Gezici Festival 2010 İzlenimleri – 3. Gün: İllegal, Kayıp, Gişe Memuru

İllegal:

Festivalin yarışma filmlerinden olan İllegal aynı zamanda Belçika’nın Oscar’a gönderdiği film. Film Belçika’da oğlu ile beraber kaçak olarak yaşayan Beyazrus Tanya’nın yakalanması ile açılıyor ve film boyunca Tanya’nın yasal olmayan göçmenlerin tutulduğu gözaltı merkezinde geçirdiği yaşama tanıklık ediyoruz. Bu sırada bir kaç kez sınırdışı edilmeye de çalışılıyor. Bu iç burkan hikaye son derece güçlü bir şekilde anlatılmış. Yönetmen Olivier Masset-Depasse filmin gerçekçi olması için titiz bir çalışma yaptığını vurguluyor. Bu nedenle her ne kadar film gerçek hayattan alınmış bir hikaye değilse de yaşananlar ayrı ayrı da olsa insanların başından geçmiş hikayeler. Bu güçlü hikaye gerçekçi bir sinema diliyle desteklenince ortaya iyi bir film çıkmış. Bir tek sonunda gerçekçilikten biraz koptuğu söylenebilir. Duygu sömürüsüne kayması çok kolayken bu yola başvurmaması da takdir edilmesi gereken bir durum. Ayrıca Tanya’yı canlandıran Anne Coesens’in oyunculuğu da filme değer katıyor.

Bu arada Belçika’nın hatta genel olarak Avrupa’nın göçmen politikasına ciddi eleştirileri olan ve resmi yetkililerce uygulanan şiddeti de gösteren bu filmin ülkemizi yanlış tanıtıyor falan denmeden Belçika’nın resmi Oscar adayı olarak seçilmesi de takdir edilmesi gereken bir konu.

Kayıp (Missing):

Bu yılki festivalin teması olan “Darbe”nin etkilerini en iyi yansıtan filmlerden biri artık bir klasik olarak kabul edilen, Costa-Gavras’ın Kayıp filmi. Daha önce seyretmiş olsak da bir sinema salonunda izlemenin etkisini arttırdığı filmden biriydi Kayıp. Film, 1973 yılında Şili’deki darbenin sonrasında ortadan kaybolan Amerikalı bir gazeteciyi ve onu arama çabasındaki karısı ve babasının gerçek öyküsünü getiriyor karşımıza. Ön planda bir kayıp arama öyküsünü adeta bir polisiye havasında anlatsa da filmin esas derdi darbenin yarattığı tekinsiz ortamı yansıtmak ve elbette hem bu darbenin hem de dünyanın pek çok yerindeki başka darbelerin arkasındaki Amerikan parmağına işaret etmek (12 Eylül darbesinden 2 yıl sonra gösterime giren bu filmden kendimize de çıkartacağımız paylar olmalı herhalde). Bunu yaparken hikayeyi Jack Lemmon’un müthiş bir başarı ile canlandırdığı baba karakterinin üzerinden anlatması da önemli. Çünkü baba karakteri tipik bir sıradan muhafazakar Amerikalı olarak çizilmiş. Oğlunun yaptıklarına bir gençlik heyecanı olarak bakıp onun ideallerini anlamaz, Amerikalı yetkililere güvenen bir portre ile başlayıp giderek değişen ve gerçekleri anlayan bu karakterin değişimi çok başarılı bir şekilde verilmiş.

Bu arada ilginç olan Costa-Gavras gibi bir yönetmenin, zamanında Amerika’da Jack Lemmon gibi bir isim ile bir film çekebiliyor olması. Üstelik filmin konusu Amerika’nın yürüttüğü gizli kapaklı darbe yanlısı hareketler olabiliyor. Universal gibi bir stüdyonun başı baskılara direnip filmden ödün vermiyor. Daha da ötesi Oscar’larda en iyi film dalında aday olup, senaryo dalında kazanabiliyor (Cannes Film Festivali’nde Yol ile Altın Palmiye’yi paylaştığını da biliyoruz ama o daha anlaşılabilir bir ödül). Bugün aynı şey olur mu, merak konusu.

Gişe Memuru:

Tolga Karaçelik bu ilk filminde bizi kendi dünyasında yaşayan gişe memuru Kenan’ın hayatına götürüyor. Zaten işi gereği küçücük bir kulübede sıkışıp kalmış olan Kenan özel yaşamında da bir sıkışıklık durumu yaşamakta, hiç anlaşamadığı hasta babası ile aynı evi paylaşmaktadır. Tek arkadaşı mahalledeki berberdir, babasına bakıcılık yapan Nurgül ile de aralarında bir çekim vardır sanki ama bir türlü birbirlerine açılamamaktadırlar. Kenan için bu hayattan tek kaçış çocukluğundan kalma bir alışkanlıkla kendi hayal dünyasıdır. Gişe memurluğu işinde çok başarılıdır ama bir gün tam da denetleme sırasında kendisini hayal dünyasına fazlaca kaptırıp müşteri ile sorun yaşayınca günde 3-4 arabanın anca geçtiği Afar istasyonuna tayini çıkar (film sonundaki söyleşide Kenan’ı canlandıran Serkan Ercan’ın söylediği gibi Afar=Araf). Film Kenan’ın başına gelen olayları zaman zaman ne kadar trajik olsa da komediden de vazgeçmeyerek anlatıyor. Tek bir karakter üzerine kurulmuş bu filmde Kenan’ın psikolojisine son derece iyi hakim oluyoruz. Bunda senaryonun başarısı kadar Ercan’ın oyunculuğunun da payı var (ki zaten o da Antalya’da en iyi erkek oyuncu ödülünü paylaşan isimlerden biriydi). Eksikleri olsa da bir ilk film olarak son derece başarılı.

Filmin sonunda Serkan Ercan ile yapılan söyleşi filmin süresinde bir sıkıntı yaşanması sonucunda salondaki seyircilerin büyük kısmı gittikten sonra gerçekleşti. Ama olsun, daha samimi bir söyleşi oldu böylece. Ercan filmin ele aldığı temalar ve özellikle karakterin babası ile ilişkileri üzerine bir şeyler söylerken gişe memurluğunun gerçekten de ne kadar tüketici bir iş olduğundan bahsetti. Eşi gerçekten bu işi yapan bir seyircinin “eşimi oynamışsınız” demesi de hoş bir andı.

0 Yanıt to “Gezici Festival 2010 İzlenimleri – 3. Gün: İllegal, Kayıp, Gişe Memuru”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 301.152 hits
Aralık 2010
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: