Uçan Süpürge 2010 İzlenimleri – 5. Gün: Sana Bağlandım, Kadın Olduğum Gün, Aramızda, Nahide’nin Türküsü, İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları, Beyaz İnsan

Sana Bağlandım (Ganz Nah Bei Dir / Close to You):
Phillip her günü birbirinin aynı geçmekte olan, hayatında kendi koyduğu kurallara sıkı sıkıya bağlı bir banka memuru. Rutininden asla dışarı çıkmıyor, böyle bir isteği de yok zaten. Bir gün tesadüf eseri Lina ile karşılaşıyor. Lina cıvıl cıvıl, hayat enerjisi dolu bir çellist. Hayatta yeniliklere açık bir kişilik. Görme engelli olması da bu enerjisini ve cesaretini engellememiş.

Aslında birbirinden farklı özellikler taşıyan kişilerin aşklarını anlatan filmler epey çoktur. Bu da öyle bir film belki ama karakterler arasındaki ilişkiler ve Phillip’in değişimi çok başarılı bir şekilde verilmiş. Lina karakterinin cana yakınlığı da ayrıca kendini izlettiriyor. Bu nedenle festivalin iyi filmleri arasında yerini aldı.

Kadın Olduğum Gün (Roozi Ke Zan Shodam / The Day I Became a Woman):
Festivalde bir önceki gün gösterilen Erkeksiz Kadınlar için İran’lı sanatçıların ülkelerine dışarıdan bir bakışı demiştim. Bu sefer tam bir İran filmi var karşımızda. Filmin yönetmenliğini Marzieh Meshkini yaparken senaryoyu da eşi Mohsen Makhmalbaf yazmış. 78 dakikalık kısa bir süreye sahip olan bu film aslında birbirinden neredeyse bağımsız üç kısa filmden oluşuyor. Her bir film farklı yaş dönemlerinde bir kadını ele alarak İran’da kadın olmaya farklı yönlerden bakıyor.

Filme asıl adını veren hikaye ilki. Bu hilkayede Hava adlı bir kız çocuğu her zaman yaptığı gibi arkadaşı Hasan’la oynamak üzere annesinden izin ister. Beraber dondurma yiyecekler ve koşup oynayacaklardır. Ama Hava o gün 9 yaşına girmektedir ve 9 yaş onun kadın olduğu gün olarak sayılmaktadır. Bu nedenle artık erkeklerle oynaması, bırakın erkeklerle oynamasını, örtünmeden evden dışarı çıkması bile yasaktır. Doğum saatinin öğlen vakti olduğunu öğrenen Hava, annesinden öğlene kadar izin koparır. Son kez Hasan’la oynayabilecektir. Ama bu kez işler değişir. Hasan da ödevini yapmadığı için evden dışarı çıkamamaktadır. Son oyunlarını Hasan’ın demir parmaklıklı penceresi aralarında olmak üzere oynarlar. Küçücük bir kız çocuğunu bile eve hapsetmek isteyen anlayışı çarpıcı şekilde gösteren bu bölüm filmin en etkili kısmıydı.

İkinci kısımda ise bisiklete binen bir grup genç kadın görüyoruz ve bunlardan Ahu adındaki kadına odaklanıyoruz. Ahu bisiklete bindiği sırada at üzerinde önce kocası gelip onu vazgeçirmeye çalışır, sonra bir hoca gelir ve Ahu ve kocasını boşar. Ardından da sürekli olarak birileri Ahu’yu bisiklete binmeyi bırakması için ikna etmeye çalışır. Bu bölümün sonunda ise kadınların bisiklete binme sebebinin bir bisiklet yarışı olduğunu öğreniriz. Aslında belli ki bisikletle ucu belirsiz bir yere doğru gitmek kadınların özgürlüğe özlemlerini sembolize ediyor. Biraz uzun tutulmasına rağmen yine başarılı bir bölümdü.

Son bölümde ise sıra bu kez yaşlı bir kadında. Hura adlı bu kadın geç yaşında belli bir paraya sahip oluyor ve bu para ile yıllardır hayalini kurduğu şeyleri almaya başlıyor. Ama geç yaşta gelen para ne kadar işe yarıyor, kadının yıllar boyu süren isteklerini karşılıyor mu denince cevabı pek olumlu olamıyor. Doğrusu ilk iki bölüm kadar iyi bulmadığım ama yine de hayatının başında özgürlüğü kısıtlanmış olan kadın figürünün hayatının sonuna doğru özgürlüğe kavuşmasının da bir değerinin olmadığını göstermesiyle filmi bir bütünlüğe götürmesi açısından başarılı bir kapanış oluyor yine de.

Aramızda (Entre Nos / Between Us):
Amerikan rüyasına inanıp Meksika’dan Amerika’ya göçen bir aile zar zor hayatını idame ettirmeye çalışırken ailenin babası evi terk eder. Bunun üzerine Mariana, iki çocuğu ile hayat mücadelesinin tam ortasında kalır, üstelik bir de hamile olduğunu öğrenir. Çoğu film böyle bir durumda ana karakterini hırsızlık ya da fuhuş yoluna götüren bir yol çizer ve hikaye trajik bir sona doğru giderdi. Oysa burada Mariana her ikisini de yapmıyor, ne kadar zor olsa da bir şekilde ayakta kalmayı başarıyor. Yine de karnındaki çocuktan vazgeçmeye mecbur kalıyor. Filmin finali de her ne kadar hayatın zorlukları devam ediyor olsa da bir umut ışığını da elden bırakmıyor.

Asıl çarpıcı olan ise filmin sonundaki yazıdan öğrendiklerimiz. Filmde Mariana’yı oynayan Paola Mendoza aynı zamanda filmin yönetmen ve senaryo yazarlarından da birisi. Hikaye de onun kendi hikayesi aslında. Filmde kendi annesini oynamış. Görüyoruz ki o umut ışığı gerçek olmuş ve o küçük çocuklardan biri şimdi yönetmen/oyuncu olmuş, diğeri ise bilim adamı. Belki bu anlamda Amerikan rüyasını olumluyor denebilir ama yine de hayatın zorluklarını göstermekten de kaçınmadığı için gerçekçi bir noktada duruyor. Ayrıca gayet de iyi çekilmiş etkileyici bir filmdi. Festivalin izlenmesi gereken filmlerinden biri olarak görüyorum.

Nahide’nin Türküsü (Hush!):
Yönetmen Berke Baş bu belgesel filminde büyükannesi Nahide üzerinden Türkiye’deki Ermenilerin yıllar içindeki durumunun izini sürüyor. Nahide aslında gerçek adı değil ama Ermeni adı neredeyse hiç kullanılmış. Filmde bir zamanlar Ordu’da nüfusu epey çok olan Ermenilerin şu anda bir avuç kaldıklarını görüyoruz. Tıpkı ülkenin diğer yerlerinde olduğu gibi. Filmde yapılan söyleşilerde görüyoruz ki 1915’deki sevkiyat ve sonrasında Ermenilere farklı insanlardan farklı yaklaşımlar gelmiş. Bir kısmı gerçekten düşmanca yaklaşırken bir kısmı da öksüz kalan çocukları evlerine alıp büyütmüş, onları kendilerinden ayrı tutmamışlar. Hatta Nahide örneğinde aslında görüyoruz ki onun hiç çocuğu olmamış. Yanında kaldığı ailenin çocuğunu kendi oğlu gibi benimsemiş ve öyle davranmış. Aile de buna bir şey dememiş hatta desteklemişler. Çarpıcı bir hikaye.

Filmin önemli yanlarından biri ise geçmiş ve bugünkü durumu kıyaslaması. Görüyoruz ki pek çok Ermeni yurtdışına gitmeyi seçmiş. O zamanki kiliseleri camiye çevrilmiş ve o yıllardaki Ermeni mahallelerinden eser kalmamış.

