Festival biteli bir hafta oldu belki ama bu yazıyla sonunda festival izlenimlerimi tamalıyorum. Darısı diğer festivallere.
Karanlık Arzular (Entre Tinieblas / Dark Habits):
Kariyerinin başından beri kadın karakterlere ayrı bir önem veren Pedro Almodóvar, kadın filmleri festivalinin programına gönül rahatlığıyla dahil edilebilecek bir isim. Üstelik ilk dönem filmlerini izlemek de ayrı bir keyif. Karanlık Arzular da Almodóvar’ın yine çoğunlukla kadın karakterler arasında geçen, henüz asıl ününü kazanmadan 1983 yılında çekitiği bir filmi.
Filmin temel hikayesi bir pavyon şarkıcısının mafyadan kaçmak için manastıra sığınması üzerine kurulu (10 yıl kadar sonra Amerika’da çekilen ve tümüyle komediye odaklanan Sister Act’ın ilham kaynağı herhalde bu filmmiş). Mafyadan kaçan bu şarkıcının hikayesinin yanında bir yandan manastır da kapanma tehlikesi altında. Filmin asıl eğlenceli kısmı son derece enteresan rahibe karakterleri. Zaten en başta iki rahibenin kulise gidip hayranı oldukları şarkıcıdan imza istemelerinden bu hissediliyor. Bir rahibenin bir pavyon şarkıcısından imza istemesinin tuhaflığı bir yana, zaten o ana kadar şarkıcıdan imza isteyen herhangi bir kişi olmamış. Sonradan rahibeleri tanımaya başladığımızda aralarında uyuşturucu kullanan olduğunu da görüyoruz, takma adla erotik romanlar yazanı da. Üstelik bir de manastırda bir adet kaplan var.
Belki Almodóvar’ın son dönem filmleri kadar profosyonelce çekilmiş bir film değil Karanlık Arzular, hatta ilk dönem filmleri arasında da çok adı geçen bir film değil ama yönetmeni sevenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film.
Nar Ağaçları (Al-mor wa al Rumman / Pomegranates and Myrrh):
Nar Ağaçları Filistin’den gelen bir film. Hikaye Kamar ve Zaid’in evlenmeleri ile başlıyor. Gayet mutlu olarak başlayan bu evlilik yıllardır Zaid’in ailesinin sahip olduğu zeytin bahçelerine İsrail ordusunun anlamsız bir sebeple el koyması ile bambaşka bir yöne gidiyor. Çünkü bu olay sırasında Zaid de askerlere direniş göstermekten tutuklanıyor ve Kamar tek başına kalıyor. Bunun arkasından Kamar hem kocasını hem de zeytinlikleri kurtarmak için bir hukuk mücadelesine girişiyor.
Film bu yönüyle yakın zamanda gösterime giren Limon Ağacı filmine benziyor. İki filmin adlarının benzer olması ilginç bir tesadüf. Ayrıca her iki filmde de böyle bir ortamda yalnız bir kadın olmanın zorluklarına da değiniliyor. Burada Kamar ile ilgili en başta öğrendiğimiz şeylerden biri bölgedeki pek çok kadının tersine kocasından bağımsız bir hayatının ve arkadaşlarının olması. O bir dansçı aynı zamanda. Aslında henüz zeytinliklerle ilgili sorun ortaya çıkmadan bu durumun aile içinde yarattığı sorunlar da hafiften hissedilmeye başlıyordu. Belki de sadece bu durumdan bile bir film çıkabilirdi. Üstelik bir de kocası hapiste olan bir kadın olarak üstüne üstüne gelen sorunlardan kurtulup bir süre soluklanmak için olsa bile başka şeylerle ilgilenmesi hiç tasvip edilmiyor.
Nar Ağaçları hem politik durumu hem de böyle bir ortamda bağımsız bir kadın olma meselesini başarılı bir şekilde ele alan ortalmanın üzerinde bir film. İzlenmeli.
Morvern Callar:
Filmin açılışında Morvern Callar’ın erkek arkadaşının beraber yaşadıkları evde intihar ettiğini görüyoruz. Geride bıraktığı tek şey bilgisayarda bırakılmış bir intihar notu ve bir roman. Morvern bir kaç gün ne yapacağını bilemez. Sevgilisinin cesedi bile olduğu yerde kalır. O ise en yakın arkadaşıyla gece klüplerine gider. Sonunda bir anda bilgisayardaki romanın yazar kısımdaki adı değiştirerek onu bir yayıncıya gönderir ve sevgilisinin cesedini parçalara ayrırarak ıssız bir yere gömer. Sonra da arkadaşı ile birlikte bir İspanya tatiline çıkar.
Doğrusu Morvern Callar ilginç ve güzel bir film. Aslında ana karakterinin yaptıklarına tam anlamıyla bir neden bulamıyorsunuz. O içinden geleni yapıyor çünkü. Romandaki adı değiştirmesi bile bilinçli bir şey değil. Sonucu onun açısından olumlu oluyor ama bunu planlamış değil. Tüm film belli bir kafası dumanlılık halinde gidiyor. Özellikle gece klübü sahneleri ve tüm bir İspanya seyahati böyle. Adeta Movern’in düşünerek değil içgüdüleri ile yaşadığına tanıklık ediyoruz. Filmin bolca yavaş çekim ve dış müzik kullanan çekim tarzı da bunu destekliyor. Ayrıca başrolde Samantha Morton da sevilmesi pek güç bir karakteri erişilebilir kıldığı mükemmel bir oyunculuk sergiliyor. Zaten epeyce ödül almış bu filmle. Festivalin izlenmesi gereken filmlerindendi.
Kusursuz Aşk (Parfait Amour! / Perfect Love):
Catherine Breillat’ı kadın-erkek ilişkilerine çarpıcı bakışlar attığı filmlerden tanıyoruz. Cinsellik her zaman bu ilişkinin önemli bir parçası olarak filmlerinde yer alıyor. Bazen cinsellik dozunu öyle bir arttırıyor ki bunu filmin ilgi çekmesi için yaptığı hissi de veriyor doğrusu. Ama filmlerinin altı mutlaka dolu oluyor. Yani altı boş filmler yapan ama cinsellikle ilgi çekmeye çalışan bir yönetmen değil. 1996 yapımı Kusursuz Aşk’da ise sansasyonel sahnelere başvurmadan da çok iyi bir film yapabileceğini gösteriyor. Aslında filmdeki çiftimiz ilişkilerinin büyük kısmını yatakta geçiyorlar. Ama bu sahneler Breillat’ın kimi filmlerinde olduğu gibi her şeyi gösteren sahneler olmayınca filmin diğer dertleri daha iyi ortaya çıkıyor.
Filmin başında Christophe’un kız arkadaşı Frédérique’i bıçaklayarak öldürmüş olduğunu öğreniyoruz. Tüm film de bu eylemin nedenine bizi geri götüren büyük bir flashback aslında. Christophe ve Frédérique arasındaki ilişki çoğunlukla cinsellik üzerine kurulu gibi gözüküyor. Ya da Breillat bunun ilişkinin en önemli noktası olduğunu düşünerek bu kısma odaklanıyor. Çünkü aralarında büyük bir ten uyumu olduğunu düşündüğümüz çift için durumun öyle olmadığını film ilerledikçe anlıyoruz. Ama en rahat konuşabildikleri anlar da cinsellik sonrası anlar. Çift arasındaki önemli sorunlardan biri yaş farkı olarak göze çarpıyor. Hikaye yaşlı kadın-genç erkek ilişkisi olarak sunulsa da aslında kadın 30’larının ortalarında iken erkek 20’lerinin başlarında. Yani çok büyük bir yaş farkı yok aslında, hatta tersi bir durum muhtemelen hiç sorun yaratmayacaktı. Ama asıl sorun kadının başından iki evlilik geçmiş olması ve iki çocuğunun olması belki de. Oğlan son derece toyken kadının daha görmüş geçirmiş ve sağlam bir karakteri var çünkü.
Kusursuz Aşk, kadın-erkek ilişkisine en gerçekçi bakış atan filmlerden biri olarak ortaya çıkarken Breillat bir ilişkiyi ince ince didikleyip masaya yatırabilecek bir isim olduğunu gösteriyor. Keşke sansasyon merakından biraz vazgeçse de ondan bu kalitede filmler izlesek.
0 Yanıt to “Uçan Süpürge 2010 İzlenimleri – 7. Gün: Karanlık Arzular, Nar Ağaçları, Morvern Callar, Kusursuz Aşk”