Mucize (Lourdes):
Hayatlarında bir mucize arayan insanlar, özellikle arzulanan bu mucize sağlık ile ilgili ise, son çare olarak ilahi bir güçten yardım diliyorlar. Çok doğal olan bu istek kimi zaman farklı insanlar tarafından bir kazanç kapısı olarak görülebiliyor. Bu konuda onlarca bireysel dolandırıcılık hikayesi görebiliriz. Mucize filmi ise bu olayın bazen çok daha resmi ve kurumsal olabileceğini gösteriyor bize. Lourdes kasabası, Katoliklerin hastalıkları iyileştirdiğine inandıkları bir bölge ve buraya her yıl binlerce hatta milyonlarca insan geliyor (İnternet’te kısa bir araştırma 15.000 kişilik nüfusu olan bu kasabada 270 otel olduğunu ve 5 milyon turisti ağırlayabildiğini gösteriyor). Belli ki bu mucize arayışı ticari bir metaya dönüştürülmüş.
Filmin bir kısmında buraya düzenlenen turların işleyişini neredeyse bir belgesel kıvamında izliyoruz. Görüyoruz ki ortada yasadışı hiç bir şey olamadan çaresiz insanlar üzerinden para kazanmak çok kolay. Ama film sadece bunu göstermekle kalmıyor. Sylvie Testud’un çok başarılı bir şekilde canlandırdığı Christine adında bir ana karakteri de var. Film ilerledikçe Christine’de beklenen mucize yavaş yavaş kendisini göstermeye başlıyor. Bu sefer de diğer insanların bu olaya yaklaşımının son derece çarpıcı olduğunu görüyoruz. Genellikle onun için sevinmek yerine “neden o da ben değilim ki” ya da “o yeterince inaçlı mıydı acaba” gibi düşünceler ön plana çıkmaya başlıyor.
Mucize kimi zaman durağam temposu ile izlenmesi zorlaşsa da başarılı atmosferi ve ele aldığı konu itibari ile izlenmeye değecek orta karar bir film.
Düşümde Bile Günahkarsın:
Asılında bir film değil Düşümde Bile Günahkarsın. Festival kapsamında Altyazı dergisinin kadın yazarlarından Ayça Çiftçi, Gözde Onaran, Senem Aytaç ve Zeynep Dadak’ın konuşmacı olarak katıldıkları panelin adı. Festival izlenimlerini yazarken bu panelden bahsetmezsem eksik kalır diye düşündüm. Bu panelde İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ortaya çıkan film-noir türü filmler üzerinden femme-fatale kavramı üzerine çözümlemeler yapıldı. Panel sırasında Double Indemnity, Out of the Past, The Postman Always Rings Twice, The Lady from Shanghai başta olmak üzere, türün önemli filmlerinden örnek sahneler gösterilerek femme-fatale’in çekici ama bir o kadar da korkutucu imgesi irdelendi. Gerçekten izlenmeye değer bir etkinlikti.
Not: Bir sonraki seanstaki filme yetişmem gerektiği için panelden bir miktar erken ayrılmam gerekti ancak hazırlanan diğer filmlerden anladığım kadarıyla femme-fatale’in izi Mulholland Drive ve Bound gibi türün modern örnekleri içinde sürülmeye devam edilmiş hatta Türk sinemasındaki karşılığı da irdelenmiş olmalı.
Amrika (Amreeka):
Amrika da bir önceki gün gösterilen Aramızda gibi Amerikan rüyasına inanıp bu ülkeye göç eden bir aile ile ilgili bir film. Orada göçmenler Meksika’dan gelirken burada Filistin’den gelen bir aile görüyoruz. Filistin’de yaşadığı zorluklara dayanamayan Muna Farah, karşısına bir fırsat çıkınca oğlu ile birlikte Amerika’ya göçüyor. Zaten kızkardeşi de orada yaşamakta. Hayatlarını yoluna sokana kadar onların yanında kalmaya karar veriyorlar ancak her şey o kadar kolay olmuyor tabii ki. Daha ülkeye girişlerinde bir karışıklık sonrasında biriktirdikleri tüm paraya veda etmek zorunda kalıyorlar. Yine de ülkesinde bir banka memuru olarak çalışmakta olan Muna burada da aynı işi yapabileceğinden emin. Ama bu da mümkün olamıyor. Oğlu da okulda ırkçı nitelendirmelerle karşılaşıyor. Yine de bir şekilde hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar.
Amrika’da karşımıza çıkan aile Aramızda filmindekinden daha şanslı drumda. Onlar kadar zorluk yaşamıyorlar. Onlara ikinci sınıf insan gibi bakanların yanında yanlarında duranların, onlara yardım etmeye çalışanların da olduğunu görüyoruz. Hatta filmin sonunda Muna’nın Amerikalı bir erkek arkadaşının bile olabileceğine dair bir ışık yanıyor. Yine olumlu olarak sonuçlanan bir hikaye. Ama tek çözüm yolunu da Amerika’ya gitmekte bulmadığı gözüküyor. Filistin’de kalıp ülkelerinde mücadale edip orada ölmek isteyenlere de saygıyı elden bırakmıyor. Aslında her iki davranışın da bir seçim olduğunu ve hayatın her yerde zor olsa da bir şekilde üstesinden gelinebileceğini gösteren konusundan beklenmeyecek kadar da keyifli bir film üstelik.
Düz Beni (Baise-Moi / Fuck Me):
Festivalin adından da anlaşıldığı gibi en sansasyonel filmi Düz Beni idi. Daha festival kataloğunda filme bilet bulunmasının zor olacağı yazılmıştı zaten. 2000 yılında gösterime girdiğinde (Türkiye’de girememişti) etrafında yaratılan fırtınayı da hatırlıyorum ve o zamandan beri çok ümitli olmasam da izlemek istediğim bir filmdi. Sonunda izledik ama sonuç beklenti az olsa da bir hayal kırıklığı. Erkekler tarafından sürekli olarak aşağılanan, tecavüze uğrayan iki kadının silahları eline alıp canlarının istediği erkeklerle birlikte olup sonra da onları öldürmelerini izliyoruz film boyunca. Hatta sonlara doğru bir gece klübündeki kadın erkek herkesi öldürüyorlar. Filmin vermek istediği mesaj belli ama iyi bir film olamıyor ne yazık ki. Filmin içine bir kaç hardcore sahne koymak ve şiddeti öne çıkarmak iyi bir film yapmıyor, sadece sansasyon yaratmaya yarıyor. Ayrıca belki de sözkonusu hardcore sahneleri oynayacak daha iyi birer oyuncu bulunamadığı için iki başrol oyuncusu da gerçek porno oyuncuları ve normal sahnelerde hiç inandırıcı olamıyorlar.
Son söz olarak şöyle diyelim. İki kadının her şeyi geride bırakıp özgürlüğe gitmesini izlemek istersek Thelma & Louise ya da tecavüze uğrayan bir kadının intikam hikayesini anlatan iyi bir B-filmi izlemek istersek I Spit on Your Grave gibi filmler varken bu filmi izlemenin bir gereği yok. Yok eğer hardcore sahne izlemek gibi bir niyet varsa zaten onun adresi farklı yerler.
0 Yanıt to “Uçan Süpürge 2010 İzlenimleri – 6. Gün: Mucize, Düşümde Bile Günahkarsın, Amrika, Düz Beni”