Bu arada bölgedeki çocuklar için Nahide’nin doğum yılı olan 1903’ün Beşiktaş’ın kuruluş tarihinden başka bir şey ifade etmediğini de hoş ve düşündürücü bir anektod olarak eklemek lazım.

İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları:
Bir önceki filmle aynı seansta yer alan bir diğer belgesel ise tarihimizin pek bilinmeyen ya da unutturulmaya çalışılan bir olayı ile ilgili. Dersim katliamı sonrasında yaşananları anlatan bu belgeselde, Dersim’den kimsesiz olarak ayrılan çocukların devletin bir politikası olarak asker ailelerine verildiklerini ve asimile edilmeye çalışıldıklarını görüyoruz. Birbirlerinden ayrı düşmüş bu çocuklar bugün epey yaşlı birer kadın. Bazıları bulunmuş, bazılarından ise hiç haber yok (filmin sonunda haber olmayanların bir listesini de görüyoruz). Film hemen tümüyle o günlerin çocuklarının bugün anlattıklarına dayanarak ilerliyor. Doğru bir seçimle kendisi bir yargıya varmaktan kaçınıyor, daha doğrusu anlatılanlardan yola çıkarak seyircinin bir sonuca varmasını sağlamaya çalışıyor. Filmin en önemli yanı anlatılanları kayıt altına alarak belgelemesi ve gelecek günlere bırakması. Çünkü bugün bile yaşlarından dolayı pek çok şeyi unutmuş olan bu kadınlar bir süre sonra artık aramızda olmayacaklar. Anlattıklarının kayıt altına alınmış olması çok önemli.

Filmden sonra yönetmen Nezahat Gündoğan ile bir söyleşi vardı. Aslında yoğun bir soru cevap seansından çok seyircilerin beğenilerini iletmeleri şeklinde geçti. Herhalde en önemlisi olayların konulu bir filminin yapılmasının planladığını ve filmin çeşitli yerlerde gösterilmesi sonrasında kayıp isimlerden bazılarının ortaya çıkmış olduğunu öğrenmemiz oldu.

Beyaz İnsan (White Material):
Festivalde Isabelle Huppert’e ayrılan özel bir bölümün yanında diğer bölümlerde de bu önemli oyunucunun filmleri vardı. Beyaz İnsan da Huppert’in başrolünde olduğu 2009 yapımı bir film. Ama asıl yönetmeni Claire Denis ile öne çıkan bir yapım. Denis’in her zamanki özelliklerini bu filmde de görüyoruz. Durgun ama sizi filmin içine çeken bir anlatım. Az diyaloglar ve sağlam bir görsellik. Ve elbette Tindersticks’in müzikleri. Ama yine hemen her Denis filminde olduğu gibi zor bir film. Hele günün son filmi olarak izleyince kimi yerlerini anlamlandırması daha zor oldu. Hatta diyebilirim ki festival bitene kadar farklı izleyicilerle en çok tartıştığımız film bu oldu.

Film, adı verilmeyen bir Afrika ülkesinde geçiyor. Belli ki eski bir Fransız sömürgesi. Ülkenin yerlilerinin ikiye ayrılıp birbirlerine düştüğü bir ortamda büyük bir araziye sahip olan Fransız bir aile odağımızda. Ailenin tüm işini de Huppert’in canlandırdığı Maria Vial karakteri eline almış. Bu kaos ortamında bile son kalan işleri bitirmeye çalışıyor. Denis yine pek çok filminde yaptığı gibi batının sömürgecilik anlayışını eleştierek beyaz insanın orada ne aradığını sorgularken, marazi bir anne-oğul ilişkisi içine de sokuyor bizleri. Kendi adıma asıl değerini verebilmek için bir kez daha izlemek istedğim filmlerden biri oldu.

0 Yanıt to “Uçan Süpürge 2010 İzlenimleri – 5. Gün: Sana Bağlandım, Kadın Olduğum Gün, Aramızda, Nahide’nin Türküsü, İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları, Beyaz İnsan”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 300.972 hits
Mayıs 2010
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: