başarılıydı. HES’lere karşı yapılacak yürüyüşe ayağım ağırıyor bahanesiyle gelmeyenler, dolduruşa gelmeyin diyerek kahvede büyük bir rahatlıkla okey oynamaya devam edenler çarpıcı görüntülerdi. Ayrıca yönetmen Rüya Arzu Köksal’ın bundan önceki belgesellerinden Son Kumsal’da gördüğüm bir eksiklik bu filmde yoktu. Orada işin karşı tarafından gelen görüşlere yer verilmemişti. Burada ise HES projeleri içinde yer alan şirketlerden temsilciler ile projeyi destekleyen bakanlık yetkililerinin de görüşlerini izliyorduk. Zaten salondaki tepkiden anlaşılan projenin tarafında olan yetkilerin söyledikleri genel olarak makul gerekçeler olarak görülmüyordu.
Bir Avuç Cesur İnsan hem iyi bir belgesel oluşuyla hem de ele aldığı konunun önemi ile izlenmeye değer bir belgesel. Özellikle halk hareketlerinin bir sonuç sağlamadığı öne sürülen günümüzde gerçekten de üzerine gittiği konuları bir sonuca bağlayabilen bir halk hareketini görmek için önemli.
Hala Buradayım (I’m Still Here):
Geçtiğimiz yıl bir dönem Joaquin Phoenix’in oyunculuğu bıraktığına dair haberler çıkmaya başlamıştı. Phoenix bundan sonra karyerine hip-hop yaparak devam edecekti. İlk başta bu haberler çok fazla bir etki yaratmasa da o dönem çevirdiği filmlerden birinin promosyon çalışmaları için çıktığı David Letterman’ın talk-show’una hırpani bir vaziyette ve adeta uyuşturucu etkisinde katılması magazin basınında büyük bir etki yaratmıştı. Sonrasında pek çok yerde konu hakkında yorum yapılmaya başlandı, pek çok komedyen de onun hırpani halini taklit etmeye başladılar. Hemen hemen aynı zamanlarda Phoenix’in bu halinin bir kandırmaca olduğu, tüm bunların aslında Casey Affleck’in çekmekte olduığu bir filmin parçası olduğu haberleri çıkmaya başladı. Affleck ve Phoenix tarafından gelen açıklama ise Phoenix’in oyunculuğu bırakıp hip-hop’a geçmesi ile ilgili bir belgesel çekildiğinin doğru olduğu ama bunun bir kurmaca olmadığı yönünde idi. İşte Hala Buradayım bu sözü edilen film.
Phoenix’in çocukluk videoları ile açılan film, onun geçtiği çok zor bir dönemi anlattırken onun kendi ile yüzleşmesini anlatarak çocukluğunun geçtiği yere dönmesi ile kapanıyor. Filmin büyük kısmında gördüğümüz Phoenix ise Hollywood yıldızları atfedilen tüm kötülükleri bünyesinde toplamış bir kişilik adeta. Sürekli çevresine küfür ediyor, her zaman kafası dumanlı, uyuşturucu ve içkiyi bolca tüketiyor, gittiği yeni şehirlerde ilk yaptığı işlerden biri otel odasına fahişeleri çağırmak, vs. vs. Filmi izlerken Phoenix’i bu kadar kötü gösteren bir filmin gerçek olamayacağı yönündeki kanılarınız güçleniyor. Filmin sonundaki oyuncu listesinde büyük bir çoğunluğun isminin yanında “himself” ya da “herself” yazarken Joaquin’in babasını oynayan kişi olarak Tim Affleck ismini görmemiz (ki kendisi Affleck kardeşlerin babası oluyor esasen) olayın kurmaca olduğunu gösteren önemli bir nokta. Sonradan İnternet’te ufak bir araştırma gerçekten de her şeyin kurmaca olduğunu gösteriyor, başta gösterilen çocukluk videoları bile aslında günümüzde çekilmiş ve eski gibi gösterilmek için yıpratılmış görüntülermiş. Bu anlamda her ne kadar olayları gerçek hayatına yansıtmış olsa da filmdeki Joaquin Phoenix karakterine kurmaca bir karakter olarak bakmamız gerek. Joaquin Phoenix, Joaquin Phoenix karakterini başarılı bir şekilde canlandırmış doğrusu.
Filmin yakın zamanda başka festivallerde izlediğimiz Sofia Coppola’nın Somewhere filmi ile yakın bir akrabalığı var aslında. Her ikisi de hayatının boş olduğunu farkeden bir Hollywood yıldızının kendisi ile yüzleşmesini bambaşka yollarla anlatıyor ama sonuçta benzer noktalara ulaşıyor.
Noelden Sonraki Salı (Marti, Dupa Craciun / Tuesday, After Christmas):
Bir sevişme sonrası yatakta samimi bir diyalog içinde gördüğümüz bir çiftin görüntüsü ile başlayan filmde giderek bu çiftin evli olmadığını öğreniyoruz ve adamın karısı ve kızıyla tanışıyoruz. Her ne kadar evliliklerinde gözle görülür çok ciddi bir sorun olmasa da bir süre önce adam kızının dişçisi ile bir ilişki yaşamaya başlamış ve her ikisi de belli ki birbirlerine sırılsıklam aşıklar. Evlilik ve aşk temaları üzerinde dolaşan bu başarılı film son dönem atakta olan Romen sinemasından geliyor. Aslında filmde çok olağanüstü bir şey olmuyor. Klasik bir aşk üçgeni sonrasında bir evlilğin bitişi anlatılmış. Ancak bu o kadar doğal bir şekilde verilmiş ki takdir etmek lazım. Hiç bir abartma, seyircinin duygularını coşturma amacı yok. Her şey neyse o. Çoğunlukla sabit bir şekilde duran kameranın karşısındaki oyuncular da son derece başarılı. Özellikle kocasının ilişkisini bilmeyen kadının dişçiye gelerek kocasının sevgilisinden kızının sağlığı hakkında bilgi aldığı ve üçlünün ilk kez karşılaştığı sahne ya da artık ilişkisini itiraf etmek ihtiyacı duyan adamın normal bir konuşma sırasında birdenbire durumu itiraf etmesi sonucu gelişenlerin anlatıldığı sahneler çok başarılı.
Benzer konuları anlatan diğer filmlerden farklı yapısı ile bir kısım izleyiciye ne oldu yani şimdi dedirtse de soğukkanlı ve gerçek yapısı ve başarılı oyunculukları ile izlemeye değer bir film.
Bir Avuç Cesur İnsan Belgeseli için: http://www.facebook.com/BirAvucCesurInsan