Uçan Süpürge 2010 İzlenimleri – 3. Gün: Evlat Edinme, Seks Olmadan Bir Yılım, Hiç, Nora’sız Beş Gün, Parlak Yıldız

Evlat Edinme (Örökbefogadás / Adoption):
Yönetmen Márta Mészáros özellikle “Günlük” serisi filmleri ile sevdiğim bir yönetmen. Pek çok filmi olmasına rağmen kadın filmleri festivalleri dışında çok fazla izleyebildiğimiz bir isim değil. 1975 yılından gelen bu filminde 40’lı yaşlarının başındaki fabrika işçisi bir kadının çocuk sahibi olma isteğini anlatıyor bize. Zaten evli olan sevgilisi çocuk yapmaya yanaşmayınca o da farklı çözümler bulmaya çalışıyor. Bu arada da isyankar olarak görülen genç bir kızla tanışıyor ve aralarında bir dostluk kuruluyor.

Başarılı siyah/beyaz görüntülere sahip iki kadın arasındaki anne-kız ilişkisinin ötesinde bir dostluğu anlatan başarılı bir film. Ancak ne yazık ki sinemadaki teknik sorunlar nedeniyle filmin keyfini tam olarak çıkaramadık. Herhalde filmin kopyasının eskiliğinden kaynaklanan bir nedenden dolayı sonlara doğru biraz düzelse de tüm filmi titrek bir şekilde izledik. Böyle olunca da gözler epeyce yoruldu ve filmi izlemek zorlaştı, bu nedenle sağlıklı bir yorum yapmak pek mümkün değil.

Seks Olmadan Bir Yılım (My Year Without Sex):
Sarah Watt’ın bu yeni filmi Avustarlalı bir ailenin yaşamlarından bir yılı önümüze getiriyor. Filmin adı dikkat çekici ama doğrusu tüm konu buna odaklanmıyor. Karı-kocanın seks yapması kadının beyninde yaşanan bir problem nedeniyle doktor tarafından yasaklanıyor. Bu durum elbette ufak tefek sorunlar yaratıyor ama ne ailenin birinci gündemi bu oluyor ne de filmin. Hatta kadının hastalığı bile filmin ana konusu değil. Yönetmen ay isimleri ile ayrılmış bölümler aracılığı ile bir ailenin yaşamını ve çevresi ile olan ilişkilerini anlatıyor. Filmin en ilginç karakterlerinden biri kadının arkadaşı olan bir rahibe. Herhangi bir filmde gördüğümüz bir rahibeye göre epey modern ve serbest takılan bir karakter bu ve filme ayrı bir hava katıyor. Son tahlilde keyifle izlenen ama çok da önemli olmayan bir film olarak buldum.

Hiç (Nic / Nothing):
Baştan festivalin en iyilerinden olduğunu söylemeliyim. Geçmiş yıllarda bu festivalde gösterilen her filminden hayranlıkla ayrıldığım Dorota Kedzierzawska bu kez de hayal kırıklığına uğratmadı. Yönetmen son derece estetik görüntüler eşliğinde bize trajik bir öykü anlatıyor. 3 çocuğu olan bir kadın 4. çocuğuna hamile olduğunu anlıyor ancak kocası o kadar ilgisiz ve ilişkileri o kadar pamuk ipliğine bağlı bir vaziyette duruyor ki bu haberi kocasına verdiği takdirde onu terkedeceğinden emin kadın. Bu nedenle hamileliğini gizlemeye çalışıyor, karnındaki şişliğe ise tümör diyor. Kocası da buna inanıyor ya da inanmayı tercih ediyor. Hikaye de trajik bir yöne doğru ilerliyor.

Ama dediğim gibi filmin öne çıkan yanı hikayesi değil görselliği. Turuncu ve kahverengi tonları ile bezenmiş olan film sürekli bir sıkışıp kalmışlık duygusu da veriyor. Film boyunca pek çok kez kadını camın, perdelerin ve çeşitli objelerin arkasından görüyoruz. Hatta hikaye ilerledikçe kadına ayrılan alan da giderek küçülüyor. Ayrıca seçilen planlar da bu hissi destekliyor.

Film sonrasında Prof. Oğuz Onaran ile film okuması vardı. Burada da filmin bu tip özlliklerinden bahsedildi. Ayrıca Oğuz Hoca filmde bir kadın dayanışması fikrinin de olmadığından bahsetti. Doktor ya da rahip gibi resmi görüşü simgeleyen figürler kadının sorunu ile hiç ilgilenmiyorlar ama onu daha iyi anlaması gereken kadınların da ona destek olmadıklarına dikkat çekti. Bir de eleştirmenlerin bu kadar trajik bir hikayenin bu kadar güçlü bir görsellikle anlatılmasının tezat olduğunu söylediklerini ancak kendisinin fikrinin de kullanılan görüntülerin kadının ruh halini desteklediği yönünde olduğunu da ekledi.

Nora’sız Beş Gün (Five Days Without Nora):
Gençliğinden beri defalarca ihtihara kalkışmış bir kadın (Nora) ancak 60’lı yaşlarında amacını gerçekleştirebilir. Ama etrafındakileri kontrol etmeye o kadar meraklıdır ki kendisi öldükten sonra çevresindekilerin yapması gerekenleri de ince ince planlamıştır. İhtihar etmek için öyle bir gün seçmiştir ki Yahudi geleneklerine göre o günlerde defin işlemi yapılamamaktadır ve bedeni bir kaç gün buzlar içinde bekletmek gerekmektedir. Bu süre içinde başında duracak kişinin eski kocası olması için de gerekeni yapan Nora, bu günlerde geleneksel yemeğin hazırlanabilmesi için tüm hazırlıkları yapmış, malzemeleri dolaba koymuş hatta hizmetçisine de gerekli talimatları bırakmıştır. Hatta eski kocası ölü bedenini bulmak üzere eve geldiğinde kahvesinin de hazır olmasını da ihmal etmemiştir.

Bu arada eski kocası da evli oldukları zamanlarda karısının başka bir ilişkisi olduğundan şüphelenmeye başlar ve onun eşyalarını karıştırmaya başlar. Aynı zamanda Nora’nın her şeyi önceden ayarlamasına da sinir olup onun planladıklarını boşa çıkarmak için çeşitli eylemlere girişir. Mesela onu Hristiyan mezarlığına gömmek için hazırlıklar yapmaya başlar. Bir yandan da zaten intihar büyük bir günah sayıldığı için Yahudi mezarlığına gömülmesinde de çeşitli sorunlar vardır.

Nora’sız Beş Gün gerçekten iyi bir kara komedi. Bir yandan insanlar arası ilişkilere değinirken, farklı dinler arasındaki çatışmalar da güzel bir şekilde filme dahil oluyor. Festivalin hoş filmlerinden.

Parlak Yıldız (Bright Star):
Jane Campion, Piyano gibi bir başyapıtın ardından bir daha o seviyede bir film çekemedi. Ancak Parlak Yıldız ile o seviyeye yaklaştığını söylemek yanlış olmaz. Campion bu kez karşımıza gerçek bir öykü getiriyor. Yaşarken kıymeti bilinmemiş İngiliz şair John Keats ile sevgilisi Fanny’nin öyküsünü izliyoruz filmde. Film bu aşkı anlatırken her ne kadar Keats’i de anlatsa da asıl odak noktası Fanny. Filmin başından itibaren Fanny’yi tanımaya başlıyoruz. Her ne kadar dikiş dikmekle uğraşan eğitimsiz bir taşra kızı olsa da zeki ve hazırcevap bir kişiliği var. Bu sayede daha entellektüel bir kesimde yer alan Keats ve arkadaşlarının arasında ezilmiyor. Üstelik Keats’in arkadaşları sürekli ona karşı bir tavır sergilemelerine karşın. Zaten film bir kaç kez hem sözcüklerle hem de görüntülerle şiir yazmak ile dikiş dikmek arasında paralellikler kuruyor ve bu iki eylemin aslında birbirinden çok da farklı olmadığı söylüyor.

Filmin temel iki kişisinden biri gerçekten yaşamış bir şair olunca filmin büyük bir kısmı da şiirlerden oluşuyor. Doğrusu bir filmde sürekli şiir duymak bir yapaylık katabilirdi. Oysaki burada hem şiirler filmin içine çok başarılı bir şekilde yedirilmiş hem de her filminde bambaşka bir rolle karşımıza çıkan genç oyuncu Ben Whishaw bu şiirleri o kadar doğal bir şekilde okumuş ki şiirler Keats’in filmde de işaret ettiği gibi çok doğal biçimde çıkıyor. Bu arada filmin son jeneriği boyunca da Whishaw, Keats’in şiirlerinden birini okuyor ki, bu sayede son jenerikte hiç kimse salonu terketmedi.

Filmin önemli özelliklerinden biri de sonu trajik biten bir aşk hikayesini anlatırken olayı abartmaması. Film boyunca en az Ben Whishaw kadar iyi oynayan Abbie Cornish özelikle bu sahnelerde çok dengeli bir oyunculuk tutturmuş. Şu ara vizyonda da olan Parlak Yıldız yılın görünmesi gereken filmlerinden.

Film sonrasında Şükran Yücel ile bir film okuması vardı. Yücel, Jane Campion’la yıllar önce yaptığı bir söyleşide Keats’i çok sevdiğini belirttiğini ve onunla ilgili bir film projesi olduğunu öğrendiğini anlattı. Filmin temel özellikleri yanında Keats ve Fanny ile ilgili filmde göremediğimiz kimi bilgiler de verdi. Ayrıca seyircilerin de katkılarıı ile farklı sanatçılar ile ilgili biyografik filmlere değinildi. Geç bir saat olmasına rağmen keyifli bir söyleşiydi.

0 Yanıt to “Uçan Süpürge 2010 İzlenimleri – 3. Gün: Evlat Edinme, Seks Olmadan Bir Yılım, Hiç, Nora’sız Beş Gün, Parlak Yıldız”



  1. Yorum Yapın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s




Kategoriler

Arşiv

Twitter’da ben…

Blog Stats

  • 301.032 hits
Mayıs 2010
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31  
Sinema Manyakları blog'u Hasan Nadir Derin tarafından hazırlanmaktadır.

%d blogcu bunu beğendi: